Ufacık bir nokta kadar hissediyordu kendini. Kapkara, küçücük. Arada bir yağmurlarda
ıslanıyordu bedeni ve kabuğunun kırılacağından habersiz seviniyordu buna. Her yağmur
tanesi üzerine düştüğünde bedeninde oluşan serinlik ve temizlik hissi, bambaşka duyguları
da beraberinde getiriyordu. Sevmek gibi… Ait olmak gibi… Ait hissediyordu kendini bu
toprağa ve seviyordu yaşadığı yeri. Kabuğu kırıldığında o yüzden pek acı çekmedi ve
kendinden beklenmedik bir olgunlukla karşıladı bunu. Hem karşılamayıp ne yapabilirdi ki?
Eninde sonunda olacaktı bu olgunluk ve değişim. Gün gelecek kendinden bir birey ya da
bireyler meydana getirecekti. Farkındaydı. O yüzden acele etmeden, yavaş yavaş yaşamak
istiyordu her anını. Fakat bu tabiattaki hangi canlı için mümkündü ki? Olması gerekeni
değiştiremeyeceğini anlayarak büyüdü, büyüdü…
***
Zaman geçtikçe yalnızlığını fark etti. Ne konuşmaya dili vardı ne görmeye gözleri.
Boyu da uzamıştı ve gittikçe uzuyordu da. Gün be gün, santim santim… Bir yandan bu
hoşuna gidiyor bir yandan da küçük kalmanın özlemi vücudunu sarıyordu. Seviyordu küçük
olmayı, ne derdi vardı ne tasası. Sadece biraz yağmur, yetiyordu onu eğlendirmeye.
Küçükken sıcacık gelirdi yaşadığı yerler, toprak kokardı ortalık. Mis gibi, ana kucağı gibi…
Ama şimdi büyümüş, kocaman olmuştu. Körpe bedeni rüzgârlara kafa tutabilecek olgunluğa
gelmiş ve kafası da büyümüştü diğer yaşıtları gibi. Kendini güzel buluyordu bu yönüyle. Hele
de o sarı ve siyahın eşsiz uyumuna bayılıyordu. Kafası büyüdükçe, kendini daha bir sever
olmuştu. Yine yağmurlarda ıslanmayı seviyordu ve yine toprağına sahip çıkıyordu. Onundu o
toprak parçası. Sadece kendisinin… Ama koca kalabalığın içinde yalnızdı işte. Kendine dost
edinebilecek birilerini, bir şeyleri aradı günlerce. Bulamadı. Umudunu yitirmek üzereyken
karşılaştı güneşle. Ona sıcak geliyor ve bir ana gibi bağrına basıyordu onu. Tıpkı eski
günlerdeki gibi… Fakat kokusu yoktu güneşin, toprak kokmuyordu. Ama olsun, yine de
sıcaklığı yetiyordu. Bir de her gün doğumunda onunla konuşmayı adet haline getirmişti.
“Günaydınlar sevgili güneş.” Lakin bu her gün böyle sürüp gidecek ve bir gün güneşi
hissedemeyecek duruma gelecekti. Bunu da olgunca bir düşünmeyle kavradı. Ancak kendini
bırakmadı. Kimi zaman yağmurları özler oldu kimi zaman toprağına sığmaz oldu. Ama o
başlı başına bir bireydi artık. Güneşle dostluğunu ötelere götürebilecek bir birey. Bunları
anlamıştı ve gün geçtikçe yaşamının kıyısında tutunmaya çalışan insanoğlu gibi uzanmak için
çabalıyordu hayallerine. Hayalleri mi? Aslında tek bir hayali vardı onun. Yaşatmak.
Kendinden yeni bireyler meydana getirmek ve kendi ruhunu parçalara bölerek aynı hayatı
farklı kafalarda yaşamak. Belki de bir istekti bu onun için.
***
Zaman epey geçti bu şekilde. Dostlarıyla mutluydu. Rüzgâra direnebiliyor ve her sabah
güneşe tekrar selam veriyordu. Yağmurlar eskisi kadar fazla yağmıyordu ama olsun, ona
yetiyordu. “İnsanlar” demişti bir gün güneş. “Ben her gün tepelerinde belirir ve caddelerini,
evlerini aydınlatırım” demişti. Düşünüyordu bunu. İnsanlar da ne ola ki? Demek insanlar da
güneşle dostlar. Ama neden onunla konuşmazlar? Onun büyüdükçe parçalara bölünen kafası
bir türlü bu soruları cevaplandıramıyordu.
***
Ve bir gün, insanlar akın etmeye başladı yaşadığı topraklara. Korkuyordu ancak belli
etmiyordu. İnsanları sevmeyi öğretmişti güneş ona, insanlara sıcak bakmayı ve onlarla olmayı
öğretmişti. Sadece o değil, etrafındaki herkes farkındaydı bunun. Fakat yine de korkmadan
edemiyorlardı. İnsanların ellerindeki o yamuk ve keskin bıçak bir gün bedenlerini topraktan
ayıracak ve artık güneşi göremeyeceklerdi. Rüzgâra direnen bedenleri bir yaprak parçası gibi
savrulacaktı etrafta. Yavaşça boynunu büktü. Ayak sesleri geliyordu karşıdan ve gittikçe
yaklaşıyordu sesler. Önce kendi toprağına kocaman bir ayak bastı, canı yanmıştı. Sonunda ise
sadece tek bir ses duydu. Duyduğu son ses olmuştu. Bıçağın keskin yüzü onu güneşten ve çok
sevdiği yağmurlarından ayırıyordu artık ve onun için farklı bir yolculuk başlıyordu. Ha bu
arada, ismi mi? Bir küçük ayçiçeği…
Bir cevap yazın