Yirmibiryirmibir… Geçmiyor zaman. Ne zaman bitecek bu gece? Burada olmamalıydım hep onun yüzünden oldu bütün bunlar. ”Gel ona en büyük darbeyi bu şekilde vurursun ”dedi. Oysa darbe vurma istenci duymuyorum ki. Yaşıyorum hayatımı bilinçsizce dahası bu bilinçsizlik üzmüyor, endişelendirmiyor. O nereden bilecek ki neler yaşadığımı. Neyse ona haksızlık etmemeliyim. Beni anlayamasa da yanımda olmaya çalıştı. En azından ikiyüzlü değil. İkiyüzlülükten sıkıldım artık. Hoş bu zamanda ikiyüzlü insan bulmak da zor ya. Artık herkesin duruma göre kullandıkları maskeleri var. Tiyatro oyuncularının ders almaları gerek bu insanlardan. Yeter… Gömleğimin kollarını çekiştirmekten, kravatımla oynamaktan sıkıldım artık.
Bana bakmıyor beni görmüyor, duymuyor burada olduğumun farkında bile değil. Dakikalardır yanımdan geçen garson bile yaşadığımın farkında da o değil. Sahi yaşıyor muyum?
Benimle konuşmak ister mi acaba? Yanına gitsem, Merhaba, tebrik etmek için geldim. Bu mutlu günümüzde sizleri de aramızda görmekten… Ne diyorum ben davetiyenin geldiği gün aklıma geldi bir an. Bana değil yanımdakine gönderdi davetiyeyi. Ondan alıp okudum gizlice, hayır gizli değil, o getirip verdi okuyayım diye. Bu mutlu gününde yanında olmak istedim. Hakettiğin mutluluğu yaşıyorsun. Neler diyorum onu pohpohlamaya mı geldim?
“Ona en büyük darbeyi bu şekilde vurursun.” Nikâh töreni başlıyor sanırım. Herkes birden telaşlandı. Topuzlu, kara kara makyajlı, topuklu ayakkabıların etkisiyle tepeden bakan kadınlar hareketlendi birdenbire. Sert, anlamlı, bol imalı bakış atsam ve “Sen beni bıraktın; ama ben senin gibi gaddar değilim, düğününe geldim bu kadar da geniş yürekliyim işte” desem. Gaddar mı dedim? Saçmalıyorum yine. Hayatım boyunca cümle içinde kullanmadığım bir kelime bu. Seksenlerin buram buram arabesk kokan filmleri canlanıyor gözümde.
“Şuradaki tuhaf giyimli adamı görüyor musun? Deminden beri yanında biri varmış gibi konuşuyor, kim bu adam?”
“Bilmiyorum geldiğindendir yalnız başına, bir şeyler geveliyor ağzında; ama inan kim olduğunu bilmiyorum. Bu kalabalıkta kimin kim olduğunu anlamak zor.
Yanımdaki hala ikna etmeye çalışıyor. “En iyisini yaptık gelmekle. Üzüldüğünü anlamamalı her şey normal gidiyormuş gibi davranmalısın. Hem biraz dik dur! Ne o öyle Notre Dome’nin Kamburu gibi.” En büyük darbeyi ne zaman vuracağım? Etraftaki kalabalık yanlarına gidiyor. Ellerindeki altınları bir bir takıyorlar. Acaba benim de bir çeyrek altın takmam gerekiyor mu? Ne diyorum yine oldu olacak bir de çiftetelli oynayayım karşısına geçip. En son ne zaman düğüne gittiğimi bile hatırlamıyorum. Halaoğlu evlenmişti yıllar önce Ayvalık’ta. İçirmişlerdi bir güzel. Rakıya alışkın değildim. Sabaha kadar oynamış, halay çekmiştim. Bu gece de mi öyle yapsam? Garson görmüyor. Görse içip sarhoş olsam, olsam da bu bitmek bilmeyen acıya son versem.
“İki kadeh birden aldı görgüsüz, sanki bitirince bir daha istemeyecek. Getirmiyorum bundan sonra. Mademki sen fazla alıyorsun, yok sana içki. Hepsi ayrı bir model zaten. Çok memnunum sanki burada olmaktan. Gece yarılarına kadar can sıkıntısından çalışıyorum milletin gözünde. Yüzüme bakan bile yok. ‘Bakar mısınız?’ diyorlar sürekli sanki kendileri bakıyormuş gibi. Aynı soruyu gece bitene kadar duyuyorum. Hayır bakamam. Bakmıyorum lan! Hadi bakalım. İsteğime bağlı sanki bakıp bakmamak. Ne istiyorlarsa getiriyorum. Çeşit çeşit içkiler, çerezler, kekler, kroketler… Sen bak bir defada yüzüme. Yüzüme bile bakmadan çağırıp istediklerini yine bakmadan söylüyorlar. Hayır, ama bakmaz onlar. Bakamazlar, bakmazlar. Efendim ya onlar benim. Seslendiklerinde ‘Efendim!’ Diyorum ya! Sahibim oluyorlar, bu sayede köleleri oluyorum. Bir gecelik köle. Bu kelimeyi oldum olası sevmem; ama başka ne söylenebilir ki? ‘Buyurun!’ Desem o da olmaz. Buyurmak da efendilerin yapacağı iş. Ben kölelikten kurtulamayacağım anlaşılan. Yanlış bir hareket yaparsam anında azarlayıp yaptığıma yapacağıma pişman ederler. O olmasaydı bunlara katlanmak zorunda kalmazdım; ama güzel gözlümle evlenebilmemiz için para biriktirmek lazım. Para biriktirmek için de efendilerime hizmet etmem gerek. Varsın bu gecelik onlar efendi olsunlar ben köle. Bu geceden sonra başka efendilerim gelir, yüzüme bile bakmadan yine aynı şekilde seslenirler, ben de canla başla hizmet ederim onlara.”
