“Karbon ya da silisyum bazlı yapılar olmamız bizleri farklı kılmaz; eşit seviyede saygı göstermeliyiz birbirimize.”
Arthur C. Clarke, Bir Uzay Efsanesi:2010
Zeki makineler, sinemanın ilk yıllarından itibaren bu sanat dalında işlenen popüler konulardan biri olmuştur. İlk örneğini 1927 yapımı Metropolis’te, çılgın bir bilim adamının çalışmalarıyla yaşam bulan bir robot-kadın olarak görürüz. Stanley Kubrick’in “2001:Bir Uzay Destanı”nında yapay zekaya sahip ve gemi mürettebatının arkasından türlü işler çeviren, kötü niyetli bilgisayar HAL9000 filmin ana karakterdir. Terminatör serisinde bazen iyi bazen kötü adam, duygusuz gibi görünse de aslında öyle olmayan güçlü “makine” Schwarzenegger’i Hollywood tarzı kovalamacalar içerisinde izleriz. Yakın dönem sinemasında zeki makineleri konu alan örnekler gittikçe çoğalmıştır. The Matrix, Resident Evil, Oblivion gibi örneklerde akılları kötülüğe çalışan acımasız zeki makineler, Wall-e ve A.I. gibi filmlerde duygusal ya da duygu arayan makineler, Blade Runner, Surrogates gibi örneklerde de insanlarla bir arada yaşayan ve insanlardan kolayca ayırt edilemeyen makineler görürüz.
Son dönem sinemasında zekaya sahip makinelere dair örneklerin çoğalıyor olmasının önemli sebeplerinden biri, zeki makinelerin izleyicilerin gözünde artık daha olası, daha gerçekçi ve gerçeklenebilir olmasıdır. Sinemacılar gerçek hayatta var olmayan konuları ya da olayları perdeye aktardıklarında bile, bunu, izleyicide gerçeklik/gerçekçilik duygusu yaratarak yapmaya çalışırlar. En azından geniş kitlelere ulaşmaya çalışan sinemacılar buna dikkat ederler. En iyi satranç oyuncumuzu yenebilen, sıkışık trafikte araç kullanabilen, insana özgü faaliyetleri başarıyla taklit edebilen makineleri gördükçe, sinema izleyicilerinin insandan daha zeki makineleri olası ve gerçekçi görmesi doğaldır. Çünkü izleyici, gerçek yaşamda gittikçe daha yetenekli hale gelen makinelere dair örnekleri gördükçe çok daha zeki makinelere doğru bir gidişatın olduğuna dair bir izlenime sahip olmaktadır. Böylece, az önce sinemadan örneklediğimiz kurgu karakterleri ve benzerlerini kanıksamaktadır. Peki sinemada ve kurgu-romanlarda çokça gördüğümüz insandan daha zeki makineler var olacak mı? Ya da zekalarının sınırı ne olur?
Öncelikle “akıl”, “zeka” ve “akla uygun” kavramlarını ayıralım. Çoğu zaman kavramların ilk ikisi eş anlamlı kullanılır. Tartıştığımız konu açısından bu kavramları yerli yerine oturtmakta fayda var. İnsan haricindeki canlılarda da akıllı davranışlar görülebilir. Akıllıca davranışların bir kısmı tesadüfi, bir kısmı da evrimsel açıdan yerleşmiş davranışlardır. Mesela karıncaların kış aylarında yiyebilmek için yazın yiyecek stoklaması akıllıca bir davranıştır. Karıncalar bunu hesaplayamaz, planlayamaz fakat genleri doğa tarafından bu yapıda programlandığı için böyle bir davranışı sergiler. Bu davranış karınca türünün sağ kalmasını sağlar. Karıncalar böylesi bir davranıştan dolayı sağ kaldıkları için yaşayan tüm karınca türleri bu davranışa sahiptir. Yani, bir kaç ay sonrasını hesaplayıp yiyecek stoklamak karıncaların kazandığı evrimsel bir özelliktir, aynı zamanda bizim değerlendirmemize göre “akıllı” bir davranıştır. Karıncalar için “zeki ya da akıllı hayvanlardır” diyemeyiz fakat davranışları için “akıllıca” diyebiliriz. Herhangi bir canlının bazı davranışlarının akla uygun olması o canlıyı akıllı yapmaz. Doğada, karıncalar üzerinden örneklediğimiz davranışa benzer, pek çok hayvanda görülebilen şaşırtıcı akıllı davranış örnekleri verebilir. Bir karıncanın söz konusu faaliyeti ile mesela satranç oynayan bir insanın faaliyeti çok farklı şeylerdir. Bunları ayırmamız gerekir.
