(Vera ve Nazım)
Aşka âşıktı Nazım. Güzel olan her şeye ve en çok da Vera’ya.
/// VERA’ YA…
iri iri damlalarıyla yağmur üzüm salkımıydı doğum gününde
senin
şaşkın ve sırılsıklam durdum önünde senin
altın kubbeli bir ağaçtın
denizin ortasında
ilk ergenlik düşümden geliyorum sana
bu şehrin bana verdiği en tatlı yemiş en akıllı söz en insan sokaksın
günlük güneşlik rüzgârım benim
saçları saman sarısı kirpikleri mavi karım benim
Mayıs1962, Moskova ///
Neyler zaman mavi gözlerindeki vurdumduymazlığa ve koca bir ömre sığan özgülük savaşındaki sevdaya. Dilsiz rüzgârların savurduğu memleket hasreti ile geçen çileli bir hayata ve Vera’nın Nazım’a olan aşkına.*
Moskova arsız ve vakur, herkesin yalın kayıplarla dolu yaşamlarının bulunduğu bir şehirdir. O gün gelinle damat toprağın koynunda sadece nemli gözlerin bakakaldığı bir hoşçakalı, bir merhabayla buluşturmanın karmaşık duygularını yaşıyordu.
Ayrılığın son bulacağı kabir başında biriken kalabalık tanık oluyordu bu kavuşmaya. Kucak kucağa külleri, aşkın son perdesinde ve dingin deniz gibi bulutlu gökyüzünün altında, usulca üstüne serildi Nazım’ın.
Mezarlıkta büyük bir sessizlik vardı. Hemen başucunda duran memleket kokan çınarı bile, bir o kadar sakindi ki, tek bir yaprak bile yerinden oynamıyor, bütün heybetiyle tanıklık ediyordu herşeye. Özlemlerin, gidilesi yolların, yazılası şiirlerin, dakikaları sayan yelkovanlar gibi yarım kalan hasretin üzerine seriliyordu aşkın külleri.
Bir sonun başlangıcıydı asıl hikâye. Asırlarca imrenilecek bir aşkın.Saman sarısı saçların, masmavi gözlerin.
***
Moskova’da Nevodevici mezarlığının hemen giriş kapısının biraz ilerisinden sola doğru dönüldüğünde karşımıza çıkıyordu Mavi gözlü devin kabri. O gün mezarlıkta sade bir tören vardı. İhtişamdan uzak, bir o kadar da duygulu olan Nazım ve Vera’nın sevenleri hüzün dolu gözlerle Vera’nın Nazım’a kavuşmasını izliyordu. İnsan boyutundan biraz daha büyük yapılmış granitten mezar taşlarının hemen önü kırmızı karanfillerle donatılmıştı.Dakikalar sonra, yüreğinde ölümsüz bir sevdayı taşıyan çürüyen bedeni huzur bulacaktı.
Sessiz kalabalık, bir süre Romantik devrimci Nazım Hikmet’in kabrine ve başucundaki çınar ağacına nemlenen gözlerle baktı. Memleket özlemiyle yanıp tutuşan şair, gözlerini Moskova’da hayata yumduğu için vasiyeti üzerine, Türkiye’den getirtilen toprak ve çınar ağacı ile bir nebze olsun huzura ermişti. Tek eksiklik, hayatının geri kalan beş yılını evli geçirdikleri ve birbirlerine büyük bir aşkla bağlı olduğu son eşi Vera idi.
Birazdan Vera’da gelecekti ve Nazım yattığı yerde sevdiği kadın ile tam olarak huzuraerebilecekti. Uzaktan gelen bir avuç insan ellerinde beyaz bir vazo içinde getirdi Vera’yı. Vera’nın küllerini.Tıpkı vasiyet ettiği gibi Nazım’ın kalp hizasına gömülecekti. Kalp hizasına gelecek seviyeye küçük bir çukur kazıldı ve beyaz porselen vazo,titizlikle oraya yerleştirildi. İlk toprağı Vera’nın ilk eşinden olan kızı Anna koydu. Anna gözleri yaşlı bir şekilde annesine son vedasını ederken, yakınları onu ağlamaklı gözlerle seyrediyordu. Böylece Mavi gözlü dev ve saman sarısı saçlı kadın, ayrılmalarından otuzsekiz yıl sonra birbirlerine bu şekilde kavuşmuş oldular. ‘’Küllerim bir battaniye gibi Nazım’ın üzerine serilsin’’ diyen Vera son yolculuğuna sakin bir şekilde uğurlandı.
