Kış ortalarıydı. Yarı çekili perdenin açık bölümünden gökyüzünün gri ışığı odayı sönük bir
yarı aydınlığa bürümüştü. Siyah beyaz bulutlar göğü kaplamış, güneşin yüzünü göstermesine
izin vermiyordu. İkindi vaktiydi. Yattığı yerden kitabını okurken uyuyakalmış, kitap,
sayfaları açık yüzükoyun yere düşmüştü. Uyanır gibi oldu. Etrafına uykulu uyanıklıkla
ilgisiz, ufak bakışlarla nerede olduğunu anlamaya çalıştı kısa bir an. Nerde olabilirdi ki?
Odadaydı, dört duvar arasında. Doğruldu yavaşça yataktan, eğilip kitabı yerden kaldırdı.
Kapadı ve ayağa kalkıp kitaplığa yaklaştı. Kitaplığa koymaktan vazgeçti. Küçük sehpanın
üzerine koydu. Nedensiz. Sonra gene nedensiz pencereye yönelip dışarıyı seyretmeye başladı.
Doğru ya bugün Pazar olmalıydı. Pazar. Çok işlek olmayan cadde daha hareketli geldi
gözüne. İnsanlar, bir vitrini izlerken ansızın başka bir vitrine yöneliyor, aynı devinim tekrar
tekrar sürüyordu. Pencere önünden çekildi. İçindeki sürekli acılı nokta yeniden duyurdu
/ / 2
sesini. Pazar günleri evler kalabalık olurdu. Hareketlilik gün boyu sürer, yeme içmelerin ardı
kesilmezdi. Yatağın önüne geldi, yorganı çekip yatağa uzandı. Şu anda kimse onun burada
olduğunu, buzsu ve yalnızsı yatağın içinde dizleri karnına çekik yattığını biliyor muydu?
Kimsenin ondan haberi var mıydı? Yoktu.
Yükseköğrenim görmek üzere bu uzak kente gelmişti. Kaldığı bu kâgir ev, babasının iş
arkadaşının bir akrabasına aitti. İki katlı evin aşağı katında ev sahipleri oturuyor, yukarıdaki
iki oda da kiraya veriliyordu. İlk zamanlar ev sahipleri sık sık onu yemeğe davet ediyor, o ise
uyduruk bahanelerle gelemeyeceğini söylüyordu. Artık davetler, geri tepildiği için, azalmış,
rastlaşmalar seyrek, sadece merdiven sahanlığında merhabalaşmalara dönüşmüştü.
Yataktan tekrar doğruldu. Hayır; yatmak, uyumak istemiyordu ki, hele bu saatte ne
uykusuydu bu. Kitaplığa yöneldi. Kitapları acele acele eline alıyor, sırtlarından tutuyor,
azarlayıp kızıyormuş gibi silkeliyor, bir güzel yatağın üzerine atıyordu. Biliyordu, burada bir
yerlerde olmalıydı. Kitapların içine koymuştu. Yoksa koymamış mıydı? Ne zaman? Hani
neredeydi? Birden ince bir kitabın – niye o kitabın içine koymuştu, hatırlamıyordu. – içinden
bir fotoğraf düştü yere, ayağının ucunda, fotoğraf yüzüne dönük. Eğildi, sakınarak aldı eline.
Bir şey arayıp bulan ama onu bulmasına inanamayan bir kimsenin şaşkınlığı ve mutluluğuyla
gülümsedi, ama gözleriyle, ama kısa bir an. Fotoğrafta objektife bakan üç kişi, o anın geri
gelmezliğini, olağanüstülüğünü bilmeden gülümsüyor. Ne zamandır buradaydı fotoğraf? Kaç
yıl? Çok oldu, hatırlamıyordu. Fotoğraf zamanla eskimiş. Uzaktan bakıldığında yüzlerin
gülümseyen ifadeleri bir iz gibi sadece dudaklarda kalmış. Farkında değildi, ağlıyor muydu?
Yaşlar kendiliğinden akmaya başlamıştı. Tutamıyordu dudaklarını yakan tuzlu yaşları. Neye
ağlıyordu? Geçmişe mi? Bilmiyor muydu? Bundan sonra böyle olacaktı. Sessizliğe ve
kimsesizliğe alışmalıydı. Bugün de dünkü gibiydi. Dün de daha öncekiler gibi değil miydi?
