“ Yaşamak zor iş, bol şans… “
Charles Bukowski
Bir farenin kapanla dansı kadardır yaşamanın bedeli. Yorgun düştüğün an kapana kısılırsın.
Çocukluğumdan tanırdım Emrah’ı. Güleç yüzlü, kızıl kafalı, yuvarlak gözlükleri vardı. Çocukken mahalle maçlarında oynardık fakat o ayakkabılarını çıkarır öyle maç oynardı. Çünkü yenilerini alacak kadar paraları yoktu. Elbette o zamanlar bunu bilmiyordum. Fena top oynamazdı hani. Zor maçlarda kritik goller atmışlığı vardı. Arkadaşlarca sevilirdi ve kimse çıplak ayakla oynamasıyla dalga geçmezdi. Geçilmesine de izin verilmezdi. Çünkü mahalle dostlukları bunu gerektirirdi. Yaz tatillerinde maçlara gelmezdi. Daha doğrusu gelemezdi. Çalışıyordu berberin yanında. İlkokuldan liseye kadar aynı berberin yanında çalışmıştı ve kalfalık derecesine kadar gelmişti. Bir gün beni tıraş ederken söylemişti. Zeki çocuktu zaten Emrah. Sapanca Anadolu Lisesi’ni kazanmıştı. Ben de o okuldaydım ama aynı sınıfta değildik. Ben top peşinde o ise elinde test kitaplarıyla öğretmen peşinde koşturuyordu. Bu yüzden de okulu iyi dereceyle bitiren öğrenciler arasındaydı. Emrah içine kapanık olduğundan soğuk gibi görünür, çok konuşmaz, konuşsa bile tane tane konuşurdu. Kimseyle sevgili olduğunu görmemiştim. Bizim sınıftaki kızların birçoğu bana Emrah’ı soruyorlardı. Ama o ne bir bakış attı ne de gönül işlerine bulaştı. Tek istediği üniversitesiyi kazanmak, annesinin ve buna mukabil kendisinin de hayali öğretmen olmaktı. Öyle de oldu. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği’ni kazanmıştı. Emrah’ı içten içe seviyordum bu yüzden ben de onun kadar sevindim. Emrah ve ailesi zor bir yaşam yaşamışlar. Bunları çok sonradan öğrendim. Durumlarının çok iyi olmadığını biliyordum ama babasının olmayışı, annesinin temizlik işlerine gidip, kız kardeşinin ihtiyaçlarını gidermesini bilmiyordum. Emrah’a gıptayla saygım sonsuzdu. Bu zorluklara göğüs gerip, amaçlarından, hayallerinden vazgeçmeyerek istediği bölümü kazanmıştı. Ben ise ondan bir sene sonra İstanbul Üniversitesi Coğrafya bölümünü kazanmıştım. Sonra formasyon alıp Emrah ile meslektaş olmuştum. Emrah Eskişehir’e gittikten sonra görüşmedik. Telefonu olmadığı için ulaşmak zordu. Ben okulu bitirip Sapanca’ya dönmüştüm ama Emrah gelmemişti. Bir sene ücretli bir sene de özel sektörde olmak üzere ikinci senemi bitirmiştim meslekte ama Emrah hâlâ yoktu. Annesi ve kız kardeşiyle bir gün pazarda denk gelince kendisinin Eskişehir’de ücretli öğretmenlik yaptığını öğrenmiş ve telefon numarasını almıştım. İzinli olduğum bir gün aradım Emrah’ı ve sesini duyunca gözlerim menevişlenmişti. Çocukluk arkadaşımdı sonuçta o duygu seli gelmiş olabilirdi. Öyle ya da böyle on dakikanın belini kırmıştık. Öğretmenliğin vermiş olduğu cüretle içe kapanıklığı ortadan kalkmış gibiydi ama sesi yorgun gelmişti. Ne yapsın KPSS denilen dağı aşmak için Mecnun’dan daha kuvvetli ve azimli olmak gerekiyordu. Ama mesleğimize aşık olsakta dağı delemiyorduk. Hadi delsek bile başka dağlar çıkıyordu önümüze. Öğretmenlik engebelerle dolu bir yoldu ve bu yolları aşmakta yorucuydu. Yıllarımızı feda ettiğimiz bu bölümlere bir de atama bekliyorduk. Ve atama bekleyen öğretmen kervanı gün geçtikte artış gösteriyordu. Sorunumuz sadece atama değildi. Hakkından az maaşa ücretli öğretmenlik yaparsın. O yetmez gidersin bir özel okula semeri vurup tüm kuvvetinle çalışıp yine ücretin az olur. Terimiz namüsait yerlerimize akar ama bunu kimse umursamaz. Gelecek nesillere bilginin gücünü, bilincin önemini, anlamını öğretip; fikri, vicdanı, irfanı hür bir nesil yetiştirmek için çabalıyorduk. İşte mesleğimizin zorluğu bunlardı ve bu zorlukları çektiğimiz halde birilerinin keyfinin gelmesini bekliyorduk. Umut bizim ekmeğimizde lakin onun da kırıntılarıyla geçinmek zorundaydık. İdeoloji neyse eğitim de, atama da oraya raks ediyordu. Emrah’ta bu furyanın içindeydi. Kimse anlamıyordu atanamayan bir öğretmenin duygu durumunu. Meslektaş olmamıza rağmen ben de anlamamıştım. Çünkü ben onun kadar yokluk çekmemiştim. Çünkü onun umudu mesleğiydi. Ara ara telefonla konuşmalarımız devam etmişti. Zaman geçtikçe azalmıştı konuşmalar ve sonrasında konuşmalarımız bitti. Sınav telaşesi diye düşünmüştüm ben fakat telefonu tamamen kapanmıştı Emrah’ın. Yoğun çalışma temposuna kaptırınca kendimi Emrah aklımdan uçup gitmişti. Son konuşmamızın ardından bir sene geçmişti ki son dakika haberlerinde vesikalık resmini ve intihar ettiğinin haberini gördüm. Bu üzücü durumlar her dönem yaşanıyordu. Bir yılda maalesef ortalama elli atanamayan öğretmen intihar ediyordu. Bu olayların vebali kimindi bilmiyorum ama atanamayan öğretmenler yoklamasında artık Emrah yok yazılacaktı. Yok yazılanların yeri dolacaktı elbette fakat bu kayıplar azalmayacaktı.
Bir cevap yazın