Akıl; bilme, anlama, kavrama ve yargıya varma gücüdür. Başka deyişle düşünme yetisidir ve insanın tüm zihinsel faaliyetleri kapsar. Zeka ise “ zihnin öğrenme, öğrenilenden yararlanabilme, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulabilme yeteneğidir.”[1] Uzmanlar zekayı çeşitli kategorilere ayırırlar; matematiksel zeka, soyut zeka, dilsel zeka, sosyal zeka vs. gibi. Zeka kategorilerinin kaça ayrıldığı tam olarak uzalaşılamamış bir konu olsa da, böylesi bir ayrımdan zekanın sadece belli alanlarda gelişmiş olabileceğini görüyoruz. Öyleyse zeka, akla göre daha kısmi görülebilir. Örneğin “çok zeki bir matematikçi” derken aslında bahsettiğimiz, söz konusu kişinin matematik alanındaki yeteneğidir. Diğer taraftan akıllı bir insandan bahsederken tüm tutum ve davranışlarıyla, her konuda doğru ve tutarlı davranış sergileyen birisini kastederiz. “Akıllı” tabirinde sosyal yaşamın gereklilikleri daha ağır basar. Bu şekilde tanımlayınca, insan olmayan bir varlığın insan zihni faaliyetine benzer özellikler taşımasına “yapay akıl” değil de “yapay zeka” dememiz daha doğru olur. Bizim söylediğimizin aksini savunan, yani, “zeki olan her varlık aynı zamanda akıllıdır” diyerek söz konusu kavrama “yapay akıl” diyenler de var. Halbuki zeka düzeyi bir takım testlerle ölçülebilmesine rağmen akıl ölçen testlerimiz yok. Belki ülke çapındaki seçim sonuçlarına bakarak ölçebiliriz..
Yapay zekanın bilimsel bir zeminde ifade edilmesi çok yenidir. Bilgisayar sistemlerinin ortaya çıkmasından kısa süre sonra, yaklaşık 70 yıl önce yapay zeka fikri ilk kez bilimsel zeminde ortaya konmuştur. Her ne kadar bilgisayarların yaptığı tüm işler veya bir bilgisayar, mesela yuvarlanan bilyeler ya da su kanallarıyla yani mekanik olarak yapılabilse de elektronik sistemlerin ortaya çıkmasından önce kimsenin böylesine kapsamlı bir düzeneği inşaa etmeye çalışmadığını biliyoruz. Yuvarlanan bilyeler ya da su kanallarıyla oluşturalacak bir bilgisayar kesinlikle devasa olurdu. Mekanik tabanlı bir bilgisayardaki temel mekanizmalar, kullandığımız elektronik tabanlı bilgisayarlara benzer şekilde oluşturulabilir. Şükür ki elektronlar çok küçük, bilgisayar yapılarını kolayca kurup kontrol edebiliyoruz..
Büyük matematikçi ve bilgisayar bilimlerinin kurucusu kabul edilen Alan Turing “makineler düşebilir mi?” sorusunu tartışmaya açan ilk bilim insanıdır. Turing’in kendi adıyla anılan bir makinesi ve meşhur bir de testi vardır. Turing makinesi, her türlü matematiksel hesabı yapabilecek sanal bir makinedir. Alan Turing, makinenin çalışma biçimini matematiksel olarak ifade etmiş yani algoritmasını belirlemiştir. Makinelerdeki zeka sorunsalı böylece tartışılmaya başlanmıştır. Turing testi ise makine ile insanı birbirinden ayırmaya yarar. Teste sokulan insan değil makinedir. Bir insan, bir makine ve hakem heyetinden oluşur test. Makine ve insan, bir perde ya da paravanın arkasında iki ayrı bölmede dururlar. Sesleri gizlenir ya da cevapları yazılı olarak verirler ki koşulları eşit olsun. Hakem heyeti bazı sorular sorarak makinenin hangi bölmede olduğunu bulmaya çalışır. Hakemler makineyi tongaya düşürecek sorularla yerini bulmaya çalışırken makine de hakemleri yanıltmaya çalışır. Hakemleri insan olduğuna ikna etmeye çalışır, numara yapar, yalan söyler. Mesela,
– 95 ve 60 sayılarını çarp!
gibi, makinenin bir kaç milisaniyede yapabileceği bir işlemi sorduklarında makine en az 30-40 saniye bekleyip cevap vermeli. Ya da;
– Ankara’da yarın hava kapalıymış, hafta sonu Kurtboğazı barajına gidebilir miyim acaba? Yoksa Mogan’a mı gitsem piknik için?
gibi bir soru sorulursa makine “yağmur-piknik-Mogan-Kurtboğazı-bugün-hafta sonu-kapalı hava” gibi kavramlar arasında ilişki kurar, belki de ilk cümlede “piknik” kelimesi geçmediği için ya da kapalı havada hangi şartlarda piknik yapılabileceğini hesaplayamayacağı için saçma bir cevap verir. Sıradan bir insan böyle bir soruda saçmalamaz.