***
‘’İnsan aşkta özgür olmalı’’ diyen Nazım, Vera’ya tutulduktan sonra bu tezini aşkın gücüyle çürütüp ‘’ekmek almaya bile birlikte gidelim’’ demeye başladı. Bağımsızlık üzerine kurulan mizacında savunduğu bütün teorilerin bir bir yok olması yaşadıkları aşkın ne denli derin olduğunun göstergesiydi.
Fırtınalı yüreğinde çok büyük tufanlar koparan Nazım, aşkı ve huzuru son eşi Verda’da buldu. Çağdaş Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biri olan Nazım Hikmet yazdığı şiirlerin Türkiye’de yasaklanmasından sonra onbir ayrı davadan yargılandı. Cezaevlerinde oniki yılı aşkın bir süreyle yatıp çıktıve ömrünün büyük bir kısmı hapiste veya sürgün hayatıyla geçirdi. Bu yüzdendir aşka özlemi. Bu yüzdendir kadınlara olan sevdası. Nazım’ın hayatına birçok kadın girdi ve çıktı ama bir tanesi görür görmez etkiledi onu. Vera.
Peki, bu kadar karmakarışık bir hayatın aşk hikâyesi, yaşanılan onca çile içerisinde nasıl başlamış ve nasıl sürmüştü.
Rus bir ailenin tek kızı olan Vera kültürlü ve eğitimli bir bayandı. Sinema enstitüsünde okuyan Vera, ikinci sınıfa giderken sınıf arkadaşı ile evlenir ve mezun olduğunda kızı üç yaşına gelir. İyi ve mutlu bir aile hayatı süren Vera, okulu bitirir bitirmez bir kukla enstitüsünde çalışmaya başlar. Aldığı sinema eğitiminden ötürü başarılı bir iş hayatı olan Vera, bir süre sonra bir sinema yapım şirketinde çalışmaya karar verir. Oradada başarı kaydettiğinden dolayı bir Arnavut masalının çeşitli ülkelerde gösterime girecek olan bir film yapmakla görevlendirilir. Film projesi hızla devam ederken karşılaştıkları bir sorun herşeyi alt üst eder. Arnavut yaşamı ve Arnavutların nasıl giyindikleri konusunda bilgi sahibi olmadıkları için yapım şirketininde tavsiyesi ile bu konuda uzman olan bir kişiye danışmaya karar verirler.
Bir sinema yönetmenin tavsiyesi üzerine Arnavutlar ile Türklerin yakın ilişkilerinin bulunduğunu düşünerek ve Nazım Hikmet’inde Türk olması sebebiyle ona başvurmaya karar verirler. Yazarlar birliğinden Nazım Hikmet’in telefonunu temin ederler Vera’ya aramasını söylerler. Fakat Vera Nazım ile konuşmaya çekinince olaya yönetmen arkadaşı Bulumberg el atar, onu Nazım’ı araması konusunda ikna etmeye çalışır. Fakat çabaları boşa çıkınca araya stüdyo şefi girer Nazım’ın telefon numarasını çevirip ahizeyi Vera’nın eline tutuşturuverir.
Vera;
‘‘Alo, Nazım Hikmet mi? Sizinle redaktör Vera Tulyakova konuşuyor.’’ der ve konu hakkında bilgi verir. Nazım Vera’ya hemen gelebileceklerini söyler.Vera ile yönetmen arkadaşı Bulumberg zaman kaybetmeden Nazım Hikmet’in evine giderler. Nazım onları kapıda karşılayıp paltolarını çıkarmalarına yardım eder. Daha sonra Vera ile Blumberg’i ortasında kocaman bir masa bulunan bir odaya alır. Odanın duvarında Abidin Dino’nun yürüyüş tablosu, İstanbul’unrenkli bir fotoğrafı ve kendisine çok benzeyen büyük bir portresi vardır. Nazım Hikmet’in yanında onüç sene kendisine yaverlik eden, hemen hemen yazdığı bütün şiirleri bizzat Nazım’ın kendisinden dinleyen kadim dostu Ekber Babayevde vardır. Vera sinema filmi çekimlerinde yaşadıkları Arnavut kültürü ve giyimi hakkındaki sıkıntılarını anlatır. Nazım önüne bir kâğıt alır ve kurşun kalemle fakir bir köylü çocuğunun nasıl olması gerektiğini kendince resmeder. Ardından film konusunda ondan yardım talebinde bulunurlar. Bir süre onu ikna etmeye çalışırlar. Nihayetinde Nazım film konusunda yardım etmeyi ve stüdyo çalışmalarına katılmayı kabul eder. Böylece Vera ile Nazımın ilk tanışmaları gerçekleşir.
