Vazoya baktı ve çıktı.
Bu ülkeye geldiğinden beri yolunda gitmeyen tek şey geceleri boğazını bir mengene gibi sıkan ve onu ölüyormuş hissine kaptıran öksürüktü.
Merdivenleri çıktı, sokak kapısını açtı ve pis havayı ciğerlerine çekmeden önce bir sigara yaktı. Işık açık kalmış mıydı? Sağa dönüp dar caddede yürümeye başladı. Karanlık iyice çökmüş, etraf sessizleşmişti. Ayakkabıları kaldırımda kayıyordu. Sokak başlarında tek tük insanlar vardı. Bu insanlar mıydı yerlere tüküren, birbirine küfür eden, evlenen, çocuk yapan? Sol tarafında Tyne köprüsü uzanıyordu. Gece ayrı bir ihtişamı vardı. Kendisi için bir önemi olmadığını düşündü. İki yıldır bir kere olsun geçmemişti yanından. Yol ayrımında sağa mı sola mı gideceğine karar veremeden bir süre düşündü. Oysaki kaç kere geçmişti buradan. Caddenin sağ ve solunda gövdeleri hafifçe yere doğru eğilmiş ağaçlar uzanıyordu. Bu ağaçlar sanki caddede yürüyen sevgililerin yağmurdan ıslanmaması için yapılmıştı. Sevgili? Yaren? Canan? Nasıl diyorlardı ona kendi ülkesinde. Sola dönmeye karar verdi. İki taraflı dizili olan dükkânların önünden bir yere yetişiyormuş gibi hızlı adımlarla geçti.
Neden bütün araba kiralama dükkânlarına kadın ismi verilir?
Ülke insanlarının çoğunlukla Masumiyet Meydanı dedikleri meydana vardı. Yuvarlak olarak tasarlanmış meydanı çevreleyen banklar ve ortasında medeniyet sembolü kabul edilen su havuzu vardı. Bankların çoğu boş olmasına rağmen oturmadı. Ayakta bir sigara yaktı. Gelip geçenleri izlemeye başladı. Bu adamı daha önce görmemişti. İyi giyimli bir adamdı. Paltosunun yakalarını kaldırmış, şemsiyesiyle önünden geçti. Adamın arkasından kısa saçlı, kemikleri çıkık, kısa topuklu ayakkabısı ve kürk mantosuyla bir kadın ayakkabıları kaymadan yürüyordu. Okuduğu romanın kahramanı geldi aklına. Bir hayal kahramanı gibi önünden geçip gitti.
Neden bütün yazarlar kütüphane raflarına dayanarak fotoğraf çektirirler?
Bir sigara daha yaktı. Bir bank bulup oturdu ve beklemeye başladı. Bu banklar ne yaparlardı bütün gün burada, üşümezler miydi? Kimi beklerlerdi? Sevgili bir çiftin geldiğini gördü. Önünden geçip gittiler. Arkalarına geçti ve takip etmeye başladı. On gün önce burada karar vermişti buna…
Kapıyı açtığında burnuna rutubet ve ağır bir sidik kokusu çarptı. Tuvalete bir kova su döktü. Işığı açık bırakmamıştı. Çatlak duvarlara sinen ağır sigara kokusu bu tek göz odaya boğucu bir hava veriyordu. Güneşin doğmasına az kalmıştı. Koltuğa oturduğunda karnının acıktığını hissetti. Dolabı açıp bakmasına gerek yoktu çünkü son beş aydır hiç alışveriş yapmamıştı. Gözü kitaplığın üzerindeki vazoya ilişti. Sıra sıra kitapların arasındaki tek farlılık bu vazoydu. Siyah üzerine kırmızı desenlerle yapılmış kim bilir hangi hayatı simgeliyordu? Biraz kitap okumaya karar verdi. Berlin’de yalnızsın değil mi? Berlin’de değil, bütün dünyada yalnızım, küçükten beri… Uykuya daldı.
Uyandığında güneş batmak üzereydi. Karnının açlığı dayanılmaz bir hal alınca, sokağa çıkıp biraz yiyecek aldı. Sigarası da bitmişti. Gün boyunca aç kalmasına rağmen sigarasız yapamıyordu. Bir şeyler yedikten sonra yıkanma isteği duydu ama su soğuktu. Vazgeçti, yüzüne su çarptı. Koltuğa uzandı, kitap okumaya başladı, göz kapakları ağırlaştı ve uykuya daldı. Hastaymışım, bundan sonra çok farklı bir hayatın olacak.
Sıçrayarak uyandı. Etrafına bakındı, kimseyi göremedi. Gözü vazoya çarptı. Yerinde duruyordu. Sağ bileğindeki yarayı kaşıdı. Hastalığın belirtilerinden biriydi bu. Giyindi. Vazoya baktı ve çıktı.
Yol ayrımından bu sefer düşünmeden döndü ve Masumiyet Meydanına vardı. Saat epey ilerlemişti. Bir sigara yaktı. Bir süre bekledikten sonra iyi giyimli adam uzaktan göründü, elinde çantasıyla önünden geçip gitti. Bir süre sonra önünden kısa saçlı bir kadın geçti. Mantosuz olduğu için onu tanımakta zorluk geçti. Geçti ve gitti. Bir sigara daha yaktı.
Ne o gece ne de bir başka gece sevgili çifti bir daha hiç görmedi.
Bir cevap yazın