Mutlu değilim burada olmaktan. Müzik rahatsız ediyor hem. Ne de kötü çalıyorlar. Müzikten soğuturlar adamı. Herkes çok mutlu maşallah bir ben ayrıkotu bir de beni buraya getiren…
Kendim için en iyisini istiyordum, bunu hakediyordum. Mutlu olmak mutlu ölmek istiyordum. Mutluluğun da mutsuzluk kadar acı veren bir duygu olduğunu geç anladım. Hep onun yüzünden herkesten soyutlamış, izole bir hayat yaşamama neden olmuştu. Yalnız onunla ilgilenmemi istiyordu. Kimseyle birlikte vakit geçirme şansım olmuyordu. En sonunda olan yine bana olmuştu. Çevremden soyutladığı yetmiyormuş gibi o fanusta bırakıp gitmekte herhangi bir sakınca görmemişti. Ondan sonraki zamanı hatırlamak dahi istemiyorum.
Ayvalık’ta geçen mutlu yıllar doğum günleri… Bir sefer babam ışıklı bir robot almıştı. Pili bitene kadar oynamış, çok sevdiğim arkadaşlarımı günlerce görmemiştim; ta ki oyuncağım bozulana kadar. Onunlayken de böyle olmamış mıydı? Yıllarca Ayvalık’a gitmemiş en yakın arkadaşlarımın davetlerini geri çevirmiştim. Onunla ayrıldıktan sonra soluğu Ayvalık’ta almış, arkadaşlarımın tesellileriyle ayakta kalmıştım.
“İnsanın ilk aşkıyla evlenmesi kadar güzel bir duygu yok sanırım. Üniversiteden beri birliktelermiş ne güzel. Bundan sonra da hep mutlu olurlar inşallah.”
Nereden geliyor bu ses. Yanlış duyuyorum herhalde. Onun ilk aşkı benim. Liseden beri birlikteydik. Daha iki yıla kadar evlilik hayalleri kurardık. Şimdi bu kırkını çoktan aştığı halde kendini genç kız sanan, üzerindeki hayli dar elbiseyi kendi gibi üç kadının yardımıyla zar zor giyen kadın benim sinirlenmem için mi uğraşıyor? Başaramayacak mutsuz edemeyecek. Ne olursa olsun dik durmalıyım, dışarıya hiçbir şey yansıtmamalıyım.
Kararlıyım gideceğim yanına okkalı bir laf edip en büyük darbeyi indireceğim. Hızla ilerliyorum. Onlara doğru geldiğimi gören kardeşleri şaşkın şaşkın bakarak uzaklaşıyor ablalarının yanından. Masalara çarparak yanına gidiyorum. Son derece ciddi bir ifadeyle söylediğim iki kelime içimden sayısız küfürler etmeme sebep oluyor. Tebrik ederim. Sonunda söyledim söyleyeceğimi; artık gönül rahatlığıyla gidebilirim buradan. Yanımdakine bakıyorum. “En büyük darbeyi vurdum değil mi?” Cevap gelmiyor. Saatlerdir baskı yapan adam susuyor, herhangi bir tepki vermiyor. Hızla uzaklaşıyoruz oradan. Kimse bakmıyor ardımızdan. Yalnız o gözlerini ayırmadan bakıyor bize. Yanındakiyle konuşuyor. Beni anlatıyordur. Benimle geçirdiği mutlu günlerden bahsediyor mudur? Yoksa küfür mü ediyor ardımdan. Küfür ettiğini sanmıyorum. Kötü bir ifade yok yüzünde. Hatta üzgün olduğunu bile söyleyebilirim. Neler kaybettiğini düşünüyor kim bilir.
Kendilerini tebrik edip hızla uzaklaşan adamın kim olduğunu hatırlamaya çalışıyor kadın; ama bir türlü çıkaramıyor. Yanındaki papyonluya , “Sizin aileden mi bu tuhaf adam ?” Papyonlu dakikalar sonra karısı olacak kadına şaşkın şaşkın bakarak , “Hayır, tanımıyorum, deminden beri yanında biri varmış gibi konuşuyor.” Kadın kendi kendine konuşarak giden bu tuhaf misafire bakmayı sürdürüyor, hayatının hiçbir döneminde karşılaşmadığı bu adamı hatırlamaya çalışıyor. Düğünlerine geliş sebebini aynı şekilde oradan ayrılış sebebini merak ediyor. Adamın kendi kendine konuşuyor oluşu da dikkatini çekiyor. Papyonlu unutuyor adamı. Çok geçmeden arkadaşlarıyla konuşmaya, eğlenmeye devam ediyor. Kadın unutmuyor, inanıyor bir yerden tanıyor bu yabancıyı…
Bir cevap yazın