Yarın da aynısı olacaktı. Birden aşağıdan kapanan bir kapı sesi duydu. Ağlaması kesildi.
/ / 3
Aşağı ses gitmesin diye parmak uçlarına basarak odanın içinde dolaşmaya başladı. Son
birkaç gündür banyo dışında odadan dışarı adımını atmamış, aynadaki solgun yüzünden
başka bir yüz görmemişti. Birden içinde, dışarı çıkıp kalabalığa karışmak isteği uyandı.
Geceliklerini çıkartıp, kalın bir gri kazak ile siyah bir kadife pantolon giydi. Atkısını boynuna
doladı, pardösüsünü giydi, düğmeleri ilikledi. Ayakkabısını da giydi ve odanın kapı kolunu
yumuşakça geri çekip adımını merdiven sahanlığa attı. Sakınarak kolu itip kapıyı kapadı.
Çok, çok sessizdi. Bir çıt bile çıksın istemiyordu. Merdivenleri inmeye başladı. Ev
sahiplerinin yaşadığı kata geldiği sırada, bir kapı sesi duydu. Aniden koşar adımlarla dış
kapıya kadar soluksuz geldi. Belki de yoktu böyle bir ses ya, ona öyle gelmişti.
Caddeye adımını atar atmaz keskin, donuk hava yüzüne vurdu. Küçük titremeler sardı tüm
vücudunu. Gerçekten kışa yaraşır bir soğuk vardı. Atkısına ve pardösüsüne iyice büründü.
İnsanlar soğuğa aldırmadan yürüyor, konuşuyor, mağazalara girip çıkıyordu. Dışarıdaydı ama
nereye gideceğini bilmiyordu, öylece yürüyordu. Bazen önündeki adımlara ayak uyduruyor,
takip ettiği insanın nasıl biri olduğunu düşünüyordu. Atılan ağır ve yorgun adımlardan sıkılıp
bir başkasının adımlarını takibe başlıyordu. Küçük, dar bir ara sokağa dönünce bir kahve
karşılıyordu insanı. Ara sıra uğramıştı kahveye; çay içmek, oturup biraz ısınmak için.
Kahvenin yolunu tuttu. Pazar olduğundan içerisi kalabalıktı. Sigara dumanı ile çaydanlıkta
kaynayan suyun buharı iç içe geçmişti. Boş bir masa bulup oturdu, bir çay istedi. Gözlerini
kahvedekiler üzerinde gezdirdi. Eskimiş, ifadesiz yüzler üzerinde. Kimsede bir değişiklik
yoktu. Halinde değişiklik sezen yoktu. Çayını şekersiz içmeye başladı. Hızlı içmişti, parasını
ödeyip kahveyi terk etti. Gök hafiften karanlığa bürünmüştü. Kışın günlerin kısa olmasından
erken saatlerde kararıyordu hava. İnsanın böyle zamanlarda içindeki bungunluk artıyordu.
Güneş yüzünü gösterse, ancak o zaman bu nedensiz sıkıntı biraz olsun hafifleyebilirdi.
/ / 4
Sis birden başlamış, her yanı bulanık bir yapışkanlığa bürümüştü. Kalabalık daha da artmış
gibiydi. Adımlar yavaşlamış, kısalmış, ayaklar birbirine dolanmaya başlamıştı. Vitrindeki
ışıklar daha parlak görünüyordu. Başının dönmeye başladığını hissetti. Tutunacak bir yer
aradı, bulamadı. Kalabalık gözlerine bir kasırga gibi görünüyordu artık. Her yandan esiyor,
onu nefessiz bırakıyordu. Ağır ağır yürüyen insanlara çarpa çarpa, hızlı adımlarla, kendisine
yönelen kötü bakışlara aldırmadan yürüdü. Hayır, geçmiyordu bir türlü, sanki boşluğa doğru
yuvarlanıyordu. Kendisine yol açarak koşmaya başladı. Bir vitrin önüne geldiğinde
soluklanmak için durdu. Anlamsız bakışlar altında hissetti kendini. Hayır, kimse onunla
ilgilenmiyordu. Caddeyi bırakıp bir sokağa girdi. İlerde sinema salonunun parlak tabelasını
gördü. Bir film izleme isteği uyandı içinde. En azından kalabalık hafifler düşüncesindeydi
filmi izlerken. Holde biletçi hariç kimse yoktu. Sıradaki film için bir bilet aldı. Önceki filmin
bitmesine daha vardı. Koştuğundan olacak susamıştı. Gazinoya geldi ve boş bir masaya
oturdu. Garsona bir çay istediğini söyledi. Garsonun ağzından “Hemen efendim!” gibisinden
bir şeyler duydu ama emin değildi. Ses aniden ağızdan çıkıp havaya karışıp yok olmuştu
sanki. Gazino sakindi. Garsonun yavaş ama kendinden emin hareketlerle çayı masaya
bırakışını izledi. Çayını şekersiz içmeye başladı. Filmin başlamasına yakın gazino
kalabalıklaşmıştı. Bütün masalar dolmuştu bile. Gürültü aniden başlamıştı sanki. Hangi
masadan çıktığı belli olmayan sesler, havada kalmış cümleler başının dönmesini artırmıştı.
