Hızlı bir şekilde yürüyorum. Beş gündür kayıp arkadaşım Tuna’yı aramaktan perişan oldum, bittim tükendim.
Nihayet iyi haber tez ulaştı bana!
Tuna, geceleri, ayyaşların ve sarhoşların kaldığı yerlerde kalmış. Sonrasında bir grup serserileriyle giriştiği kavgadan ağır yaralı olarak çıkmış, oradan geçen hayırseverlerce fark edilmiş ve hastaneye yetiştirilmişti. İlk başlarda durumu kritikmiş ama sonradan hayati tehlikeyi atlatmayı başarmış
Burnunda ve çenesinde kırık, el parmakları ve uzuvlarında hareketsizlik mevcutken tımarhaneye taşımışlar. Doktor servise yatırmış hemencecik. Hüzünlü yüreğimle yanına koştum.
Beyazımsı görevlilerin oraya buraya koşuşturduğu, aktif ve tamamen deli insanların bulunduğu bir yer burası. Zavallı can dostum bu delilerin içinde olan aklını da yitiriverir. Buradakilerden gram farkı kalmaz sonra. Deli damgası da yedimi hele çevreden, çok iyi bilirim ki akşamın herhangi bir vaktinde kendini bir güzel öteki dünyaya postalar.
Onu öyle merak ediyordum ki, bu merakımı dıştan fark eden bir görevli bana yardım elini uzattı. Yürüyoruz. O önde ben arkada. Aklımda bin bir muamma, kalbimde sızı, yüreğimde korku. Ayaklarım ileriye doğru yürüse de çekmek ister kendini geriye. Adım atmak istemez ileriye.
Zar zor vardırdım kendimi. Can dostumu tıpkı mahpushane deliği gibi kuytu bir yere tıkmışlar. Sadece bir penceresi, iki demir parmaklığıyla kısa bir şey olup, dışarı göz gezdirince bir bulut yarım yamalak ya görünür ya görünmez vaziyetteydi.
Tuna’ya çevirdim gözlerimi. Umutsuzum, üzgünüm, perişanım. Onu böyle köşeye sıkışmış halde görmeye yüreğim el vermiyor.
O durgun dostum; yüzünü duvara çevirmiş, sırtı bana bakar vaziyetteydi. Görevli kapıyı açtı. Eski zindanları anımsadım o an. Bizans devrini. İçeri girdim. Tık yok. Ne bir kıpırdama ne bir refleks. Sırtına dokundum elimle. Hızla bana doğru döndü. Geldiğimi, onca sesi duymamış bile. Dalgınlığı kulaklarını sağır etmişti adeta.
Gözleri sinirden ve üzüntüden torbaya dönüşmüş, şişmiş balon gibi olmuştu. Yüzü düşmüş, zayıflamıştı. Ayağa kalkıp sarıldı bana ve olağanca gücüyle bağırdı:
‘’İyi ki geldin dostum! Geleceğini biliyordum. Çıkar beni buradan. Bu salaklar, bu düşünce yoksunları benim deli olduğumu söyler dururlar. Allah aşkına de hele dostuna. Ben deli miyim? Hiç deli sıfatı var mı bende? Deliye benziyor muyum?’’
Yaş dolu gözlerimle başımı salladım. ‘’Yok’’ diyebildim ancak. Güldü. Bir iki adım atıp durdu.
‘’Ama anlamıyorlar! Keşke herkes sen gibi bana yakın olsa. Keşke herkes beni sen gibi anlasa.’’
dedi. Tekrar oturdu duvara karşı. Elini cebine attı. Siyah renkli, başı baltaya benzeyen bıçağını çıkardı ve bana gösterdi.
‘’Can dostum bu bıçak benim. Geçen gün dükkândan çaldım. Ona isimde verdim. İsmi baltalı bıçak! İki gün önce bir kavgada kullandım hüneri nedir diye. Tam üç kişiyi alt etti. Ucunda kan vardı ama sildim. Bak tam şurasında, bak!’’
Balta saplı bıçağını göstererek hem konuşuyor hem gülüyordu. Durumu iyi değildi. Sanki uçurumdan düşmüş ama ölmemiş, fakat neden ölmedim ki tekrar çıkıp atlayayım der gibi bir hale sahipti. Elimi başının üstüne koydum usulca. O ise yere bakıyordu balon gibi şişmiş gözleriyle.
‘’Neden kavgaya tutuştun?’’ diye sordum merakla.