Vera ve Blumberg kalkarken Nazım, Babayev’e dönerek;
‘‘Fena kız değil, ilginç, ama göğsü düz.’’ der.
Tatarca söylenen bu cümleyi Vera anlamış ve utancından yüzü kıpkırmızı kesilmiştir. Nazım’a birçok aşk şiirini yazdıracak olan dramatik hikâyeleri işte böyle başlamıştır.
***
Dünyanın en soğuk şehirlerinden biri olan Moskova’ya kar Kasım ayında yağar ve yaklaşık altı ay boyunca kendisini soğuğun kucağına bırakır. İklim şartlarının zorluğunun yanı sıra ekolojik dengesinden dolayı havası da çok kirlidir. En büyük caddelerinden biri olan Tverskaya Caddesi’ni baştan aşağı yürüyünce eve dönüldüğünde saçların yeniden yıkanması gerekir. Dükkânların camları gün içinde defalarca temizlenmesine rağmen simsiyahtır. Bu yüzdendir Moskova’da kara siyah denmesi. Simsiyah karlara hapsolmuş bu şehirde 1955 yılının ayazlı bir Aralık ayındaki ilk tanışmalarıyla başladı hikâye. Nazım görür görmez vurulmuştu sarı saçlarına. Fakat bu tanışmanın aşka dönüşmesi iki yıl kadar zaman almıştı.
1957 yılının güzünde birbirlerini sık sık özleyip, gizli gizli buluşmaya başlarlar. Bu dönem içerisinde her ikiside başkalarıyla evlidir. Nazım Mürüvvet ile evliyken eşini sürekli aldattığı sevgilisi Galina, son dönemlerde Nazım’ın hemen hemen hiç yanına uğramamasından dolayı bir araştırma yapar ve Nazım’ın Vera ile olan aşkını ortaya çıkarır. Nazım Vera ile tanışmadan evvel, şiirden bir hayli uzak kalmıştı. İçinden şiir yazmak gelmiyordu ve sürekli Galina’nın yanında soluk alıyordu. Galina Nazım’ın şiir yazmamasına çok üzülüyor ama her defasında ikna çabaları boşa çıkıyordu. Fakat Vera’nın hayatına girmesi Nazım’a yeniden şiir tutkusunu aşılamıştı.Vera’dan aldığı ilhamla çokça şiir yazmaya başlamıştı. GalinaVera’dan ömür boyu nefret etse de Nazım’ı yeniden şiire bağladığı için bu aşka hep saygı duymuş ve sabırla Nazım’ı beklemişti. Fakat özgürlükten bahseden ve kadından kadına koşan Nazım Vera’nın aşkı ile kalbini sonsuza dek mühürlemişti.
Birçok şiirinde ‘’aldattım aldatıldım’’ diyebilen dürüstlüğü ile de çok sevilen biriydi. Eğer aşk sevdiğinden yoksunsa aşkın rengi siyahtır. Bazen sevdiğinin saç rengine, bazen de gözlerindeki tılsımın rengine bürünür. Bambaşka terennümlere bulanır zaman içinde. Fakat iki taraf da evli olduğu için bir süre sonra çamur rengine dönüşür ve işler içinden çıkılmaz bir hal alır. Karman çorman olur ilişkileri. Özlemek simsiyah katranlar akıtırken yüreğe ayrı durmak mahpusta kalmak gibi hissettirir Nazım’a. Yakın çevreleri ve eşleri durumu bildikleri halde her şey onlardan yanadır ve geriye tek bir şey kalır.Bu özleme acilen bir çözüm bulmak isteyen Nazım Vera ile açık açık konuşur. Ani bir karar alarak her ikisi de eşlerinden boşanır. Kısa bir süre sonra evlenirler.
