İNSAN İNSANIN KURDUDUR YA DA KENDİNİ ARAMA VE BULMA ÇABALARI
Adım Yetkin bugün hayatımda yeni kararlar alarak bir yola çıktım.Geçmişimde ne varsa bırakmaya bu yeni hayatımda eskiye dair hiçbir şey ve hiçkimsenin olmayacağına söz verdim.Eski hayatım olağanüstü değildi.Muhtemelen anlatacağım yeni hayatım da olağanüstü olmayacak.Eski hayatımda bir vampir,kurtadam,tecavüzcü,hırsız,kirli oyunların içinde düşmüş ya da o kirli oyunları tezgahlayan kişi,bir kazada tüm ailesini kaybetmiş ya da serikatil değildim.Zaten bu topraklardan da serikatil çıkmadığı söyleniyordu.Bundan sonraki hayatımda da hiçbirini yaşamayacağımı –en azından- diliyorum.
Benim eski hikayem oldukça sıradan aslında yeni hikayemi yazmak için bu yolculuğa çıktım.Büyük bir şirketin başına ülkenin önde gelen vakıf üniversitelerinin yıllık binlerce lira ödeyerek bitirdiğim İşletme bölümünden sonra geçtim.Oldukça büyük bahçeli müstakil bir evde annem,babam,ağbim onun kısa boylu uyanık karısı ve birbirinden şımarık çocuklarıyla birlikte yaşıyoruz.Bu çok sıradan oldu değil mi? Hayır bu benim hayatım değil.Orta halli bir kasabın tek oğluyum aynı zamanda tek çocuğu…
Babam Nizami Yıldırım bütün gün dükkanda eski Türk filmleri izler.Onları izlerken kah ağlar,kah gülerdi.En çok hangi filmi sevdiğini hiçbir zaman bilemedim.Çünkü sevdiği filmleri sıralamaya koymazdı.Ertem Eğilmez’in kalabalık kadrolu filmlerini izlerken çoğu kez doğradığı etler yüüznden elini keserdi.Çok sinirlenir,bağırır;ama küfretmezdi.Öğle yemeklerinin yanında turşu yerken “Neşeli Günler” gelirdi aklına hemen onun video kasedini bulur üşenmeden açar,izlemeye başlardı.Bir uçak sesi duysa aklına Vecihi gelir gelmez “Gülen Gözler” i açardı.Altmışlı yılların filmlerine de oldukça hakimdi.Ben küçükken o kalabalık kadrolu renkli filmleri severdim;ama önceki siyah beyaz filmleri izlemek istemezdim.Babam canı sıkkın olduğunda İzzet Günay’ın filmlerini açardı çoğu zaman.Zaten ilk adımda ondan geliyor.Sanırım ilk adımın İzzet olduğunu söylemedim.Eskiyi çağrıştırdığı için İzzet’i kullanmasam da babam hala İzzet diye çağırır.Bense ilkokulda ve sonra okuduğum tüm okullarda “Resmi kurumlarda ikinci isim kullanılır.” Kuralı gereği Yetkin ismini kullanıyorum.
Ben İzzet Yetkin Yıldırım hiçbir baskı altında kalmadan… Ya da türlü baskılar altında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olarak mesleğim olan Avukatlığı ebediyen bırakmaya and içiyorum! Kasap Nizami Yıldırım’ın oğlu Avukat İzzet Yetkin Yıldırım ya da kartvizitimde yazıldığı şekliyle Av.İ.Yetkin YILDIRIM mesleğimi yapamayacağımı sıkıntılar içinde geçen beş yıl sonunda anladım.Fakülteyi bitirip staja başladığım ilk gün anlamıştım bu mesleğin bana göre olmadığını, yapacak bir şeyim yoktu.Herkes tarafından onaylanan sağlam bir mesleğim vardı.Hakimlik sınavını da kazanamayınca önüne gelen her davayı kabul eden,yaşamını paraya odaklayan,hesapçı,hilekar bir Avukatın yanına girdikten sonra tam beş yıl boyunca her sabah uyanmamak için neler yaptım.Ne kadar çok uyanmak istemezsem o kadar erken kalkıyordum.Ta ki o sabaha kadar.O sabah yeni hayatıma başlamamı sağlayan olay da hayatım gibi olağanüstü bir olay değildi.Beş yıl boyunca kendi büromu maddi sıkıntılar yüzünden açamamıştım.Yaşamımı devam ettirebilmem için bu günden güne ruhumu sömüren,körelten büroya gitmeliydim.O gün içimde yeni bir ümit belirdi.
“Ben gidiyorum.”
“Nereye ? Ha markete falan gidiyorsan bana da sigara al be aslanım.”
“Temelli gidiyorum, artık burada duramam.Yol nereye götürürse oraya gideceğim.”
“Saçmalama yine eski filmlere sardın heralde,uykunu mu alamadın Yetkin?”
