Gerçek hayatta olduğu gibi romanlarda da toplumla sevmeyi, alışmayı ve hissetmeyi öğrenen
insanın bazı zaafları oluşur. Zayıflıklarıyla var olmaya başlamanın yarattığı “acı çekme”
döngüsü toplum içindeki hayatın devamına yön verir. Yusuf Atılgan’ın Aylak’ı ve Peyami
Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu eserindeki hasta çocuk da Türk roman dünyasının acı
ve benlik döngüleri içine hapsolmuş varoluşlarıdır. Eserler boyunca olay örgüsünün katkısıyla
geliştirilen karakter yapıları acıyla hafızalarına kodlanmış bilinçaltı ögeleriyle tanıtılmış ve bu
döngü içerisinde yokluğundan beslendikleri anıları aramışlardır.
Bay C. ismiyle anılan ve romana ismini veren “Aylak Adam” ve ismi bilinmeyen hasta çocuk
yer aldıkları kurguda çektikleri acıyla var olan gizemlerini etiketsizlikleriyle tanıtırlar.
Çağrışımlara başkaldıran bu isimsizlik ve aidiyetsizlik, eserdeki ana karakterleri içerisinde
bulundukları sonsuz döngülere hapsetmeyi amaçlar. Karakterlerin geçmiş ve anlık
hayatlarının birbiri arasındaki etkileşimiyle ortaya çıkan arayış döngüsü ise yaratılan trajedi
ile korunur. Bay C. bulmaktan içten içe kaçındığı bir sevgiyi arar. Kadın imgesine
indirgenmiş bu arayış, aslında kaybettiği masalsı sevginin verdiği acıdan doğmuştur.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndaki çocuk ise yabancılaşma bilincine sahip olmasına rağmen
arzuları onu sahip olmadığı sağlığa, acı veren bir hayale ulaştırır. Karakterler onlara
yalnızlıklarının getirdiği bu acı duyarlılığıyla büyür ve döngünün ta kendisi olurlar: acının
olgunlaştırdığı güçlü varoluş.
Bay C. toplumun varlığına sıkıştırılmış bilinçli bir aylaktır. Psikanalitik anlamda özündeki
id’e sığınmaya duyduğu büyük arzuyla süperego’nun ona direttiği ezberciliğin çatışması
doğar. C.’nin benliğinde kadına düşkünlüğüyle antipati kazanan arketipinden kaçmış, ancak
kaçtığı şey oluvermiştir. Çalışmak, para kazanmak, cinsellik ve ten bağımlılığına bir
başkaldırı olarak yükselen Bay C., bunların toplumda yaşama zorunlukları olduğunu kabul
etmeyi reddeder. Bu reddetmenin onun geçmişinden ve ait olduğu kişiden koparmadığı
farkındalığı sonsuz bir “acı çekme” döngüsünün odak noktasıdır. Acısını aylaklıkla örten Bay
C., kendi seçtiği hayatın ona sunduğu imkanlarla yeniden benliğine evrilir. Mutluluğun ait
olduğu yer olan Zehra teyzesi hatırlamak için derin localarda bulunmayı seçer, ama bu şekilde
“kadın düşkünü” etiketine yaklaştığını fark edemez. Kaybettiği aşkı arayan Bay C., kaybın
nedenine dönüşür. Var olmasıyla ona sunulan hayatı reddetmesi de acıyla hiç kopmayacak bir
bağ kurar.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndaki çocuk, ailesi ve içinde bulunduğu toplumdan bağımsız bir
çaresizlikle doğar: bir hastalıkla. Eserde on beş yaşında olduğu söylenen çocuk hayatı ile zıt
olan arzularıyla yaşamıştır: sahip olmadığı çocuksuluk, koşmanın ona veremediği özgürlük ve
ağrının izin vermediği heyecanla. Âşık olduğu Nüzhet karakteri bu zıtlıklardan biridir.
“Heyecanları otomatik” olan Nüzhet, karakterin sahip olmadığı her şeydir: cehalet, ilgi
çekicilik ve yontulmamışlık. Onun sunduğu heyecan, ana karakter için bağımlılık yapan bir
acı döngüsüdür. Bu döngü ona her zaman sahip olmadığı güzellikleri hatırlatmasına rağmen
acının sonsuza varması için bir araçtır, Bay C.’nin o sonu olmayan arayışı gibi. Her ikisi de
yalnızdır, çevreyle kavgalıdır, romanlardaki açık mekânlara ve iç huzura ait değildirler.