Her kavuşma bir hayalle başlar. Kurulan hayal ortaksa kavuşmanın keyfine doyum olmaz. Aşk yaşama sebeplerinden biridir onlar için ve vuslata dair tüm ümitleri evlendikten sonra daha da anlam kazanır. Ardın da bıraktıkları kişiler hayal kırıklıklarına bürünse de Nazım ve Vera kavuşmanın keyfini yeniden doğmuş gibi yaşamaya başlarlar.
VERA YA
Moskova’nın 110 kilometre doğusunda
Oka ırmağında öğrendim gümüş türküsünü ırmakların
Durup dinlenmeden akıp gitmenin ululuğunu
Irmak gemilerinden suya düşen ışıkların çağrısını uzaklara
Oka ırmağından öğrendim hasretlerinin dalgın deliliğini.
Yaz geceleri Oka ırmağı
İnce kumları ve sedefleriyle
Ak bir kadını yıkayarak
Aktı odamda kalın kütüklerinin arasından.
Yaz geceleri düşmedi dallarından zamanların yaprakları
Gitmeden gittim adını bilmediğim topraklara..
16 Temmuz 1960
***
‘’Gitmeden gittim adını bilmediğim topraklara’’ diyen Nazım Hikmet asıl aşkı o topraklarda ve asıl sevdayı o yıllarda yaşar. Memleket hasretiyle yanıp tutuşur. Sevdiği kadın yanında olsa da yüreğindeki hasret ateşini bir türlü söndüremez. Memlekete ve İstanbul’a olan hasretinden dolayı sık sık Moskova’daki kanalların sularını izler. Sanki boğazın sularını seyreder gibi…
Moskova anlam olarak ‘’kıvrımlı su’’ demekti. Moskova’da bir sürü kanal vardı ve Nazım hep İstanbul’un sularını hayal edip derin düşüncelerle uzun uzun seyre dalardı. Sürekli Türkiye’den gelecek haberleri beklerdi.
Sık sık uyku problemi yaşar uyuyamadığı zamanlarda kitap okurdu. Okuduğu kitaplara ödünç verirdi, uykusunu. Kovsunlar da bir köy çeşmesinde yıkasınlar yüzünü, hep ayık kalsın diye. Sabah’a kadar salonda uzandığı astarı solgun koltukta, gözleri yarı kapalı elindekini okuyarak beklerdi postacıyı. Postacı hiç aksatmaz, her sabah 07:30’da gelirdi. Postacı posta kutusuna mektuplar, kitaplar ve gazeteler atardı. Posta gelince Nazım yerinde duramaz ayaklanır, büyük bir hız ve heyecanla bir çocuk gibi bahçe kapısının sürgüsüyle inatlaşıp tıka basa dolu kapağı kapanmayan posta kutusuna koşardı. Dostları Türk basınında çıkan gazetelerden yollardı. Fransız ve Moskova gazetelerinin ıslanmış makalelerinde yitik bir çizgi misali, silik yalnızlığın kucaklaştığı sarı bir umutla, alnından düşen damlacıkları eliyle sıvazlardı. Memleketten gelen gazeteleri eline aldığında avuç içleri terlerdi. Hep boğazdaki vapurları hatırlarcasına gülümserdi.Gitmiş kadar olurdu memleketine, memleket topraklarında basılan gazeteleri eline aldığında. Daima gelecek güzel haberleri beklerdi. Daima… Türkiye’den gelecek güzel haberler…Yeniden Türkiye vatandaşlığına geçtiğinin ve yasağının kalmasını arzu ettiği haberler…
Her yeni doğan güne Vera’sının koynunda uyanır ve hep umutla başlardı. Mutluluğun yanı sıra yaşadığı hüzünler onu güçsüz kılardı. Bu yüzden her defasında soluğu güvendiği ve gocunmadan yanında gözyaşı dökebildiği Vera’sında alırdı. Vera bir bebek gibi okşardı Nazımın gözyaşlarını. Öperdi onları üzülmesine hiç dayanamaz içlenirdi gizliden gizliye. Geceleri ise sürekli Türkiye radyolarını dinleyerek haberler edinmeye çalışır memleket özlemini bir nebze olsun bastırmak için uğraşırdı. Gün içerisinde evine birçok insan gelirdi. Onunla tanışmak ve fikir alış verişi yapmak isterlerdi. İçlerinde önemli yönetmenler ve kariyer sahibi kişilerde olurdu. Vera Nazım’ın misafirlerine ikramlarda bulunurken dahi aşkları etrafı aydınlatır sık sık göz göze gelip kaçamak gülücükler atarlardı birbirlerine. Yaşama kaynağı olmuştu Nazım’ın. Onu yeniden bütün gücüyle hayata bağlamış ve sürekli yaramazlık eden haylaz çocuk Nazım’ı biraz da olsa değiştirmişti.