“Şaka yapmıyorum ağbi gerçekten gidiyorum.”
“Ben de şaka yapmıyorum sabah sabah sabrımı zorlama Ressam ya da Şair değilsin böyle iddialı cümleler kurma burası bir Hukuk Bürosu ve sen de bir…”
“Evet ağbi ben de bir Avukatım; ama bu saatten sonra bu mesleği yapmayacağıma kesin olarak karar verdim.Zaten bir tek Sanatçıların hakkı var değil mi büyük laflar etmeye?”
“Yahu ne diyorsun sen ?”
“Tamam ağbi sana kendimi açıklamakla zaman kaybetmeyeceğim,her neyse ben gidiyorum.”
Nereye gideceğimi bile bilmeden yola çıktım.Herhangi bir gerekçem olmadığı için aileme habere veremedim.Öncelikle gideceğim yer küçük bir yer olmalıydı en azından şu an yaşadığım şehirden.Bu açıdan düşünürsem bir sıkıntı yoktu aslında.Ülkenin en büyük şehrinde yaşıyordum.Gideceğim yer yeşilin bol olduğu bir yer olmalıydı.Nedenini bilmiyordum;ama yeşilin bol olduğu bir yerde kendimi daha iyi hissedeceğimi düşünüyordum.Yola çıktım yaklaşık altı saat sonunda aradığım yerin Amasra olduğuna karar verip oraya gittim.Yıllar önce geldiğim yerde gözle görülür bir değişim yoktu.Sahildeki balıkçılarda karnımı doyurup Merkezdeki pansiyonlarda uygun bir oda bulup neler yapacağımı düşünmeye başladım.Kaldığım pansiyonun sahibiyle beş yıllık birikimimle neler yapacağımı konuşuyorduk.Restoran ya da kafeye bütçemin yetmeyeceğine karar verdikten sonra aklıma beni daha mutlu edecek bir fikir geldi.Kitapçı açacaktım.Eski ve yeni tüm kitapları küçük kitabevimde satacaktım.Hem okumaya zaman ayıracak hem de okumayı sevenlerle biraraya gelecektim.Pansiyon sahibi bu hayalime güldü.
“Ölü yatırım be ağbi.O kadar uğraşmışsın birikim yapmışsın bütün paranla kitapçı açıp boşa harcayacaksın.Gel sana bir çay bahçesi açalım.Kredi falan bir şekilde tamamlarsın parayı.”“Hayır!” Demiştim adama “Bana engel olmaya kalkma!” diyerek üzerine yürümüştüm.Zavallı adam neye uğradığını şaşırmış geri geri giderek “Aman ağbi ne istersen onu yap,çattık valla.”
Kararımı verdim bir kitabevi açacağım.
HAYAT GÜZELMİŞ
Kitabevimi açıp kitaplarımı yerleştirdiğimde içimin rahatladığını hissettim.Kitapları yerleştirirken büroda dava dosyalarını yerleştirdiğim anlar geldi aklıma.O dosyaları yerleştirirken ne ölçüde mutsuzsam şimdi o kadar mutluydum.Hayatın güzel,yaşanabilir bir yer olduğunu o zaman anladım.O yüzden kitabevimin adı “Hayat Güzelmiş” oldu.Kitap seçimlerimi de kendi ilgi alanlarıma göre yapmayı yeğledim; fakat sonra dükkanı dolduramayacağımı anladım.Hem yan dükkandaki Pastacı Olgun ağbi “Yalnız kendi ilgi alanındaki kitapları satmaya kalkarsan aç kalırsın.” Demişti.İlk gün şiddetle karşı çıktım ona “Ben bu Kitabevini Avmlerdeki piyasa kitapçılarına çevirmeyeceğim.” Deyince Olgun ağbi “Anlıyorum bu işe heves ediyorsun.Büyük kazançların peşinde de koşmuyorsun; ama açtığın dükkanın belli bir gideri olacak,senin de yaşamını idame ettirebilmen için belli bir para lazım.Bu yüzden kitapları kategorize edemezsin.Bu dükkan senin Kütüphanen değil.Hem ben de böğürtlenli pasta sevmiyorum;ama bak müşteri istiyor diye satıyorum.”Dediğinde bu konuda çok hassas olamayacağımı anladım.Yinede birkaç rafı kendi sevdiğim yazarlara ve kitaplara ayırdım.Bir tarafta Dostoyevski,Tolstoy,George Orwel,Gabriel Garcia Marguez diğer tarafta Ahmet Hamdi Tanpınar,Sabahattin Ali,Yusuf Atılgan,Orhan Pamuk,Oğuz Atay, Pınar Kür duruyordu.Kitaplarıma bakıp iç çektim.Nasıl satacağım sizleri? Neyse ki sevdiğim kitaplardan oluşan orta ölçekli bir kütüphanem vardı;ama kitaplarımı da eski hayatımda bırakmak zorunda kalmıştım.Dükkandaki kitapların yalnızca satılmak için olduğuna kendimi ikna etmek için epey uğraştım.Kitabevine yakın bir yerde Olgun Ağbinin de yardımıyla küçük bir ev tuttum.Olgun Ağbi iyi adamdı doğrusu yaşamının neredeyse tamamını burada geçirmişti.Sadece askerlik için ayrılmıştı bu yerden.Yeni işimi ve yaşadığım yeri seviyordum.Avukatlıktan kazandığım parayı kazanmasam da mutluydum.Annemle babam geldiğimden beri defalarca aradılar.İlk başta onları ikna etmeye çalışsam da artık vazgeçtim.Kariyerimi bırakıp bu kararı alışımı hiçbir zaman anlayamayacaklardı.O yüzden kendimi yormamamaya karar verdim.Kendileri ikna edemeyince Üniversiteden arkadaşım Ömer’i devreye soktularsa da kısa sürede bu çabanın da yanıt vermeyeceğini anlamış olmalılar ki telefonlar kesildi.