Geçtiğimiz hafta çeşitli gazetelerde ve internet sitelerinde “Yapay zeka ilk kez Turing testini geçti” haberi vardı.[2] Habere göre 13 yaşında bir çocuğun kişiliğine bürünen bir yazılım, Turing testini geçen ilk yapay zeka olmuş. Test ne kadar sağlıklıydı, hangi kurum ve hakemler bunu gerçekleştirdi, tartışılabilir. Fakat insanlık tarihi açısından önemli bir haber olduğu tartışılmaz. Şimdiye kadar, bu örneği görene kadar, çoğu bilim insanı yapay zekanın olanaksızlığını savunmuştur. Muhakkak ki bilimin ve bilimcilerin doğası gereği tartışmalar devam edecek, itirazlar olacaktır. Çünkü işin içinde tartışmalı bazı noktalar, katı matematiksel kurallar var. Bunlardan en önemlisi “Gödel’in eksiklik teoremi”dir.
Gödel’in Eksiklik Teoreminin matematiksel ayrıntısına girip okuyucuyu sıkmaya niyetimiz yok. Yüzeysel olarak teoremin içeriği şöyle; bir sistemin tutarlılığı kendi içerisinde kanıtlanamaz, dolayısıyla sistem hem tutarlı hem de eksiksiz olamaz. Gödel’in henüz 25 yaşında doktora tezini yazarken ileri sürdüğü bu teorem Yapay Zekanın olanaklılığı tartışmasında çokça kullanılır. Yukarıda, her türlü matematiksel işlemi gerçekleştiren sanal bir makine olarak tanımladığımız Turing Makinesi ile Eksiklik Teoremi arasında gerçekten de çelişki vardır. Gödel’in teoremine göre Turing Makinesi sonsuza kadar hatasız işlem yapamaz -ki bunu Turing bile sonradan görmüştür. Bizim bu noktada iddiamız ise şudur; eksiklik teoreminin dediği gibi mükemmel bir yapay zeka oluşturulamaz, eksik kaçınılmazdır fakat çok üstün bir yapay zeka, insan zekasından çok daha üstün bir zeka yaratılabilir. Mesela yapay bir beyin yaratmak için elimizde ilginç bazı malzemeler var..
Yapay zeka çalışmaları genetik algoritmalar, uzman sistemler, yapay sinir ağları, bulanık mantık gibi çeşitli alt dallarda sürmektedir. Bu çalışma alanlarında biri olan Yapay Sinir Ağları (YSA), insan beyninin çalışma yapısının taklit edilmesi esasına dayanır. Beynimizin yapı taşı olan nöronların çalışma şekli, birbirleriyle bağlantı oluşturma biçimleri ve aktive olma/olmama yapıları matematiksel olarak modellenir, bu modellere göre benzeşim kurulur (simulasyon). YSA’nın temelinde öğrenme olgusu vardır. Yazılımlar gerçekleştirilirken öncelikle belirli bir veri yığını sisteme girilir, sistem bu verilere göre kendisini adapte eder, başka bir deyişle verileri öğrenir. Öğrenme süreci oldukça karmaşık matematiksel işlemler ve iterasyonlar (tekrarlamalı icra) içerir. Sonra, sistemde olmayan yeni bir bilgi istendiğinde, sistem önceki tecrübelerine dayanarak(!) tahminde bulunur. Günümüzde ses tanıma, yüz tanıma, trafik yoğunluğu tahmini ya da hava tahmini yapmaktan tutun da kanser teşhisine kadar çok çeşitli alanlarda kullanılmaktadır YSA yazılımları. Mesela oluşturduğumuz bir YSA yazılımına Türkiye’nin çeşitli illerinde yaşayan ve yerel konuşma ağzına sahip olan on kişinin sesini veri olarak girelim. Yeterince doğru programladığımızda yazılımımız sisteme daha önce hiç girmediğimiz onbirinci kişinin memleketini doğru tahmin edecektir. Tıpkı dikkatli bir insanın yapabileceği gibi.