Klasik roman ögelerinden imrenecek ana karakterler olmayı da başaramamışlardır, onları acı
var etmiştir.
Sonsuz acı döngüsü eserler boyunca trajik ögelerle desteklenmiş ve kaçısın kayboluş olduğu
eser sonlarıyla kanıtlanmıştır. Zorunlu toplumsallaşmaya aykırılığın sembolü C., kulağını
kaşımayı bırakamadığı gibi aradığı ideal kadını da asla bulamaz. Eserde göze çarpan kulağını
kaşıma takıntısı psikolojik analiz için güçlü bir leitmotiv ögesi sunar. Karakteri tanıyabilmek
için kanıtlanmış bir tez sunan bu teknik bilinç akışıyla desteklenerek benliğin
susturulamadığını sezdirir. Zehra teyzesinin masalsılığını kaybettiği C.’nin babasıyla
yakınlaşma sahnesi, hayatının geri kalanında C. ile beraberdir ve acı döngüsünü besleyen bir
hatıradır. Unutmasının yıllar geçmesiyle bile gerçekleşmediği travmaları saniyelerde
hatırlayan karakter, arayışın sonsuzluğunu anlamıştır. Bu yüzden B.’nin peşinden gitmez.
Hayatındaki amaç olarak kodlanan ideal kadından bile kaçar, çünkü arayışla vardır o. İşi
aramaktır. Olay örgüsünde sıklıkla değişen mekân seçimleri de bunu kanıtlar. Açık mekân
olan sokaklarda her an yeniden yabancıdır ve her an arar. Ancak ev ile kapalı mekâna geçen
karakter uzaklaştırılır arayışından, bu yüzden reddeder. Kaliteli görünümüyle simit yememeyi
ve mutlu olmak için evlenmeyi reddettiği gibi. Edebiyatta iç hesaplaşma ve benlikle
ilişkilendirilen kapalı mekanın aksine C., kendini özgürlükte bulur: arayışında.
Zıtlıklarla donatılmış trajik tasvirlerin ağır bastığı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanı, dil
özellikleri ve anlatım teknikleriyle de karakter gelişimini güçlendirir. Otodidaktik ve
entelektüel birikimi yüksek olan ana karakter, şahit olduğu her şeyi hastalığa ve güçsüzlüğe
yormaya başlamıştır. Evindeki sofa onun için adeta yatağına çivilenmiş bir hastadır. Kenar
mahallelerdeki binalar ve sokaklar hastalığın getirdiği yıkımdır. On beş yaşındaki bir çocuğun
hayatının kendi başına olgunlaşmış gelecekteki halinin dilinden anlatılması ise esere sübjektif
bir nitelik kazandırır. Mekânın ve zamanın okuyucuya aktarılması, nesnel bir acı döngüsüyle
değil, bilinçaltı lensleriyle sunulur. Bay C.’deki kulak takıntısıyla bağdaştırılabilecek olan
“dehliz” leitmotivi bu bilinçaltı lenslerinin yansıtıldığı bir mekân seçimidir. “Işıkların
buğusu” altında kendini sorgulamaya ve kendine açılmaya itilen çocuk kapalı mekân ile
kendini bulur. Özgürlükle ilişkilendirilen açık mekân onun için acının hatırlanması için bir
kaynaktır: onun gibi olmayan herkesin bulunduğu bir dış dünyadır. Acı döngüsüne bağlanmış
çocuk onunla gelişir ve kaçamaz, Bay C.’nin arayışını asla sonlandırmayacak olması gibi.
Acının var ettiği karakter Bay C. ve hasta çocuk sonsuzluğa sığınmış sessiz protesto
sembolleridir, sonsuz bir arayışa ve sonsuz bir arzuya. Biri geçmişini terk etmek isterken,
diğeri bedenini reddetmek ister. Ancak hayatlarına hapsolmuşlardır. Çocuk bağırıp isyan
edemediği gibi, Bay C., B.’nin peşinden gidemez. Hastalık ve sevgisizliğe başkaldıramayan
karakterler klasik kabullenişlere karşı olmayı seçer. Bay C. aradıkça yaşar, aradığı için. Hasta
çocuk ise kaçar, kendine bile acımamak için. Bilinçaltlarının susturulamadığı bu iki karakter,
yazarlarının onları hapsettiği “acı çekme” durumunun somut varlıklarıdır ve farklı kurguların
içerisinde zaman ve mekân ögeleriyle desteklenmiş olan benliklerinde büyürler.
Hande Erkut
Bir cevap yazın