Aradan birkaç hafta geçtikten sonra bir sabah rafları dizerken uzun zamandır heyecanlanmadığım kadar heyecanlandım.O güzel kadın dükkana gelmeden önce de birçok kadın gelmişti.Hiçbirine bakarken içim böyle tuhaf olmamıştı.Hatta Olgun Ağbi güzel bir kadın dükkanına geldiğinde yan dükkandan çıkıp yanıma gelip gelen müşteriyi işaret ederdi de oralı olmazdım.Bu defa ise ben koşarak Olgun Ağbinin yanına gitmek istiyordum.Açık kahverengi saçlarıyla uyumlu gözlerinin içi gülüyordu.İncecik dudakları ve ağzı küçücüktü.Uzun süre kitaplara baktıktan sonra bana bakarak;
“Yekta Kopan’ın yeni kitabı ‘İki Şiirin Arasında’ var mı?”
“O bölüm öykü ve romanlara ait.Şiir kitaplarıysa sol tarafta.”Dediğimde gülümsedi ve beni kırmak istemezcesine;
“Kitabın adı ‘İki Şiirin Arasında’ şiir kitabı değil öykü kitabı.” Dediğinde hayli mahcup oldum,istediği kitabı türlü çabalarıma rağmen bulamadım.Ya kitabı bulamadığım için başka kitaplara bakmaktan da vazgeçerse,şüphesiz bu durumda ben öyle yapardım.Aradığım tüm kitapları bulabileceğim bir kitabevine giderdim;ama bu küçük yerde çok fazla seçeneği yoktu.Kitabı bulamadığımı söylediğimde sorun olmadığını söyleyip kitaplara bakmayı sürdürdü.O kitaplara bakarken ben de gözlerimi ondan alamıyordum.Göz ucuyla baktığı kitapların küçük özetlerini anlatmaya başlamanın etkili olacağını düşündüm.
“Cevdet Bey ve Oğulları, Orhan Pamuk’un ilk kitabı.Pamuk romanı yirmi iki yaşında yazmaya başlamış ve yirmi altı yaşında tamamlamış.Elinizde tuttuğunuz ise Otomatik Portakal yazarı Antony Burgess’in yaşamı en az roman kadar ilginç.Kırk iki yaşındayken beyninde ameliyat edilemez bir tümör çıkıp bir yıl ömür biçildiğinde Burgess karısının geçimini sağlamak için bir yılda beş buçuk roman yazdıktan sonra teşhisin yanlış olduğunu ve yaşayacağını öğrenir.Daha ilginci ise Burgess artık ünlü bir yazardır.Yetmiş beş yaşına kadar yaşamıştır.”Bu ansiklopedik bilgilerden sonra kadının yüzünde o gülümsemeyi defalarca görmenin hazzını yaşadım.Kitaplarla ilgili olduğumu,doğru bir meslek seçtiğimi söyledi.Kendimi durduramıyordum.Eline aldığı yeni kitabı anlatmaya koyuldum.”Değirmen çok beğeneceğinizi düşündüğüm bir kitap.Şener Şen’in oynadığı bir filmi de var üstelik.” Dememle bir pot daha kırdığımı anlamam bir oldu.Güzel gözlü,gülüşlü kadın “Sanırım bu defa yanılıyorsunuz.Bu kitap Sabahattin Ali’nin öykülerinden oluşuyor.Sizin bahsettiğinizse Reşat Nuri Güntekin’in bir romanıdır.” Dediğinde koşarak uzaklaşma isteği duydum.
