“ölüm bu mu? ölüm, bir yaşamdan başka bir yaşama savrulmak mı,
yoksa zamanı hiç yaşamamak mı?”
Akrebin Yolculuğu
Uzanıp karnından öptü. Yumuşacık, kesik kesik kar yağıyordu. Uzanıp karı da öptü. Öpüşleri hep çarpık ve kekre. Semaver dünden beri dumana boğuyordu tüm duvar diplerini. Bundan böyle uyumayacaktı. Kararını vermişti lakin havada süzülüp duran mağaraları ve cesetleri unutamıyordu. Bir uzun kirpik oldu simsiyah. Bardaklarını hep doldurdular. Nereye koyacağını bilemedi ayı ve göğü. Alıp cebine koydu sonra. Ayak tırnakları uzamış. Kirli. Sakallarını kesmedi on yıl. Dağa baktı karanfil oldu. Çeper çeper süzüldü her gece. Sandallara hanidir sığamaz olmuştu.
Dersim koyaklarını unutamadı. Bir gece evini yıkarken gördü. Gördüğü evini yıktığıydı. Başparmağını kesip attı. Gördüğünü kestiği vakitlerde. İsli bir gece lambası altında horoz kanları akıttı.
Bu şehrin bir sokağı var. O sokağın bir gecesi. O zaman sevmedi bu duvarları. Dağ hasret çekti. Eteklerinde çeltik tarlası. Tuz. Denizlere yabancı bir bungunlukla gövdesini yokladı. Perdeleri sıra sıra dizilmiş evde dışarıya bakardı. Sokağın bu ucu daima yangına bakar. Alevler içinde bir haykırış olur dolar içeriye. Sokak. İçerinin dışarı olmadığı vakitlerdi. İçerisi ile dışarısı muğlâk bir keskinliğe yazgılı değilken yani. Bir gece onu da uyandırdılar. Kimsiniz diyemedi. Diyemezdi. Önce dilini aldılar çünkü. İzbe bir han odasında kimliğini sordular. Konuşamadı. Elleri köşeli, dirseklerine değin soydular. Karı yedirdiler. Kara kara güldüler. ( ONLAR GÜLÜNCE DAĞLARDA UYUDU. CEPLERİNDE KARINCA DUALARI İLE DOLAŞTI ÜÇ YAZ. SAATLERİ DURALATIP YORGAN DÖŞEK TERLEDİ. KOVUKLARINDA KORKTU. AĞAÇLARIN. ÜRYAN FANZİNLERİN KAPAKLARINDA HARELENDİ. UZUN UZUN DÜŞÜNDÜ. CEBİNDE YÜZÜK BİR ÇAKMAK. ALEVİNDE KADIN OLDU.) Birisinin çenesi çıkık. Tükürdü durdu. O gece dövmediler. Ondan sonraki gece de. Sıvası dökük duvarlarda üç gece göz oldu durdu. Duvarların ardını merak etti. Dışarısı neresi idi. Dışarıda mıydı? Üç gece sonra yine uyurken geldiler. O bunları duymadı. Kapısının önüne yığılmış halde sabaha kadar titrerken buldular onu. Dünyayı yoksul bıraktı. Ayını ve göğünü çalmışlardı.
Uzanıp evinden içeri uykusunda mahrem. Topaç sesleri, ilenç haykırışlar, tozu silkelenmiş halı dövülmeleri utandırıldı her sabah. Bir varabilse, göğsü dağdı. Onlar da öğrenmişti. Kapının menteşeleri gerildi uzunca. Bir dilin dönüşü bir şıngırtı. Avizeler ışıdı. Sedirde ipekli bir mendil. Dünden kanamış.
‘’Gelecek misin?’’ dedi. Mor, bir renk değildi o an. Karanlıktı. Kardı. Sessizlikti. Cerahatini akıttı topuklarının. Vitrinler başka bir hikâyeden alınıp konulmuş gibi incecikti. Şekerliklerde kristal bir cümbüş. Dönüp durdu yıllarca Kadın ve çocuk. Taşra tablosunda bir çirkin siluet. Benzi uçuk sarı. Dört gün çıkmadı dışarı. Kar yorgunu. Sokağın tekinsiz ışıkları maviye çaldı. Ucunu unuttuğu sirenlerden tutup koşmaya başladı. Bu kâbusları onun. Koca bir şehir değil de neydi?
