Sonbahar.. Aylak, serin, güneşli bir hafta sonu
dostumla açıkhava kahvesinde buluştuk.
Birçok konuda olduğu gibi aynı yöne bakıyoruz,
masamızda duran gazeteye: Kara Cuma
alışveriş çılgınlığı, diye başlık atmış.
Ünlülerin ihtiyaç listesi de var haberde.
Dayanamadım kışkırtıcı tonuna haberin:
Çayımdan bir yudum alıp dedim ki:
Bir şey satın aldığımızda,
uzun yaşayacağımıza dair güvenimiz de artıyor,
Tanrı’yı yukarda gülümsetse de bu iyimserliğimiz.
Yeni giysiler, tatil planları geleceğe uzanan vaatler
gibi mutlandırıyor bizi. Soluklanıp devam ettim:
Yazgının adımıza biçtiği yaşam
acemi terzi elinden çıkmış gibi
dar gelse de bir beden, devam ederiz
dostların da sığdığı mutlu selfiler çekmeye.
İyimserliği çoğaltmak, diri tutmak isteriz
hayatta kalmak için çırpınan yüreği. Amaç:
sislerin ardındaki bir sonraki görünmez ana
taşımaktır çılgınca hayatta kalma dürtümüzü.
Çay içip bunlardan konuşurken dostum
birden kalemini çıkardı:
Şu kağıda olanca basitliğiyle düz bir çizgi çek, dedi.
Şurası doğduğun yıl olsun ..korkma, bu güne kadar uzat!
Anlatmaz bu yalın çizgi yaşanan hayatın iniş çıkışlarını belki
ama gene de görmüş oluruz, neymiş tüketilen altmış beş yıldan
geriye kalan ömür.
İşaret ve başparmağı ölçü alır gibi bir an
çiziktirdiğim ince çizginin üstünde gezindi
ve ardından şunu ekledi arkadaşım:
Öyle görünüyor ki, on beş yıl, belki biraz daha fazla.
Tabii çalmazsa kapını daha erken deprem, kalp krizi ya da
trafik kazası benzeri çok daha tesadüfi bir ölüm.
Üşümeye ayaklarımızdan başlayan gövdemiz
kalkmaya zorladı bizi. Ufak bir sahil turu;
ardından, farklı otobüs duraklarına yöneldik, içimde
daha da şiddetlenirken durduk yere çıkıveren can sıkıntısı.
Bir cevap yazın