Üzerinde beyaz,kollarını açıkta bırakan,yazlık keten elbise vardı.Ayaklarında saçlarıyla uyumlu bir sandalet.Onu gördüğüm her saniye burada daha uzun süre kalması için neler yapacağımı düşünmekle geçiyordu.Kısa süre sonra cesaretimi toplayıp burada yaşayıp yaşamadığını sordum.İlk başta kısa cevaplar verse de sonra uzun cümleler kurmaya başladı.Sorularımın bitmeyeceğini anlamış olacak ki neler yaptığını,buraya neden geldiğini,nasıl bir hayat yaşadığını anlatmaya başladı.Dinlerken hissettiklerim katmerlenmeye başladı.İçimde kalbimi bir mengene gibi sıkmaya başlayan bir şey vardı.Bu hisse engel olmak mümkün değildi.Altı yıl önce kalp krizinden ölen annesinden sonra iki küçük erkek kardeşi ve Marangoz babasıyla yaşamlarını devam ettirmekte hayli zorlanmışlar,liseyi bitirip üniversiteye gireceği yıl böyle bir acıyla sarsılınca iki kardeşine bakmak için üniversite hayallerine veda etmişti.Adı Rüya,kendini bildi bileli burada yaşıyormuş.Anlatırken gözleri doluyordu.Bunları benimle paylaştığı için mutluydum.Ona bir bardak su verip sandalyeye oturabileceğini söyledim.Oturdu.Uzun uzun bakıştık,gülümsemeye başladı.Gitmek istediğinde engel oldum.Biraz daha oturmasını,ondan çok etkilendiğimi hızlı hızlı sanki bir yere kaçacakmış gibi söyledim.Bir yandan da yanlış anlamaması için dükkana gelen hiçbir kadına böyle bir şey söylemediğimi açıkladım.Oldukça şaşırdı.Hiç böyle bir şey beklemediğini,bu tarz birliktelikleri istemediğini söylerken onu durdurup beni yanlış anladığını ona aşık olduğumu anlatmaya çalıştım.Hayli şaşırtıcı cevap aldım.“Ne yani evlenecek miyiz?”Bu şaşkınlığın etkisiyle duygularımın ciddi olduğunu anlattım.Neden olmasındı.Böyle bir aşkı ömrümün sonuna kadar tadamayacaktım belki.
“Beraber mutlu olamayız.Varsayalım ki evlendik.”
İNCE HESAPLAR
Anlatmaya başlarken küçük hazırlıklar yaptı.Boğazını temizleyip parmaklarıyla oynadı.Gözlerime bakarak sanki onu anlayamayacakmışım gibi ikna edici bir ifadeyle anlatmaya başladı.Beraber geçirdiğimiz kısa zaman diliminde daha çok kendi konuştuğu için hakkımda çok fikir sahibi olamamış.Evlenirsek şu an yaşadığımız hayattan farklı iki hayat tarzına sahip olacağımızı,iki ayrı uç kişiliğimin olacağını anlattı.Bunlardan ilki bir Kitapçı değil de prestijli bir üniversitede Profesör olsaydım nasıl bir ilişkimizin olacağıydı.Böyle varsayımlara dayalı oyunun içinde yer alacağım için hayli şaşkındım.O anlatacak ben hiçbir etkisi olmayan bir dinleyici olacaktım.Sanırım bunları yazma nedenim de anlatımının olağanüstülüğünden kaynaklanıyor.Anlatmaya başlamadan ona anlatacaklarıyla ilgili müdahale etmememi söyledi.Kuşkusuz kabul ettim.
“Sen ülkenin en iyi üniversitelerin birinde dur hatta en iyisinde Boğaziçi’nde Genetik alanında tanınmış bir Profesörsün.Genetik biliminin gelişimi için Amerika’da Doktora çalışmaları yapmış,onlarca makalesi yayınlanmış gerçek bir akademisyensin.Ben Profesör eşi olarak mesleğimi açıklama gereği duymuyorum.Çalışmıyor bile olabilirim; ama lisans eğitimimi tamamlamış olmalıyım.Sen tüm gününü üniversitedeki derslerle,deneylerle,makalelerinle geçiriyorsun.Bunlardan kalan zamanında birkaç arkadaşın var,onlarla da bilimsel çalışmalarınızla ilgili konuşuyorsunuz.Onlardan daha iyisin.Her şeyi sana soruyorlar.Yalnız Genetik alanında değil genel kültürün de iyi olduğu için ülkenin önemli olaylarının olduğu tarihleri,akıllarına gelmeyen kitap ve yazarlarını,anayasanın kaçıncı maddesinde hangi kanunun olduğunu,yumurtanın kaynadıktan kaç dakika kısık ateşte kaldığında rafadan olacağına kadar hep senin fikrin alınıyor.Sense bütün bildiklerini soluksuz kalırcasına paylaşıyorsun.Sanki onlara cevap vermek için öğrenmek istiyorsun.Beni çocuklarını-Evet iki çocuğumuz var.