Yargı’nın Satılmasına Hazır Mısınız? (Tahsin Yücel & Gökdelen)
Bir dünya düşünün…
Çok uzak bir gelecekte olmayan, ama distopik bir dünya olsun bu…
Tek tip yapılaşmanın olduğu…
Geçmişin yok edildiği…
Yoksulların hiç sayıldığı ve hatta sınırların dışına sürüldüğü…
Her şeyin ama her şeyin satıldığı bir dünya. Eğitimin, hastanelerin, otobüslerin ve hatta kaldırımların bile özelleştirildiği bir dünya düşünün…
İşte, Tahsin Yücel’in Gökdelen kitabı böyle bir distopik ve bir o kadar da kaotik bir dünya içerisinde “yargının satışa çıkarıldığı” bir roman.
Bu yazımda size kitabın özetini ya da karakterleri anlatarak spoiler vermek istemiyorum. Çünkü özeti bile, başlı başına bir kitap olabilecek kadar dolu. Azını anlatmak anlamsız çoğunu anlatmak ise gereksiz olacak. Bu sebeple size kitabın bende bıraktığı etkiyi anlatmak istiyorum.
Gökdelen romanı temelinde distopik bir dünyayı resmettiği kadar, aslında ütopik bir dünyayı da bize anlatıyor. Romanı okurken biraz Platon’un Devlet’ini, biraz Thomes More’nin Ütopya’sını, biraz Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sını biraz da Orwell’in 1984’ünü görürsünüz.
Roman bir açıdan ütopyadır, çünkü kusursuz bir dünyayı size sunar. Bir açıdan da distopyadır, çünkü bu ütopya zenginler için geçerlidir. Yoksul olmak bu dünyada “hiç” olmak demek. Hiç doğmamış, hiç var olmamış gibi yok sayılmak demek. Zenginler kendi ütopyalarını yaratırken; tarihi, hayvanları, doğayı ve birçok değeri tükettiklerinizi okursunuz.
Tahsin Yücel, ütopyanın güzelliğini anlatırken, distopyanın eşitsizliğe, yozlaşmaya ve adaletsizliğe yol açan durumlarını da çarpıcı şekilde göz önüne seriyor. Kitaba adını veren gökdelenler, sadece zenginlerin gözetildiği yerler halindedir. Gökdelenler, eşitsizliğin dünyaya dikilmiş binalarıdır.
Tahsin Yücel, basit ama çarpıcı şekilde bu göğe doğru fütursuzca uzanan gökdelenle yoksulların distopyasının karanlık yüzünü ve zenginlerin ise ütopyasının gözleri kör eden aydınlığını bize defalarca gösterir.
Bu dünya üzerinde “yasama” işlemeyen bir sistem. Bugün çıkan bir kanun, birkaç ay sonra kaldırılır. Adalet o kadar aşınmıştır ki, adaleti yerine getirecek kişiler, suçlu olduklarını düşündükleri ya da yollarına çıkan kişileri suçlu bulmak için onların eski sevgilerinden, aldıkları ödüllere karşı her şeyi kullanırlar. Adaleti sağlaması gerekenler, keyfilerine göre insanları hapsederek, mallarında da kendi adlarına el koyarlar. Yani kitapta resmedilen sistem yozlaşmanın çok ötesine geçmiştir.
Böyle bir ortamda, roman kahramanımız bu durumu düzeltmek için “yargının özelleştirilmesi” fikrini ortaya atar. İlerleyen sayfalarda, bu “özelleştirme/satış” süreci içerisinde romanın anti kahramanının; kendisiyle, karısı, arkadaşları ve çevresi ile hesaplaşmasına tanık oluruz.
Sayfalarda ilerledikçe kitap bir yönden sizi yargının özelleştirilmesi gerektiğine inandırmaya çalışır. Öyle tezler ileri sürülür ki “evet, yargı da özelleştirilmeli” dersiniz. Ancak okudukça, öyle karşı tezler sürülür ki bu sefer de “hayır, yargı asla özelleştirilmemeli” dersiniz. Sayfalar boyunca Tahsin Yücel, kelimeleri ile sizinle oynarken, görüşlerinizi bir o yana bir bu yana savurur.
Kitabın sonundaki çarpıcı final ile yazar size farklı bir çıkış yolu da gösterir.
Tahsin Yücel bu kitabı yazarken ne yazık ki hayal gücü kadar; toplumun eğilimlerini, inşa edilen hatalı sistemleri, olası sonuçları kurgulayarak yazmış. Romanlarda anlatılan ütopyalar veya distopyalar uzak geleceği anlatsalar da Tahsin Yücel romanın geçtiği tarih olarak belirttiği 2073 ile aslında bu olasılıkların çok uzak olmadığını da vurgular.
Gökdelen’i Tahsin Yücel’in temiz Türkçesi ve akıcı dili ile okuduğunuzda daha da çarpıcı hale gelmektedir. Yücel bize, romanın her bir sayfasında kaybettiğimiz değerlere odaklanmamız gerektiğini göstermesinin yanı sıra geleceğin sunduğu imkanları ve tehlikeleri de göstermeye çalışması ile çok çarpıcı bir kitaba imza atmıştır.
Bir cevap yazın