Kahvede iken de böyle dalgındı. Yekten sokulmuştu yanına. Kirpikleri. Bir kara. Bir gür. Avucunda gülkurusu. Yetmiş basım bir kitap. Oku dedi. Dalgınlığına iyi gelir. Sordu soruşturdu. Sahafmış. Yani korktu. Tuttuğu gibi kitabı elinde bir zamk telaşı. Ellerini neye paklasalar çıkmadı mürekkep kokusu.
Bin bir gece düşündü. Çelik bir ızdırapdı çektiği. Okumadı önceleri. Kitabın sayfalarında pütür pütür bir ılıklıkla sendeledi. Kulaklarında zar yokluğu ile cebelleşti durdu. Duymamaya dünyayı. Sonraki geceler bir matbaa denli takırdayan dişleriyle okudu ve her gece sokaklara sığamaz halde sahafçının dükkânında aldı soluğu. Soğuktan büzüşmüş ellerini kanattığı vakit Sahafçı gülümsedi. Dişleri yokluktan içre. Bir gece sahafta beraber uyudular. Aynı düşü görmediler lakin mavi bir yorgan altında bir hikâye anımsadılar. Gölgeleri yoktu kaç vakit. Sahaf dükkânını çok sonra yaktı. Aynalardan da sonra.
Duydu. Hakkâri’de bir dağ varmış. Okudu bir kaza olmuştu. Bu sahaf ne vakit vardı? Ansıdı. Ceplerinde kelebek ölüleri, bir gece vardı sahafa. Kapalı. Paslı camı buğuladı. Uyku ile ölümü düşleyen sahafçının kokusu genzini yaktı. Sütliman bir çehre ile zamanı çalmıştı bu sahaf dükkânı. Kitaplarında uğrunca ölü harf. Kustukça ansıdı. Kar hiç durmadı. Bir kaza olmuştu. Polis tutanakları pürmelâli bu anın. Onu da bir gece almışlar. Çok sonra duymuştu. Krem rengi bir kürk giyen kadının diline tespih ettiği yanık saraylardan da sonra.
Kar kokusu bedeni. Balık yemedi bir daha. Kılçıkları boğazlarında saplanıp kalan ölüleri ansıdı. Sormuştular muhakkak. Kaç ölü gördün. Ölümdü gördüğü oysa. Beden kadın değildi bencileyin. Sevmeleri bakışarak ulattılar. Üleştirdiler sokağın yangınlarını, Krem rengi kürk. Bir uzun kirpik, ince bir dudak evine buyur ettiği bir yaz. Kadın sahafa dönüştü. Onun bukağısına, kır evlerinin yanıklığına. Dağı özledi. On yıl evvel sancıdı.
‘’Başparmağına ne oldu?’’ dedi kadın. Omuzları kemik yorgunu. Sandalın göğü tamamladığı derinliğe varmışlardı. Ay yoktu. Bulutlar da.
Sustular. Dinlediler. Sessizliği dillerine hece ettiler. Kırıldılar. Sokağın ucunda ateşböcekleri. Karaltısını seçemediler ölülerinin.
Katır yüklü tozlu dönemeçleri aştı. Dağa vardı. Toprağı berkitti. Soluğu açlık çığlığı bir yemiş. Çağla tadı sardı yanaklarının çentiğini. Sualler değildi aradıkları. Evinin soğuk açıklığında, odalar dolusu kadın ve çocuk. Çehrelerini ansıyamadı lakin. Ucu bucağı yetmiyordu. Kaç zaman geçti? Dağda! Keçi patikalarında buzul bir cinayet gecesi. Perdelerini aralamağa geldiler.
Yargıç da sordu. ‘’On yıl dağda ne yaptın’’ On yıl ne yapılırsa onu. Sustu. Hücrelerin darlığında gözleri sahaf tozuna bulanmış halde korktu. Sordukları vakit sol gözünü de kestiler. Hamam da yıkandı çıkmadı sinisi işkencenin. Zindana sual ettiler. Dağlı gelmiş. Beş vakit sustu.
Döndüğü vakit şehirde bir telâşe. Başında çavdar yoksunluğu. Sahaf’ı ucundan tutup sokağı da yaktı aynı gece. Uyumayacaktı. Uyuyup da kendini öldürmeyecekti.
Yangında bir kadın çocuğu ile hemhal. Sırtı hamal belleri. Çocuğun ağzında bir nane şeker. Çiğnedikçe uzuyor yangın. Bakakaldılar sokağa ve göğe. Ayı çalmışlardı lakin kar üç gündür yağıyordu.
Bir cevap yazın