Bir taraftan aşkı yaşarken Totoliter sisteme olan savaşı da devam etmekteydi.Ne yazıkki yine aynı sistemin bulunduğu bir yerde yaşıyordu. Ama bu defa son aşkı yanındaydı. Aşklarını birçok zorluğa rağmen doya doya yaşar buldukları her fırsatta, birbirleri ile aşkın sınırsız hudutlarını aşarak kimseye aldırış etmeden ele ele kol kola dolaşırlardı. Birlikte yaşamaya çok alışmışlar sanki birlikte doğmuş gibilerdi. Hayatları hiç bitmeyecekmişçesine Ver’a titizlikle davranırdı Nazım’a. Herkes herşeye alışıyordu da Nazım hareketli yaşamı içinde yanında Vera olmasına rağmen birçok şeyin yoksunluğunu çekerek sıladan uzak olmaya alışamıyordu. Gitmek gibi birşeylerin eksikliği vardı hep gözlerinde. Ve yazdığı, söylediği şiirlerde‘’beni bir köy mezarlığına gömün, mezar taşı falanda istemem. Hani bir ceviz ağacı olsun başucumda ya da bir çınar’’ diyordu. Son treni kaçırırcasına ya da mahpustaymışçasına yaşayamadıklarının ve özlemini duyduğu bütün güzelliklerin notlarını derin bir sükûnetle,ince bir çizgiyle içeri sızan gün ışığına aldırış etmeden ajandasına yazıp usul usul öperdi mürekkebiyle.Lakin iç gözyaşlarıyla bezenen sözcükler, yüreğine işler ve memleketin dağlarının süslediği o kıvrım kıvrım yolların vazgeçilmezliğiyle, Anadolu kıyısında bahar misali savrulan saman sarısı, güneş gibi parlak saçlı Vera’dan da bahsederdi. Büyük bir aşk ve ihtişamla. Ayrılıklar, hasretler yüreğinde volkanlar koparsa da, düşsede gözyaşları memleketten uzak koca bir yalnızlığa, hiç çekinmeden söylerdi bitmeyen inadını ve davasını güzel gözlü son kadınına.
Nicedir dudakları değmezken yapışkan bir rakı bardağına, yanındayken bile ismini sayıklardı geceleri son kadınının. Sığmazken azına bir zeytin tanesi gecenin ayyaşlığında sızıp kalırdı düşlerini kiraladığı puslu duvarlara hapsolurcasına. O yüzdendir akan suları seyre dalıp dalıp gitmesi…Gözlerini kazırdı dudaklarına, bakışlarındaki yitik limanların çıkmazında, İstanbul’un düşüne dalardı, martılarla bölüşürdü simidini Vera’nın kollarında. Aşka aşıktı Nazım. Güzel olan herşeye ve en çok da Vera’ya.
Çalıntı bir geçmişin acısını çıkarırcasına yazdığı her satırda basamadığı toprakların ayak izlerini bırakırdı ve dolanırdı ceviz ağaçlarının, çınar ağaçlarının gölgelerinde. Düşünde harmanladığı bütün tümceler lal bir diyarın türküsü gibi salınırdı dizelerinde usulca. Ayakaltında gezinen uykusuzluğuna söylenir gidilmemiş ülkelerin siparişlerini verirdi yorgun gözlerine, Vera’nın bembeyaz tenli koynunda.
