Selim’in bir gözü arabanın ön konsolundaki sabit ekranda duran, dijital turuncu renkli saatteydi. Saat gece yarısı 12’ye yaklaşmıştı. Bir taraftan dikkatle yolu izliyor, bir taraftan da eve geçince yapacağı işleri düşünüyordu. Evraklarını hazırlayacak, duş alacak, traş olacak, internette maillerini kontrol edip yatacaktı. Dışarıda deli gibi yağmur yağıyordu, bu yağmurla havada eve varmasının ne kadar geç olacağını düşündü ve içten içe telaşlandı. Üstelik bu uykusuz ve yorucu gecenin ardından sabah 6 da kalkıp ta şehrin öbür yakasındaki işine gitmek zorundaydı. Yol kalabalık olsa karşı taraftan gelen ışıklar onu rahatsız ediyor, yol boş olsa bu seferde içini bir ürpertidir alıyordu. Karanlıkta araba kullanmak en son isteyeceği şeydi, ama sık sık bu durumla yüzleşmek zorunda kalıyordu.
Kırklareli’nden, ailesinin yanından dönüyordu Selim. Babası aramıştı dün akşam, annesinin rahatsızlığını haber veren nahoş bir telefondu bu, hiçbir şeye bakmadan apar topar yola çıkmıştı. Bereket telaşlanacak bir şey yoktu. Yaşlılığında verdiği yorgunlukla ona basit gelen hastalıklar bile ciddi kaygılara sebep olabiliyordu. Biraz üşütmüştü annesi sadece, onu doktora götürüp ilgilendikten sonra İstanbul’a doğru dönüş yoluna çıkmıştı. Yalnız yaşayan annesi ve babası onun her şeyiydi. Ne kadar ısrar etse de gelmek istememişlerdi İstanbul’a. Köyden kopmak istemiyorlardı, “Hem yakınız zaten oğlum diyorlardı, istediğimiz zaman görüşüyoruz ya.” Selim biraz da onları İstanbul karmaşasına çekmek istemediği için, çaresiz uzakta olmalarını kabulleniyordu. İstanbul’da iyi bir işi vardı, daha birkaç ay önce, ailesine her an ulaşabilmek için, şu an kullandığı 2006 model Toyota arabayı almıştı. Şoförlük konusunda kendisine hiç güvenmezdi. Hız yapmayı severdi ama onun için hız asla 120 km/h den fazlası değildi. İnsanları referans noktalarına göre değerlendirmek de bu olsa gerek. Herkesin sınırı ve yapacakları farklıydı. Sağır bir adamla, dedikodudan bilerek kaçınan bir adamın değeri aynı olmamalıydı. Örneğin bu yağmurlu havada 100km hızla İstanbul’a dönmek onun için bir hayli adrenalin sebebiydi, oysa yanından geçen araçlar en 150 km hızla gidiyordu. Diğerleri onun umurunda değildi. Ne var ki Selim araba kullanırken kendisini o kadar çok kasıyordu ki, iki saatlik araba yolculuğu sanki 2 saat aralıksız kazma-kürek çalışmış etkisi yapıyordu üzerinde. Ne olursa olsun o çok sevdiği ailesini gördüğü için mutluydu ve bu elbette ki uykusuzluğa değerdi. Sakince araba sürmeye devam ediyordu. Otoyolun iki şeride düştüğü yerlerden birindeydi, geliş-gidiş 2şer şeritli bir yoldu bu kısım. Sağında solunda yemyeşil ağaçlar uzanıyordu. Ne kadar ıssız gözükse de Trakya’nın güzelliği de bu işte diye düşündü Selim. Düz ve yemyeşil yollar. Yolda çok fazla araç yoktu, saat iyice geç olmuş ve kamyon ve tırların egemenliği başlamıştı. Arada sırada Bulgar ve Alman plakalı otomobiller dikkatini çekiyordu. İzne çıkan ve kapıkule den giriş yapmış gurbetçiler olmalıydı bunlar. Plakadaki mavi şeritlere dikkat ederek onların hangi ülkeden olduklarını tahmin etmek en büyük eğlencesiydi şu an.