- ihmal ediyorsun. Doktoranı tamamladığın yıl ilk çocuğumuz oldu.Sen Doktoran bitmeden istemediğin için beş yıl erteledik.Hatta çocuğumuz bu yüzden kendini on sekiz yaşında olmasına rağmen yirmi üç yaşında gibi hissediyor.İddiasına göre karnımda beş yıl yaşamış.Küçükken yaşıtlarından önce okuma-yazma öğrendiği için üstün zekalı olduğunu düşünüyor.Kimseyi önemsemeden yalnız işinle,kitaplarınla,tabletinle günler geçiriyorsun.Benim ne durumda olduğum seni hiç ilgilendirmiyor.Yıllar bütün ilişkileri yıprattığı gibi bizim ilişkimizi de yıpratıyor.Aslında hiç yıpranacak kadar iyi durumda olmadık.Birbirimizden hiçbir beklentimizin kalmadığı zamanları yaşıyoruz.Sana kendimi anlatmayı,nelerden rahatsız olduğumu ve neye üzüldüğümü anlatmaya çabalıyorum,yapamıyorum.Bir akşam yemeğe çıkma isteğim reddedilince sinirleniyorum.Beni daha önce görmediğin şekilde hem de . Sen sinirlenmeyen biri olduğun için benim de duygu ve davranışlarım arasındaki farklılıklar yavaş yavaş yok oldu.Her durumda birbirine yakın tepkiler veriyorum.Yalnız o akşam oldukça farklıyım.Su içtiğim bardağı yere fırlatıyorum.Tuzla buz olan bardağın parçaları evin her yanına dağılırken sen epeyce şaşırıyorsun.Etraftaki parçaları toplamaya çalışıyorsun.”
‘Bırak onları yeter artık!’
‘Ne yaptığını sanıyorsun sen bir akşam yemeğe çıkmadık diye olacak iş mi bu ?’
‘Bir akşam mı,senelerdir dışarı çıktığımız mı var ? Artık yoruldum.Sürekli Genetik denilen o saçmalıklarla uğraşmandan sıkıldım.’
‘Seninle de çocuklarla da yeterince ilgileniyorum,haksızlık ediyorsun bana.’
‘İlgilenmek,ne güzel ilgileniyorsun,makalelerin,deneylerin,öğrencilerin ve arkadaşlarından kalan küçük zaman diliminde,yemek yediğimiz zamanlarda ya da uyumadan önceki dakikalarda hızlı hızlı neler yaptıklarını soruyorsun çocuklara.Sanki onları da sınava tabi tutuyorsun.Öğrencilerinin kağıdını okur gibi doğru cevapların olduğu bir kağıt var elinde ona bakarak not veriyorsun.’
‘Okul nasıldı?’
‘İyi.’
‘Derslerine çalışıyorsun değil mi?’
‘Hayır.’
Hayır yanlış cevap,doğrusu evet çalışıyorum,bu hayata bu amaçla gönderildim.Yılmadan,yorulmadan ders çalışmak için.
‘Dişlerini fırçaladın mı?’
‘Evet.’
‘Bütün cevaplar doğru en iyi baba sensin.Her alanda olduğun gibi en iyisin.Tebrikler! Onların ne yaptığından haberin yok.’
‘Ne yaptıklarını senden iyi biliyorum.Onları takip ediyorum.’
‘Yalnız takip edersin zaten,beni de ettiğin gibi. Evliliğimizin ilk yıllarında sürekli sorular sorardın.Neredeydin,neden geç kaldın.Ne oldu o kıskançlıklara? Artık seni aldatma ihtimalim ortadan kalktı değil mi? Ya da öyle bir ihtimal olsa da bunu önemsemediğin o kadar açık ki.Çünkü sizin gibi üstün insanların bu gibi küçük,önemsiz olaylarla nasıl bir ilişkisi olabilir? Bu hisler sizin karşınızdaki insanı aşağılama nedenlerinizden biri.Geçen gün aşağıdaki bakkal karısını kıskandığı için ona sanki böceğe bakar gibi bakıyordun.Tamam haklısın tasvip ettiğim davranışlar değil; ama en azından kendin gibi olmayan insanlardan tiksinmesen olmuyor mu?’
O kadar uzun süredir anlatıyordu ki bir ara ne anlattığını unuttum.Sonra dikkat kesilip anlamaya çalıştım.Şaşırdığımsa bu karakterin hiç iyi özelliğinin olmamasıydı.Söz vermeme rağmen dayanamayarak sordum.
“Elbette var sen iyi bir bilim adamısın.Çarpık kentleşme ve şehircilikle ilgili doğru tespitlerin var.Taşradan gelmiş Müteahhitlerin doğal güzelliklere sahip şehirleri çirkin binalarla kaplamalarına sonuna kadar karşısın.Hatta ülkenin bütün televizyon ve gazetelerinde sık sık görünen bir müteahhidi hazine arazisine kaçak yapılar yaptığı için deşifre ettin,dava açmaya yeltendin;ama üniversite yönetiminin ilişkili olduğu bir adam olduğundan kısa sürede uyarılarak vazgeçmek durumunda kaldın.Neyse konumuza geri dönebilir miyiz?”
