Annem öldüğünde beş, altı yaşlarındaydım. Onu resimlerinden tanıyorum. En çok ses
tonunu merak ediyorum. Tuhaftır bazen telefonum çalacak ve “Buradayım kızım, üzülme”
diyecek sanıyorum. Her ne kadar annemi hatırlamıyor olsam da üvey annemin evimize geldiği
gün, tüm ayrıntılarıyla dün gibi aklımda.
Altı, yedi yaşlarındaydım. Kış mevsimindeydik ve hava yeni kararmıştı. Babaannem
kapının açıldığını duyunca, babamın geldiğini düşünerek camın önünde duran bordo berjer
koltuğundan yavaşça doğruldu. Bu kez, her zamankinin aksine merdivenleri çıkan ayak
seslerini daha kalabalık işittik ve merakla bir kaç saniye bekledik. Basamakları önde babam,
arkasında uzun boylu bir kadının ağır ve çekingen adımlarla tırmandığını gördüğümde, ilk
yaptığım kaşları çatılan, kırışık dudakları gerilen babaannemin yüzünü incelemek oldu.
Karşılaştığımızda birbirimizi baştan aşağı süzdük. Babamın gözlerinde yakaladığım “Aman
annem” bakışını hiç unutamam. Yanında tanımadığımız ve haber vermeden getirdiği, biraz
etrafı, biraz bizi inceleyen kadından ürküp babaannemin eteklerinin arkasına saklandım.
-Öp bakalım annenin elini.
O an kafamın içinde “Annenin eli, annenin eli” lafı hiç durmadan yankılanmaya başladı.
Başımın ve yanaklarımın zonkladığını hatırlıyorum. Uzatmakla, uzatmamak arasında kararsız
kalan babaannemin elini, iki büklüm eğilip, iri elleriyle havada kapan kadının bana attığı yan
bakışıyla, vücudumun her bir zerresi titretti.
-Oğlum hayırdır inşallah!
Babam, tülbendini ensesinde sinirle düğümleyen annesine cevap vermeden hızla solona
geçti. Kadın da onu takip etti. Hâlâ eteğinde yapışık vaziyette duran beni saklandığım yerden
çıkartan babaannemle mecbur peşlerinden gittik ve bordo koltuğuna kucak kucağa iliştik.
Derin bir nefes verdikten sonra ellerini göbeğinde birleştiren babam, önce yanında kamburunu
çıkartarak ve dizlerini yapıştırarak tedirgin oturan kadına, sonra bize dönüp konuşmaya
başladı.
-Anneciğim bu Nurten. Biz konuştuk, anlaştık.
Beni kucağından indirmeye çalışan babaannemi, tam dudaklarını aralayıp bir şey
söyleyecekken susturdu.
-Dur hemen sorma nedendir, niyedir diye. Bir dinle bakalım. Annem bak, sen de
zorlanıyorsun artık, kolay değil bekâr bir adam, ufak bir kız çocuğu. Hem sana yardım eder,
hem sen demiyor muydun yalnız başına olmuyor diye…
Daha fazla devam edemedi. Soluğu kesildi. Ne yapacağını bilemeyen babaannem
sessizliği bozdu.
-Kızım sözüm meclisten dışarı ama bu işler öyle aceleye gelmez. Her bir şeyin yolu yordamı
var be oğlum.
Küçük, eşya dolu, naftalin kokan salonumuza sessizlik hâkim oldu. Babam gür
bıyıklarını haşır huşur sıvazlayıp kadına döndü.
-Hadi bakalım, sofrayı kur da karnımızı bir güzel doyuralım. Aç acına olmaz. Mutfak,
kapıdan çık, hemen sağ tarafta.
Ayağa kalkıp dizlerini kıra kıra ve eski evimizi sarsarak yürüyen kadının kocaman,
taraklı çıplak ayaklarını görünce ürktüm ve babaanneme sımsıkı sarıldım. Babam gözlerini
halının karışık ve eski deseninden çekmeden fısıldadı.
-Anne lütfen, şimdi değil sonra konuşuruz; lütfen anne.
Şaşkınlıktan ve sinirden terleyen babaannemin iri göğüslerine doğru sokulduğumda
aldığım, tanıdık, ekşi koku bana güven verdi. Babamın bu sefer gür çıkan, kalın sesiyle
irkildim.
-Kalk sen de annene yardım ediver kızım.
Kadın salona yemek dolu siniyle döndüğünde, annemin holde duran koyu yeşil ev
terliklerini giymişti. Anneciğimin ufak numara terliklerinden taşmış o iri, biçimsiz ayakları
gördüğümde yerimden kıpırdayamadım. Defalarca ismimi tekrar eden babama cevap
veremedim. Bana söylenen hiçbir şeyi duymadım. O kadar çok sesiz sessiz ve içimi çeke çeke
ağladım ki ekşi terle, sabah yeni yıkanan saçlarımın zeytinyağlı sabun kokusu birbirine
karıştı.
Bir cevap yazın