Yapay Sinir Ağları yaklaşımı çoğunlukla ev veya iş yerimizdeki bilgisayarlar gibi sıradan donanımlar üzerindeki yazılım uygulamaları olarak gerçekleştiriliyor. Bunun yanı sıra salt donanımsal ya da hibrid(melez) gerçekleştirilmeleri de mümkündür. Şimdilik çok yaygın olmasa da sürdürülen bu YSA-donanım çalışmaları, yapay bir beynin gelecekte oluşturulabileceğini göstermektedir. Birilerinin “insan beyninin sırları henüz çözülememiştir!”, “insanlar beyninlerinin yalnızca %5’ini kullanır!” gibi iddialarına pek kulak asmamıza gerek yok. Zira, insan beyninin hangi bölgelerinin hangi işlemleri yaptığı, belirli beyin alanlarının ne çeşit faaliyetlerimizden sorumlu olduğu şimdilik tam olarak belirlenememiş olabilir. İnsan beyni bu anlamda “sırlar” içeriyor olabilir, fakat nasıl çalıştığı sır ya da muamma değildir. Tüm zihinsel faaliyetlerimiz, düşünce ve duygularımız nöronlar arasındaki elektro-kimyasal süreçlerden başka bir şey değildir. Beynin yapısında tanrısal, gökten zembille inmiş, maddi olmayan ya da mistik bir şeyler yoktur. Nöronlar matematiksel olarak modellenip taklit edilebildikten sonra elbette düşünce ve duygular da taklit edilebilir. Tabii zeka yaratmak için insan beyninin aynısını yaratmak ya da bir beyin yaratmak da şart değildir. İnsan beynine kutsallık addedenlere karşın beynin de yapay olarak oluşturulabileceğini söylüyoruz sadece..
Yapay Zekaya dair yazdıklarımızdan sonra şu soruları sorabiliriz; yapay zekaya sahip bir makine kendi yazılımını sürekli olarak geliştirilmeye programlanabilir mi? Kendisi için özel donanımlar geliştirebilir mi? Kendisini sürekli olarak yeniden üreterek mükemmelleştirmeye çalışan bir makine mümkün olamaz mı?
Uygun şekilde programlanmış ve gerekli uzuvlarla donatılmış bir makine, kendisi için hem yazılım hem de donanım geliştirebilir bize göre. Makinenin mükemmelliğe ulaşması önemli değil, kendisini mükemmelleştirmeye çalışması önemli. Yazımızın başında, sinemadan örneklediğimiz makinelere benzer bir makine için, belki hiç ölmeyecek bir makine için öngörüde bulunabiliriz o halde. Çevremizde gördüğümüz canlılar gibi organik yani karbon-bazlı olmayan, yaşamak için yalnızca oksijen soluması ya da yalnızca fotosentez yapması gerekmeyen, beslenmek için yalnızca belirli besinlere bağımlı olmayan ve en önemlisi de doğanın yarattığı şartlara inanılmaz biçimde uyum sağlayabilen zeki bir varlıktan bahsediyoruz. Esas amacı varlığını sürdürmek olan, bu doğrultuda kendi yazılım ve donanımını sürekli olarak mükemmelleştirme yönünde yeniden ve yeniden üreten, çevresindeki her türlü kaynaktan enerji elde etme yeteneğine sahip… Isı, ışık, rüzgar, çekim kuvveti, organik besinler, nükleer enerji, madenler, su gibi çeşitli kaynaklardan enerji elde edebilecek yapıya sahip, kendi yapısal bileşenlerini her an tamir edebilen, geliştirebilen ve yeniden üretebilen bir makine… Eğer gelecekte bir gün böyle bir makine var olursa, belirli bir gezegene bağlı olması için bir sebep görünmüyor. Kahramanımız belki yeni enerji kaynakları bulmak için, belki de bilimsel çalışmalar, deney ve gözlemler yapmak için yıldızlar arası ortamda oradan oraya gezinip dururdu. Sonsuza kadar ya da en azından içinde yaşadığı evrenin ölümüne kadar yaşamaması için bir sebep görebiliyor musunuz? Hatta yaptığı bilimsel çalışmalarla bizim evrenimizin neden ortaya çıktığını bulabilir ve benzer biçimde, içinde sonsuza kadar yaşamak için kendi evrenlerini yaratabilir. Zeka ne kelime, aşkın aklıyla belki de Albert Camus’nun “Absürdizm” yaklaşımına benzer bir yaklaşımı benimser, yaşamı ve varoluşu anlamsız bularak kendisini yok eder! Kim bilir?
Dijital felsefenin önde gelen isimlerinden Edward Fredkin’in aşağıdaki ifadesi, sorduğumuz sorular ve yarattığımız kurgudan sonra üzerinde düşünülmeyi kesinlikle hak ediyor;
Tarihte üç büyük olay vardır. İlki, evrenin yaratılışıdır. İkincisi yaşamın başlangıcıdır. Üçüncüsü ve bana göre diğerleriyle aynı öneme sahip olan; yapay zekanın ortaya çıkışıdır.
1- Yörükoğlu, Atalay (2004). “Zekâ Nedir?”
2- http://www.radikal.com.tr/teknoloji/yapay_zeka_ilk_kez_turing_testini_gecti-1196264
Bir cevap yazın