‘Bak yine midem bulanıyor,ağrı da başladı.Lütfen buna bir son ver.’
‘Başladık yine mide bulantılarına,yahu Doktor bile söyledi.İnsanlardan tiksiniyorsun diye,ne bulantıları?’
‘Doktor sadece strese bağlı olduğunu söyledi.Anksiyete var biliyorsun.’
‘Bak o arkadaşların seni merak ettiklerini,öğrenmek istediklerini söyleyen bir arama motoru gibi görüyorlar.En basitinden biraz önce söylediğin hastalığı öğrenmek istediklerinde sana soruyorlar.’
‘Anksiyete.’
‘Efendim.’
‘Biraz önce söylediğim rahatsızlığım Anksiyete,nedeni belli olmayan tedirginlik,kaygı,korku,gerilim,sıkıntı halidir.’
‘Yine başladın işte tam da bunu söylüyorum.Sürekli dersteymişsin gibi birilerine bir şeyler anlatıyorsun.Onlarla bu sayede konuştuğunu zannediyorsun.Sen bugüne kadar kimseyle gerçek bir ilişki ya da dostluk kurmadın.Olaylara verdiğin tepkiler bile inandırıcı değil.Geçen hafta çocukluğumda her yaz tatili yanına gittiğim dayım trafik kazası geçirip öldüğünde verdiğin tepkiyi hatırlıyor musun?’
‘Çok üzülmüştük.Ne dediğimi hatırlamıyorum.’
‘Ben hatırlatayım.Sakin ol hayatım biliyorum dayının ölümü can sıkıcı ama yapabileceğimiz bir şey yok.’
‘Can sıkıcı demiştin.Bir ölüm karşısında söylediğin şey can sıkıcıydı.Nasıl bir insan bu cümleyi kurar.’
Cümlelerini bitirdiğinde kısa süreli bir duraksama yaşadık.Doğrusu ben dakikalardır konuşmuyor,onun piyesini izliyordum.Birkaç defa araya girmeye çabaladımsa da ellerimi tutup engellemeye çalışınca söyleyeceklerimi toparlayamadım.Bu kısa süreli etkinin hiç bitmemesini istiyor,bir yandan da Rüya’nın bu hikayeyi kısa zamanda nasıl aklına getirip anlattığını anlamaya çalışıyordum.Bir yerlerden okuyup kendi kurgusuymuş gibi anlatıyor olabilirdi.Bugünlerde çok karşılaşılıyordu bu tür durumlarla.kitaplarda,filmlerde,şarkılarda hep birbirinin benzeri cümleler,müzikler,diyaloglar vardı.Taklit eden buna şiddetle karşı çıkıyordu.Birinden esinlenmekle onun yaptığını taklit etmek arasında büyük fark olduğu söyleniyordu.Bunları düşünürken kısa zamanda hayatımın istediğim şekilde olması heyecanımı arttırıyordu.O küf kokan büroda değil Kitabevimde çalışıyordum.Uzun zamandır aradığım gerçek aşkı bulduğumu düşünüyordum.Her zamanki gibi tedirgindim.Neler olacağını bilememenin verdiği o titremeler,kalp çarpıntısı,gerginlik acaba Rüya’nın anlattığı hikayedeki Profesörün hastalığına mı yakalanmıştım? Sanırım kurgusu beni ele geçiriyordu.Ne anlatırsa anlatsın etkilenecek durumdaydım.Gülüşü,gözlerini kısarak bakışı,kulaklarını geçmeyen dalgalı saçlarının verdiği kendine güven…Kendine güvenen biri olduğu saçlarından belliydi.Düz,uzun saçlı,narin,kendine güveni olmayan kadınların aksine kısa,dalgalı saçlı kadınlar her zaman dikkatimi çekmişti.Nitekim bu defa duygularımdan oldukça emindim.Kendimden emin olmama rağmen istediğim gibi gitmiyordu hiçbir şey.Daha sıradan bir akış içinde olmasını dilerdim.Bu hikayeyi dinlemek,küçük oyunun içinde yer almaktan sıkılmadım.Yalnız içimdeki coşkuyu kanalize edememenin bir gerginliği vardı.Yönlendiren değil yönlendirilen olmak,ırmağın akışına yön verememekti.Yaşam ırmağımın akışını önceki sığ yaşamımdan vazgeçip buraya gelmekle yönlendirmiştim.
“Yeterince düşündüysen diğer olasılığa geçelim mi?”
Cevap vermeden yalnızca kafa sallamakla yetindim.Oturduğu yerden kalkıp kitapların arasında gezinmeye başladı.Birkaçını alıp okur gibi yapıp yerine yerleştirmeye çalıştı.Dudaklarından dökülecek her kelimeyi heyecanla bekliyordum.
