78 insan…
Hepsi de Afrika ve Asya’nın farklı ülkelerinden gelmiş insanlardı. Her yaştan farklı
din, dil, ırk ve renklere mensup bu insanlar önce ailelerince ikna edilmişlerdi ölüm
yolculuğuna. Gitmeliydiler. Doğdukları ülkelerde bırakın geleceği, yaşama şansları
dahi yoktu birçoğunun. Anne babalar alabilecekleri en zor kararları alıp, çocuk
yaştaki evlatlarını ölüm tüccarları aracılığıyla ölüm yolculuğuna gönderiyorlardı.
Tek istedikleri kendileri için hayal dahi olamayan güzel bir yaşama adım
atmalarıydı. Önce birer birer çıkıyorlardı bu uzun yolculuğa, bir durak sonra iki, bir
kaç durak sonra üç, beş, yirmi ve hatta yüzlere çıkıyordu sayıları.
“Yaşamak istiyorsan ölmeyi göze almalısın” diye yola çıkarmış, Eritre’den Libya’ya
getirmişti onu babası. 14 yaşındaydı Eritre’li Abel. Hayatında ilk kez gördüğü iki
adamın yanında buldu kendisini. Alıp götürsünler diye adamlara para da vermişti
babası. Aklı almıyordu. Babası, yaşamını kurtarsın para kazansın diye hiç tanımadığı
topraklara yolluyordu kendisini. İki adamın arasında “Tek” di Abel yolun başında.
Sonra “iki” oldular. Sonra “üç” Sonra “on” Sonunda yetmiş sekize çıkmıştı sayıları.
Mantar gibi bitmişti koca koca adamlar, kadınlar, çocuklar, bebekler. İki adam da
çoğalmış önce dört sonra altı kişi olmuşlardı. Temkinli davranıyorlardı. İlk işleri
dönülmez yola çıkardıkları bu insanların sırtından biraz daha para kazanmaktı.
Ormanlık bir arazideydiler.
– Durunn… diye bağırdı elinde silah görünen biri.
– Yere çökünn… diye de bir diğeri.
Durun diyen tekrar söze başladı.
– Bu andan itibaren hiç biriniz geriye dönemezsiniz… Anlaşıldı mı? Bir yandan da
elindeki silahı diğerleri ile birlikte havaya kaldırmış yere çökmüş insanlara
gösteriyordu.
– Anlaşıldı mı dedim size?
– Anlaşıldı diye cılız bir ses çıkmıştı önlerden bir kaç kişiden.
Gecenin karanlığında ıssız orman bir çığlıkla inlemişti. Kaçakçıların lideri olan
başından beri en çok konuşan adam, en önde oturanlardan birinin suratına
tekmeyle vurmak üzereyken adamın başını geri çekmesi ile tekmesi burnunda
patlamış ve kırılmıştı. Adam avaz avaz bağırıyordu. Yanındaki diğer iki insan
kaçakçısına dönen liderleri,
– Alın bunu tedavi edin dedi bağırarak.
Adamın koluna giren iki kişi, tedaviye gönderilen adamı guruptan 20 metre
uzaklaştırdıktan sonra bir kaç el silah sesi duydular. Çok kısa bir süre sonra geri
dönen kaçakçıların adamı nasıl tedavi ettikleri anlaşılıyordu.
– Beni dinleyin. Bir saat sonra sizleri bir gemiye bindirip İtalya’ya göndereceğiz.
Üzerinizdeki kimlikleri ve paralarınızı çıkarıp bize vermelisiniz. Yoksa İtalyanlar
kimliğinizi tespit eder üzerinizdeki paraları görünce de sizi zengin sanıp geriye
gönderirler.
Kimseden ses çıkmıyordu.
– Paralarınızı kimliklerinizi size vereceğimiz poşetlere koyacaksınız, poşetlerin içine
de isim soy isimlerinizi yazdığınız kağıt parçalarını atacaksınız. İtalya’ya
vardığınızda poşetleri sizlere iade edeceğiz.
Hiç kimsenin itirazı yoktu… Olamazdı.
Abel kendisine uzatılan kağıdı ve poşeti elleri titreyerek aldı. Önce kağıda ismini
yazıp ardından cebindeki 20 Dolarla birlikte poşetin içine koyup adama uzattı.
– Hepsi bu mu? diye sordu bağırarak.
Soruyu duyan liderleri bir kaç saniye içinde Abel’in tepesine dikilmiş, çenesinin
altından tutarak kafasını kaldırmış yüzüne bakıyordu.
– Hepsi bu mu cebindeki paranın? diye bir de o sordu.
Korkudan sesi çıkmıyordu Abel’in. Hafifçe başını oynatabilmişti “evet” anlamında.
– Kalk ayağa ve soyun.
Korkudan ayağa kalkmakta da güçlük çeken Abel, yüzünde patlayan tokadın acısı ile
üzerinde külotu kalana kadar soyunmuştu.
– Onu da çıkar, dediklerinde hiç itirazsız çıkarmıştı.
– Tamam, giyin bakalım deyip yanından ayrıldılar Abel’in. Bu arada az ileriden bir
kaç el silah sesi daha gelmiş, daha önce beraberlerinde götürdükleri başka bir adamı
da orada bırakıp dönmüşlerdi geriye. O andan itibaren hiç kimsenin cebinde para,
kolunda saat, parmağında yüzük kalmamıştı.
– Şimdi ağır ağır yürüyeceğiz. Tamamen sessizlik istiyorum. Az sonra sizi bir gemiye
bindireceğiz. Kaptan sizi İtalya karasularına bırakınca başınızın çaresine
bakacaksınız. İtalyan gemileri sizi alıp karaya çıkaracaktır. Şimdi sessiz olun.
Kısa bir yürüyüş sonrası sahile gelmiş, adamın gemi dediği küçük bir tekneye tıka
basa doldurulmuşlar umuda yolculuğa çıkıyorlardı. Ya da ölüme yolculuğa diye
düşündü Abel. Hiç bir çıkış yolu yoktu. Geriye dönmek isteyenlerin umudu da, hayatı
da daha oracıkta sönecekti.
Mülteci kampının revirinde gözünü açtığında çevresindeki polislere ve tuhaf tuhaf
konuşan insanlara bakıyordu boş gözlerle. Hangi lisanı konuştuğu tespit edildiğinde
tercüman aracılığıyla kendisine sorulan ilk soru,
– O sandalda kaç kişiydiniz?
– 76 kişiydik.
– Ailen de sandalda mıydı?
– Hayır.
– Geriye kaç kişi kaldığınızı öğrenmek ister misin?
– “Tek kişi” diyebilmişti Abel.
Bir cevap yazın