Yağmur aynı şiddette yağmaya devam ediyordu. Sürekli yola dikkat kesilmekten iyice sıkılmıştı, radyoyu açmayı düşündü. Düğmeye bastı ama teyp çalışmadı. “Hay Allah” dedi, “Yine mi bozuldu bu meret.” Bunu daha önce de yaşamıştı, birkaç kez kurcaladığında, şöyle bir iki vurduğunda açılıyordu tekrar. Ne de olsa modeli eski bir arabaydı, olabilirdi böyle sorunlar diye düşündü. Çok dert etmiyordu bunları. Dikkatini çok dağıtmadan, radyoyla uğraşmaya başladı. Bir radyo ya bir yola bakıyordu. Tedbiri elden bırakmamak için hızını azalttı. İşte ne olduysa o anda oldu. Radyodan kafasını kaldırıp yola baktığı bir anda, kanlarla dolu, bir et parçasının üzerinden geçtiğini fark etti. Daha önce çok araba çarpmış hayvan görmüştü ama bu pek onun gibi değildi. Boylu boyuna uzanmış bir kütleydi. Ama sorun şu ki ne olduğunu tam olarak görememişti. Herhalde bir hayvan araba çarpması sonucu öldü, üzerinden de diğer arabalar geçtikçe parçalandı diye düşündü. Gelin görün ki o an içine bir kurt da düşmüştü. Ya o üstünden geçtiği, bir insan cesediyse. Bu yağmurda kimse fark etmemiş ya da durmaya tenezzül etmemiş olabilirdi. Belki de herkes bir hayvan ölüsü sanırken, yerde yatan insana ait bir bedendi. Bunları düşünürken bir taraftan da, “Aman be dedi, bir tek ben geçmedim ya oradan, yerden yatan bir insansa elbette birisi fark eder. Allah rahmet eylesin. Yapacak bir şey yok.” Diye kendi kendine fısıldadı. Araba kullanmaya tedirginde olsa devam etti, sadece hızını azaltmıştı. Karanlıkta birden karşısında beliren, ne olduğunu bilmediği şey onu bir hayli korkutmuştu. Şu farlarıma bir baktırmalıyım diye düşündü, iyi aydınlatmıyorlar galiba.Yoksa ne olduğunu daha net görebilirdim. Bu durum kafasını kurcaladı bir süre, içi hiç rahat değildi. O yerde duran korkunç kanlı kütle her neyse sonuçta o da üstünden geçmişti. Tekerleklerin altında onu hissetmişti, neredeyse kontrolünü kaybedecekti. Belki de parçalanmış bir hayvan cesedi olamaz mı diye düşündü. Belki de bir inek, sürüden ayrılmış, yolda araba çarpmış olamaz mı? Ya da daha iyimser bir düşünceyle bir kasap arabasının arkasından düşmüş karkas bir dana etiydi kim bilir? Yağmur dinince, ortalık aydınlanınca her şey belli olurdu nasıl olsa. Selim bir taraftan sürmeye devam ediyordu, bir taraftan da kendisine çok kızıyordu, keşke diyordu, keşke daha dikkatli baksaydım yola, o zaman erkenden fark eder, neyin ne olduğunu daha iyi görürdüm. Radyo da çalışmamıştı, kafasını dağıtamadı iyice canı sıkılmıştı. Tüm bunlar olurken olay yerinden 10 km kadar uzaklaşmıştı bile. O sırada arkasından bir araç yaklaşıp Selim’i geçti. Araç yine bir gurbetçi arabasına benziyordu, Selim hemen plakasına baktı aracın. Plakanın ülkeyi gösteren mavi kısmında FL yazıyordu. Selim bir süre için o üzerinden geçtiği şeyi unutup, acaba bu hangi ülkeye ait bir plaka kodu diye düşünüp durdu. İnsanın ilk aklına gelen Florida oluyordu ama bunun olması imkânsızdı. Avrupa da hangi ülke kodu FL idi acaba. Bu soru cevapsız kaldı, araba uzaklaşınca Selim’de kafa yormayı bırakıp tekrar kendi meselesine döndü. Plaka geçici olarak kafasını boşaltsa da, ezdiği şeyin ne olduğu sorusu aklını kurcalamaya devam ediyordu. Aklı bir dantelse, çoktan