“Bu defa o Profesör’ün baktığında midesinin bulandığı bakkalsın.Ben de bakkalın eşiyim.İşine biraz önceki kadar aşık değilsin;ama yine de paraya oldukça düşkünsün.”
Dayanamayıp araya girdim.
“Neden hep ben küçük hesaplar yapan ilgisiz,çekilmez biri oluyorum da sen şikayet eden taraf oluyorsun?”
“Peki benim de kötü huyum olacak elbette.Ben de o toplumsal sınıfa uygun olarak biraz fazla konuşan,rahatsız edici biriyim.”
‘Yahu en azından akşam dokuzdan sonra kapatalım şu dükkanı.Evimizden çok buradayız zaten.Yatmaya gidiyor,çocukların yüzünü görmüyoruz.Kızın nişanı yakında çeyizine bir şey yapamadım.
‘Kendin diyorsun nişan yakında diye para lazım bak o yüzden akşam sabah demeden açık olacak bu dükkan.Sen istersen git ben buradayım.
“Dikkat ettiysen kızımız nişanlı.Bakkal olmak için Doktora yapmaya gerek olmadığı için erken yaşta çocuğumuz oldu.Çocuk sayımızda da bir artış var.İlk üçü kız olduğu için erkek olsun diye sen bir daha yapmamı istedin.Sen istediğin için değil elbette ‘Allah verdiği için’ dördüncü çocuğumuz ‘Allah’ tan erkek oldu da beşinci olmadı.Kızımız üniversite okumadı.Sen izin vermedin şehir dışında okumasına zaten kendi de çok istekli değildi.Sen ve arkadaşların istemedi okumasını.Üniversitede,uzakta neler yapacaktı kim bilir? Esnaf arkadaşların ‘Aman dikkat et kız çocuğu o evlenene kadar sana emanet.’Derlerdi. Namus önemliydi onlar için;ama kızın dükkana gelip giderken kızları yaşındaki çocuğuna yiyecek gibi bakmaktan alıkoymazlardı.Her gün gazetelerde,televizyonlarda kadın cinayetleri,tecavüzleri olan bir ülkede böyle arkadaşlarının olması da olağandışı bir durum değildi.Geçen yıl yan dükkandaki sucunun karısı dayaktan annesinin evine gitmiş arkadaşın da karısını eve dönmeye ikna etmek için kayınvalidesinin evine gidip karısı tarafından reddedilince zavallı kadını sokak ortasında bıçaklamıştı.Oracıkta ölen kadın için gazetelerde ‘Namus Cinayeti’ başlığı layık görülmüştü.Böylelikle gazetelerinin tirajlarını arttıracaklarını hedefliyorlardı.Sana da bir muhabir gelip arkadaşını sorduğunda ‘İyi adamdı her Cuma namazına giderdi.’ Demiştin.Zaten çalıştığı bankayı hortumlayanlar,karılarını öldürenler,çocuk istismarcıları,küçük kızları babaları hatta dedeleri yaşlarındaki adamlarla para için evlendirenler ne kötülük yaparlarsa yapsınlar arkalarından hep ‘Cuma namazını hiç kaçırmazdı.’ Denirdi. Bu şekilde bir koruma kalkanı oluşturulmuştu.
‘Sen gitmiyor musun? Hadi gideceksen git!’
‘Bekleyeceksin yani ?’
‘Bekleyeceğim dedim ya. Hoca birazdan gelir.Eve giderken uğrayıp süt,soda bir şeyler alır da üç beş kuruş kazanırız.Hem adamcağız aşağı caddedeki süpermarkete kadar yürüsün mü ?’
‘Eminim o yürümesin diye açık tutuyorsundur dükkanı.’
‘Yeter! Kafam kaldırmıyor artık bu iğnelemelerini.Yarın mal gelecek bir de onunla uğraşacağız.’
“Senin cümlen bitmeden ben daha fazla tatsızlık çıkmasın diye ayrılıyorum dükkandan.Sen yüksek sesle söylenmeye devam ediyorsun.”
‘Bir rahat vermiyorlar kardeşim.Anam ağlıyor benim akşama kadar.Şu dükkanda elin adamlarıyla uğraşıyorum.Ben de meraklı değilim o burnu tavanda gezen ‘Profesör’ beyimizin yüzünü görmeye.Üç beş kuruş kazanayım diye ağamsın,paşamsın diyorum.Külhanbeylik yaparsam aç kalırım.Geçen gün ağzını yüzünü ekşiterek iki yüz elli gram peynir istedi.Her şeyi de gramıyla alır.Market kapalı olmasaymış açık peynir almazmış zaten.Elime eldiven giymeden peyniri kestim diye etmediği laf kalmadı.Yok pismişim, elimi orama burama değip peynire sürüyormuşum.Ne yapayım beyim üç kuruşluk peynir için eldiven tak çıkarla mı uğraşayım? Peyniri verip gönderince yakası açılmadık küfürleri saydırdım.Gitmeden de söylenmeye başlamıştım.Hayırdır ne mırıldanıyorsun dediğinde şarkı söylüyorum diyordum.Peyniri paketleyip poşete koyarken de müdahale etmekten geri durmuyordu.Siyah poşete koyma kanserojen var şeffaf poşetin yok mu senin? Yok derdim yok hocam.Poşeti elimden hızla çekip almıştı.Zıkkım olsun! dedim giderken Zıkkım olsun!