Abidin Dino’nun esbabındaki hatırasına kimi zaman çakılı kalan gözleri, cümlelerin bağdaşlığıyla uykusuzluğun döngüsünde sayıklatırdı hep Vera’ya olan aşkını yazdığı şiirlerle.
Hangi ressam yapabilirdi bu güzelliğin resmini. Sanki tanyerinin ağardığı vakitte çıkan ışık gibiydi onun saman sarısı saçları. Hangi tualde vardı o renkler. Gözlerinin… Teninin… Hangi iklim betimleyebilirdi bu eşsiz aşkın mevsimini.
VERA NIN RESMİ
Kimseler yapamaz senin resmini
Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin
Aramasınlar seni renklerin atlıkarıncasında
Dayanmış tahta parmaklığa bir bağ taraçasında iklimler
Bizden en uzak gezegenin kederi
Aramasınlar seni uyaklarında ışıkla gölgenin
Sen oyunun dışındasın oylumların da yüzeylerin de
Bir yerlerde bir sevinç günün birinde fışkırır
Kimseler yapamaz senin resmini
Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin
Sen kendi resmini kendin de yapamazsın
Gümüş kanatlı bir balık sıçrıyor enginde
Aynaların içine girip ötelere gitme boşu boşuna
Yitirilmiş erkekler gelir kadınlar koğuşuna geceleri
Sen kendi resmini kendin de yapamazsın
Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde
Senin resmini ben yapacağım.
4 Mayıs 1962
Nazım Vera’nın ona yaşattığı eşsiz duygulara rağmen, hiçbir zaman alışamadığı yaşadığı şehre. Kendi sürgün, aşkı yanı başındaydı oysa. Her gezmeye çıktıklarında oraları sanki ilk kez görmüşçesine şaşkın gözlere bakardı etrafa. Ne taşı benziyordu ne toprağı ne de havası yanıp tutuştuğu memleketine. Ah bir kez ciğerlerine çekebilseydi sıla kokusunu o vakit silkelenip gelecekti kendine, lakin Vera’nın kokusunda buluyordu tüm doyamadıklarının hazzını.
Vera Nazım’ın bütün hallerine, karmaşasına ve verdiği savaş uğruna başına gelenlerin doğurduğu sonuçlarla yaşamaya alışmış ve çoktan kabullenmişti her şeyi.
Arada bir söylenirdi Nazım’a;
‘’Biz ne yapabiliriz elimizden ne gelir ki. Bu sistemi biz mi değiştireceğiz.’’ derdi.
‘’ Ger gün ölme bunlar için!’’
Nazım;
‘’Hayır!!’’ diyordu.
‘’ Bunlara savaş açmalıyız, insanlara asıl olan biteni tüm gerçekliğiyle anlatmalıyız.’’
Zavallı Vera nereye gitseler arkalarından gelen sivil polislerin iğneleyici bakışları arasında yaşamaya çalışıyordu aşkını. Bazen umursamadan fütursuzca bazende hüzünlenerek isyan edercesine.
Vera aşkını tüm zorluklara rağmen yaşamaya alışmıştı alışmasına ama içinde de uhdeler kalmıyor değildi. Normal insanlar gibi yaşayamıyordu hislerini. Nazım’ı avutmakla dolu bir hayattı onunkisi.
Her zaman özgürlükten yana ama anarşist olmadan yaşamını sürdürme gayesindeydi Nazım. Tek amacı şiirleriyle, gazete demeçleri ve yazdığı tüm yapıtlarla sesini duyurmaya insanları özgür bir yaşam alanında varolmaya adayan Nazım aşka olan hasretini giderdiği son kadınına yazdığı şiirlerle Vera’sını onurlandırıyor ve onu ne kadar çok sevdiğini haykırıyordu tüm dünyaya.
Vakitlerinin çoğunu yazdığı oyunları sahneye koydurmakla ve gazetelere, dergilere şiirler yazılar göndermekle geçiren âşıklar, aşklarını bu şekilde yaşamaya alışmışlardı. Nazım sürekli Vera’ya sağdan soldan topladığı Türklerle ilgili haberleri anlatır memleketinden bahsederdi. Hatta evde dahi hep Türk yemekleri pişerdi. Vera’ya sık sık Türk edebiyatını anlatırdı. Birlikte okur birlikte incelerlerdi.