Ansızın kalktı, gerisingeri koşup sinema çıkışına yöneldi. Sokağa adımını attığında çayın
parasını vermediğini anımsadı, aldırmadı. Cadde tenhalaşmıştı. Karanlık, göğü tamamen esir
almıştı. Sabaha kadar da bırakmayacaktı.
Cadde boyunca yürüyordu. Düşünceliydi. Anılarını düşünüyordu. Gözlerini açtığı her yeni
bir günde unutulup sayıları azalan anılarını… Oysa anılar ne kadar da azdı. Biliyor muydu?
Çok azdı. Kırlarda toplanılan hoş kokulu çiçekler, nehrin yazları bile soğuk olan berrak
/ / 5
suyunda soğuğa aldırmadan arkadaşlarıyla beraber yüzdüğü günler, kitaplar içinde
kurutulmuş kır çiçekleri, kurutulmuş mutluluklar… Çok eskideydi. Ne zamandı?
Hatırlamıyordu.
Yol onu bilmeden bir lunaparka getirmişti. Cıvıl cıvıldı, soğuğa aldırmayan aileler, birlikte
güzel şeyler yapmanın amacında, Pazar akşamını geçiriyordu. Aileler kalabalıktı, çocuklar
büyüklerin ellerinden tutmuş, büyükler kol kola, birbirlerini kaybetmek istemiyormuşçasına
ama kalabalıktan ürktüklerinden değil, sanki bu iç içelikten hoşlanıyorlardı. Herkes beraberce
eğlenmenin mutluluğunu yaşıyordu. Buraya ait olmadığı hissi birden rahatsız etti varlığını.
Üşümüyordu ama neden bu titreme ansızın geliyor, tüm bedenini bir elbise gibi sarıyordu?
Yaşamaktan zevk aldığı söylenemezdi artık. Ne var ki yaşamak bir yük olmuştu ona.
Doğrulamıyordu bu yükün altındayken. Gün geçtikçe sanki bu ağırlık daha da artıyor, daha
derinlere gömüldüğünü hissediyordu. Bu hayattan bir şeyler mi beklemişti? Beklemişti, hâlâ
da bekliyordu bilmeden. Ama beklenen olmuyordu bir türlü, hep başka şeyler oluyordu.
Beklenen olmuyordu.
Denize yakın olmalıydı. Denizin kendine özgü kokusunu içine çektikçe bir hafifleme
hissediyor, başının dönmesi sanki azalıyordu. Yokuşu inince sahil göründü. Deniz kenarında,
yürümeye başladı. Dalgaların her çarpışıyla bir şeylerini yitirmiş gibi hüzünlü olan kayalar,
insana kendi geçmişlerini anımsatıyordu. Denizden esen serin hava beraberinde köpüklü
dalgaların kayalara vurmasıyla kopan küçük su damlalarını getiriyordu. Titremesi yerini
üşümeye bıraktı. Atkısını çıkardı boynundan. Pardösüsünün düğmelerini çözdü. Soğuk
havayı ve serin damlaları bütün bedeninde daha fazla hissetmek istiyordu. Daha fazla üşümek
istiyordu. Kış olduğundan kimse yoktu sahilde. Birden dışarı çıkma isteğini duymuştu içinde,
ama bir yere varmak için değildi atılan o tüm adımlar. Kimse görünmüyordu karanlıkta.
Ansızın denizin soğuk suyuna karışıp gecenin sonsuz karanlığında kaybolmak istedi.
Bir cevap yazın