Oturduğu yerden bana bakarak cevap verdi:
‘’Boyum kısa diye alay ettiler benimle. İğrenç parmaklarını bana doğrultarak güldüler! Şeytan kahkahaları attılar! Bir zehirli yılan haline geldi katı yüreğim. Daldım aralarına. Bilirsin ki çoğu spor dalında uğraşım olmuştu önceleri. Gerçi uğraşlarımda başarısız oldum ya neyse, baltalığı bıçağım sağ olsun. Bana kısa diyen o iki metre boyundaki sırığı alt ettim. Boyu iki metre değil, göğe erse dahi aynı şeyi yapmaktan çekinmezdim.’’
Ansızın ayağa kalktı. Gözlerinde, konuşmalar sonrası kırmızılaşma ve anlamı derin düşünceler birikmişti. Bana doğru ilerliyor, bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyordu. Tam hıçkırıklara boğulacakken;
‘’Kimse benimle alay edemez!’’
diye haykırdı.
Var gücümle sarıldım ona. Sakinleştirmeye, rahatlatmaya çalıştım. Kendisini benden çekerek tekrar duvarın yanına gitti. İki elini başına dayadı. Bu halini görünce tutamadım kendimi.
‘’Senin kabinde şeytan cirit atıyor, aklında ise vesveseleri halay çekiyor!’’ dedim. Bunu söylememekten alamadım kendimi. Başını kaldırıp göz ucuyla baktı bana. Bu bakış, ‘’haklısın’’ manasını taşıyan bir bakış simgesi, bir üzüntü kuruntusuydu. Yerde sürüne sürüne yaklaştım Hiç kıpırdamadan çıplak bir sesle ‘’İnsanlar!’’ dedi. ‘’Hayır!’’ diye bağırdım. Yüzünü çevirdi. Benden bu hareketi beklemiyordu. Şaşkın şaşkın baktı bana. Şaşkınlığını cümlelerimle giderdim.
‘’Ben böylelerine insan demem! Allah’ın yarattığı bir kulun fiziksel özelliğiyle alay eden, onu küçük düşüren veya düşürmeye çalışanlara, kibirli davrananlara, küfürlü konuşanlara, kızlara tecavüz edip sonra da yakanlara insan demem. İnsancıklar derim. ‘’Zavallı insancıklar!’’ Bu tür soyu sopu belirsiz kişilere insan demek, hakikaten insan gibi yaşamaya çalışanlara büyük bir hakaret ve büyük bir saygısızlıktır.’’
Tuna bu sözler üstüne başını salladı. Gözlerinin içi sonu görünmeyen mavi bir okyanusu andırıyordu. Elindeki bıçağına ise bir an olsun yanından ayırmıyor, sallıyordu. Almak için elimi uzattım. ‘’Bıçağı bana ver bende kalsın!’’ dedim. Elim boşlukta bekler halde.
Kendini geriye fırlattı. Başını sallayarak ve geri gerileyerek:
‘’Asla olmaz! O benim baltalı bıçağımdır. Daha dün gölgem istedi benden. Ardıma düştü sabah akşam. Dilendi bütün gün. Nereye adım attımsa peşimi bırakmadı. En sonunda münakaşa ettik iyi mi? Sert bir tokat da ona patlattım. İnanabiliyor musun gölgem istedi ona dahi vermedim. Kimseye vermem!’’ dedi.
İçim inim inim inledi, yüreğim sızım sızım sızladı.
‘’Kime karşı kullanacaksın?’’ diye sordum.
Dışarıdaki delileri aratmayan bir iki harekette bulundu ve cevap verdi.
‘’Sokaktaki serserilere ya da senin tabirinle zavallı insancıklara karşı. Hem bellimi olur belki de kendime karşı!’’
Birden kendini yere bıraktı ve şeytanı dahi kıskandıracak bir kahkaha attı ortaya.
Artık anlamıştım. Tuna normal biri değildi. Deli de değildi. Onu bu hale kötü yaşantısı ve zavallı insancıkların alayı getirdi.
Onu o belalı yerden çıkarıp evine götürdüm. Yatağına yatırdım. Bir şeyler hazırlamak için mutfağa geçtim. Bir an insanı kendinden geçirten boğuk bir ses ile irkildim. İçim karardı. Döndüğümde Tuna baltalı bıçağıyla boğazını kesmişti. Hastaneye götürürken yolda canını teslim etti. İçim haykırırcasına ağladı. Tımarhanede, baltalı bıçağını almak istediğimde bana söylediği sözü geldi aklıma:
‘’Hem bellimi olur, belki de kendime karşı kullanırım’’
O deli değil, tam tersi herkesten daha kıvrak bir zekâya sahipti. Onu bu hale zavallı insancıklar getirdi. O yeni doğan bir bebek kadar masum ve suçsuzdu…
Bir cevap yazın