Son cümleyi söyleyip gözlerime baktığında başımda keskin bir ağrı hissettim.Kaç dakikadır,kaç saattir aynı yerdeydik bilemiyordum.Dahası burada yalnız olma ihtimalim de vardı.Evet kendi kendime konuşuyordum.Kitaplardan yayılan o kokunun etkisiydi.Özellikle eski kitaplardan yayılan kokunun baş döndürücü etkisi.Yeni kitaplarda eksik olan o kokuyu duyumsuyordum.Parlak kağıtlara basılmış,arka kapaklarında birkaç cümleden oluşan slogan sözler yazılı o popüler kitaplar bütün kitapçılarda oldukça fazlaydı.Zaten az olan okurun büyük kısmı da popüler edebiyata ucuz aşk romanları,fal,büyü kitaplarının arasında sıkışıp kalınca sonunda çok küçük bir kesim edebiyatla olan bağını koparmıyordu.Bu düşünceler içindeyken Rüya geldi aklıma.Sahi o neredeydi,neden yalnızdım? Hatırlamaya çalıştım.Bana o iki uç karakterleri anlattıktan sonra başka olasılıklar düşünmek istemedim.Neden varsayımlarla yaşamımı sürdürecektim ki ? Onun dükkandan aniden çıkıp gitmemesi için bu oyunu oynamaktan ziyade dinlemeyi kabul etmiştim.Gidişine engel olamasam da geciktirmek bile mutlu etmeye yetti.Kısa süreli mutluluğumun devam etmesi için çaba göstermiştim;ama ne demeye çalıştığını da anlamalıydım.
“Ne anlatmaya çalışıyordun?”
“Bunu beğenmedin sanırım.”
Cevap vermeye çalışsam da izin vermeyip konuşmasına devam etti.Anlatacaklarının bittiğini,onu dinlediğim için de bana teşekkür edip gitmek istedi.Gitmemesini istediğimde birbirimizi hiç tanımadığımızı ve tanıyamayacağımızı anlattı.Onu az da olsa tanıdığımı,annesinin ölümünü,babasını,kardeşlerini bildiğimi söylediğimde yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi.Daha önceki gülümsemelerine benzemiyordu.Beni mutsuz edeceğinin işaretiydi.Ne olursa olsun mutsuz olmaktan kaçamayacaktım.İçimden tekrarlamaya başladım.”Ne olabilir ki?”Bunları söylerken kapıyı kendine doğru çekip ;
“Kendi hayatım olduğunu iddia ettiklerimde bu oyunun devamını oluşturuyor.Ne dediğini anlayamadım.İnsan hiç tanımadığı birine aşık olup olmamayı tayin edemiyor.Kapıyı çekip çıktığında ne yapacağımı,arkasından gidersem bir şeylerin değişip değişmeyeceğini düşünmeye başlarken Olgun Ağbi geldi.Halimi hatırımı sordu.Durgunluğumu fark edip neler olduğunu anlatmamı istedi.Anlatmaya başlamadan;
“Bir şey soracağım Serpil Hanım neden bu kadar uzun kaldı anlamadım.!
Serpil Hanımın kim olduğunu anlamamıştım.Rüya gitmeden önce gelen yaşlı kadını kastetmiyordu.O kadın dükkandan torunu için ders kitabı sormuştu.Olmadığını söylediğimde zaman kaybetmeden dükkandan ayrılmıştı.
“Olgun Ağbi Serpil Hanım kim?
“Kısa dalgalı saçlı hanım.Beyaz elbiseli senden önce benim dükkana gelip burayı ve seni sordu.Kitabevini açarkenki heyecanını görmek için yanına uğramak istedi.İyi bir kadındır,tatilin her günü uğrar benim dükkana kocasıyla beraber.Kocası iş için günübirlik gidip tekrar gelecekti.Buraya ilk gelişleriymiş.
Olgun Ağbi konuşmaya devam ediyordu etmesine de ben dinlemiyordum artık.Raflardan birinde en üstteki kitabı alıp okuyormuş gibi yapmaya bu sayede onun dükkandan çıkmasına,yalnız kalmaya öylesine ihtiyacım vardı ki…
Bir cevap yazın