elleri kan ve şaraba bulanmış bir ölü var sanki yatağında
yeryüzünün beyaz örtüsü üzerinde siyah bir leke gibi
sevdiği zavallı kadından uzakta bir başına bir ölü
güne ihtiraslı bakan kadınlar kadar mutluydu oysa
merak etmeden önce eksik olduğunu yaşamının diğerlerinden
mutlu da sayılırdı oysa kıskanmadan önce bir başkasını
hatta merak etmeden önce mesela daha huzurluydu
kendi kabuğunda yaşıyordu
böyle başına ağrı falanda girmiyordu yerli yersiz
denize bakıyordu vapurda denizin üstünde tek derdi karın tokluğu
çığlık çığlık martılara müzik yapan gençlere
ufak tefek araç gereç satan insanlara
yaşlı genç zengin yoksul yine de pek birbirleriyle ilgilenmeyen
durmadan kıpırdanan büyük bir kalabalığa
canlı yaşam dolu geliyordu ona hepsi bu
oda yaşıyordu sağlık problemleri dışında mutlu da sayılırdı
ta ki o güne kadar
ömründe görmemişti böyle bir adam
mahpusların gök dediği o küçük mavi boşluk gibi gözleriyle
gümüş bir yelkenlerle geçip giden gemiler gibi mağurur
dünyanın bir başka ucunda
ızdırap çeken başka ruhlar da olacak diyen yüzüyle
üzgün ve sessiz
daldı adam hakkında düşüncelere
kin tutabilir miydi mesela
düşlere kapılmadan düş kurabilir miydi
yolunu saptırmadan düşünebilir miydi
söylediği gerçeği eğip büken düzenbazlara benzemiyordu hiç
dosdoğru hiç kandırmadan insanı biraz da kırarak söyleyebilirdi sanki sözlerini hiç çekinmeden
korkmak mı lazımdı böylesinden
ömür verdiğin işler bozulsa da gide bilir miydin böyle bir insanın arkasından
yılmadan şimdi koyulabilirsen işe hayata vapura ve martılara aşk olsun sana
bir burgu gibi sarmıştı sorular bu hiç tanımadığı insan kim di
neden onu ilgisini çekmişti
yakınlaştı bayım siz kimsiniz
dedi usulca
adam derinden bir sesle;
döküp ortaya varını yoğunu
yitirdiklerini dolamaksızın dile baştan tutabilirsen yolunu
yüreğine sinirine dayan diyebilirsen
direncinden başka şeyin kalmasa da sevebilirsen
herkesin bırakıp gittiği nokta da sen kalabilirsen
emeğini katarsan hakçasına
her şeyiyle dünya önüne serilir
çok yaşlıdır korular
funda dalarında baş veren tomurcuklar
eserken mart rüzgarları
öyle eskidirler ki güzellikleri
insan hiç bilebilir mi
ve altında mavi göğün
karların serin serin uyuduğu
yerde kaynayan sular
cennetin kararan bahçelerinde
uzanır sessizlik ve uyku
öyleyse kimdi şakıyan sessizce
külrengi mürverlerle kaplı
o yeşil bir vadi sunuyordu kadına
canlanan bir kuştu sanki yüreği kadının
bazen denizin iniltisiydi
karada yüreğine seslenen
mutlaka bu denizin sesi olmalıydı
soluk güzelliğiyle çuha çiçekleriyle donanmış
kırları bile kıskandırıyordu
eski bir acının gözyaşlarına rastladığı menekşeler
çoktan unutmuştu her güzel şey gibi tas tamam dört buçuk ayı
kaybolup gidene kadar sessizce bu yabani mavi
kapayınca kapıyı yapayalnız kalmıştı
derken uğultusu başlamıştı rüzgarın
yaşlanmıştı bir kaç yaş belki de
ürperdi kulakları her sese onun mu diye
sonu hiç gelmeyen bir bekleyişti
sisli gündüzler güneşle ısınmayan
kasvetli günler eski tasalar yeniden sarmıştı
inanmamıştı önceden anladı görünce
nasıl uğuldarmış eserken rüzgar
oysa gitmeden gideceğinin imgeleri diziliydi evin her tarafında
bir keresinde sessizce
gel gidelim beraberce
akşam gelip göğün üstüne serilince
gidelim beraberce
gidelim bildiğin ıssız sokak içlerinden
o sabahlara kadar dek gürültüsü dinmeyen oteller de
sabahçı kahvelerinin önünden geçerek
gidelim o sokaklardan işte
demişti
şimdiyse bura da bir başına sevdiğinden uzakta
elleri kan ve şaraba bulanmış bir ölü var sanki yatağında
yeryüzünün beyaz örtüsü üzerinde siyah bir leke gibi
sevdiği zavallı kadından uzakta bir başına
Mehmet Özgür Ersan 18.01.2016 üsküdar
Bir cevap yazın