ilmeği sökülüp çözülmeye başlamıştı bile. O an ani bir kararla durdu ve kenara çekti. Geri dönsem mi dönmesem diye düşündü birden. Ama sonra otoyolda olduğunu fark etti, istese de ortadaki bariyerler karşı tarafa geçmesine müsaade etmezdi, bunu anlayınca iyice rahatladı. Yarın yapacağı işleri de düşününce bir an önce yola koyuldu tekrar. Bir iki km gittikten sonra, arabanın altından bir ses gelir gibi oldu. Selim çok pimpirikli bir insandı, ya yolda kalırsam, ya araba bozulursa diye düşündü bir an. Ezdiği şey mi zarar vermişti arabaya acaba, yoksa bu ses Selim’e geri dönmesi için bir mesaj mıydı? Tüm bunlar kafasını kurcalarken, az ilerde yol çalışması nedeniyle ortadaki bariyerlerin olmadığını gördü Selim. Bu geri dönmek için bir fırsattı. Ya bu olay sürekli kafasını kurcalayacak, ya da dönüp bakacak ve akşam rahat uyuyacaktı. Selim rahat uyumayı seçti. Yol çalışmasının olduğu bariyersiz taraftan karşı yola geçti ve yönünü Kırklareli tarafına çevirdi tekrar.
15 dakika önce duran yağmur yeniden ince ince yağmaya başlamıştı. Selim yavaş yavaş olay yerine doğru ilerliyordu, belki de orada olayı fark eden başka araçlar bulacağı ümidindeydi. Hem bu bir ölü hayvan olsa dahi, bunu anlayıp, polise haber vermek gerekirdi. Zira son anda fark eden sürücüler ani hareket yapıp veya korkup kaza yapabilirlerdi. Bu yüzden Selim verdiği kararın doğru olduğuna kendine inandırmıştı bile. Yaklaşık 10 dakika sonra Selim olayın olduğu yere gelmişti. Orayı nasıl buldu derseniz, aslında tam olarak neresi olduğunu o da bilmiyordu. Ama olaydan sonra bir iki tabela görmüş ve nerde olduğunu az çok tahmin etmişti. Arabasını sağa çekti dörtlü flâşörlerini yaktı. Şu an için ortalarda kimseyi görememişti. Yolun karşısına geçip tam yeri tespit etmesi gerekiyordu. Siyah yağmurluğunu giydi, kafasına kapüşonunu kapadı ve bariyerden atlayıp yolun karşısına geçti. Yavaş yavaş bir ileri bir geri yürüyerek, o ezdiği cisim her neyse bulmaya çalışıyordu. Yanlış mı hatırlıyorum acaba diye düşündü. Yağmur şiddetlenince, bu yaptığının ne kadar saçma olduğunun farkına vardı. Ona neydi ki bununla uğraşmak eve gidince yapacak tonla işi vardı. Çok çabuk karar değiştiren insanların yaptığı tavırla yine kendisine kızdı. Az önce inandığı fikrin saçmalığına inandırmıştı kendini. Arabasına binip gitmek için yolun karşısına geçmeye karar verdi tekrar. Yola çıkacakken, az ilerde siyah bir hayvanın onu fark edip uzaklaştığını gördü. Siyah bir kediydi bu. Muhtemelen yolun ortasında o etle meşgul olmuş olmalıydı. O tarafa doğru bakmak için ilerlerken, yolda kan izlerini gördü ve sevinçle “İşte buldum seni” dedi içinden. Kan lekeleri burada olduğuna göre sır şimdi ortaya çıkacak, kafası rahat bir şekilde eve dönecekti. Yağmurda ilerlemeye başladı merakını giderdiği için sevinen küçük bir çocuk tebessümüyle.
Her şey saniyeler içinde oldu. Yılları paramparça eden o saniyeler. Feryat eden korna sesini çok geç duymuştu. Üzerine doğru gelen kamyonu fark ettiğinde kaçmak için vakti yoktu. Yağmurda kayan kamyon Selim’i altına aldı. Yolculuk garip bir şekilde bu ıssız yerde, olmadık şekilde ve acı içinde son bulmuştu. Zaten bitmese adı yolculuk olmazdı değil mi?
Bir cevap yazın