***
Arada sırada tartışırlardı. Bir gün yine bir konu hakkında tartışırken Nazım çok sinirlenmiş ve sesini yükseltmişti. Nazım bakımlı kadınları çok beğenirdi. Vera ise yüzüne su ve sabundan başka hiçbir şey sürmez asla makyaj yapmazdı. Saman sarısını saçlarını da çoğu zaman bakımını kendisi yapardı. Bembeyaz omuzlarına dökülen sapsarı saçlarını bazen tepeden toplar Nazım’a değişik gözükmeye çalışırdı.
Bir yılbaşı gecesi davete katılacaklardı. Vera’da sürpriz yapmak isteyip berbere gitmişti. Giderken de Nazım’a küçük bir not yazıp nereye gittiğini söylemişti. Çok kıskanç olan Nazım bir süre sonra dayanamayıp berberin önünde dolanmaya başlayınca içerden Nazımı gören bayanlar Vera’ya haber verdiler. Vera birden telaşa kapılıp yüzünü kapatarak dışarı çıktı. Onu tanıyamayan Nazım ise yanından geçip giderek hızlı adımlara eve doğru yol aldı. Az sonra eve gelen Vera’yı gören Nazım küplere bindi. Bağırdı çağırdı kıskançlıktan adeta patlamak üzereydi. Küslükleri çok kısa sürer her defasında mühürlenen dudakların neminde göz göze gülümseyerek barışırlardı. Öyle de oldu. En az Nazım kadar Vera da kıskançtı. Bir yere girdikleri zaman bütün kadınlar akıllarını kaçırmış gibi Nazım’a bakarlar ve Vera’da öfkeden deliye dönerdi.
Hayatının hiçbir anını bomboş yaşamayan Nazım bir gününü dolu dolu geçirir ve her günü bir yıl olarak kabul edip sürekli Vera’ya çok az vakti kaldığından bahsederdi. Vera’nın çocuk özlemine bile karşılık veremeyecek kadar meşgul olduğunu anlatır ve doğacak bir çocuğun sorumluluğundan daha büyük sorumlulukları olduğunu anlatırdı. İlk zamanlar Vera bu durumdan çok şikâyetçiydi ama ilerleyen zaman içinde Nazım’ı anladı ve bu durumu kabullendi.
***
// Bir anda başlamamıştı hikâyeleri ama aniden bitivermişti.//
1963 yazıydı. Yine uykusuz geçen bir gecenin ardından yarı kapalı gözlerle Postacının gelmesini bekliyordu Nazım. O gün postacı her zaman geldiği saatten bir saat evvel gelmişti. Saat 06:30 sularıydı. Nazım yine bir çocuk edasıyla postacının getirdiği gazete ve mektupları almak için oturduğu apartmanın ikinci katından hızla inerek posta kutusuna yönelmişti. Memleketten gelecek güzel haberlerin umuduyla posta kutusundaki gazeteye uzandı. Fakat gazeteyi dahi alamadan oracıkta kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumdu. Yıllarca Nazım’ın anılarıyla yaşayan Vera her gün Nazım’a kavuşacağı günü bekledi. Aralarındaki otuz yaş fark vardı ve Nazım öldükten otuzbeş yıl sonra ancak hayata gözlerini yumabildi. Nazım’dan sonra hiç kimseyle evlenmeyen Vera sık sık sevdiklerine küllerimi Nazım’ın kalp hizasına gömün diyerek vasiyet ederdi. Özgürlük mücadelesinde geçen koca bir ömre sığan beş yıllık bir aşk hikâyesi. Saman sarısı saçlı mavi gözlü Vera ve Nazım asırlarca konuşulacak bir aşk yaşadılar.
Nazımın ölümünden bir süre sonra Vera evde küçük bir kağıt parçasına yazılmış bir not buldu. Notta şunlar yazıyordu;
VERA YA
Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm
(1963)
Nazım Hikmet’in ölümünden kısa bir süre sonra Vera’nın bulduğu bu not yaşadıkları derin aşkın kısacık bir özeti gibiydi. Zaman Nazım’ın yarasının merhemi olamadı ama Nazım adını asırlarca okuyacak bir neslin kalbine altın harflerle yazdı. Savaşıyla, çileleriyle ama en önemlisi de Vera’ya olan bağlılığıyla.
Bir cevap yazın