İnsan, iç sesleri de duyabilse sağır olurdu.
Moda’da çay bahçesinde karşı karşıya oturuyorlardı. Bütün düşüncelerinin derli toplu
cümlesini arıyordu kadın. Adam denizi izliyordu, kadının ise sırtı denize, yüzü adama
dönüktü. Kadın “nelere sırt çevirdim onun yüzünü izlemek için” diye düşündü, “O bunu
biliyor muydu. “ Bilemezdi. Bilse sağır olurdu.
Topladı kendini kadın, “Nasılsın?” dedi. İnsan bu alelade laf için nasıl böyle güçlü durmaya
çalışırdı, buna kendisi de anlam veremedi. Adam çayından bir yudum aldı, “Eh sonunda
konuşabildi” dedi sanki içinden, yüzünde belli belirsiz bir tebessümle. O gülümseme başka
nasıl anlatılır. “İyidir” dedi. “Seni sormalı, sesin çıkmıyor uzun zamandır?” Sadece onun
önündeki çaya baktı kadın, adamın bitirmek için hüpleterek içtiği çayına.
(Ne gamsızlık.)
-Sesim çıkmıyor . Çalışıyorum tüm gün. Gün benim için hava aydınlanmadan başlıyor
maalesef.
- Şafakla kalkıyorsun ha. Boş ver sen dertlenme, iyidir bu.
(İki lafından biri, İyidir. İyi.) - Neyse, sen nasılsın?
“O neyse’nin içinde ne yorgunluklar saklı” diye iç geçirdi kadın. Adam ise ikinci çayını
sipariş etti o sırada.
-Sen de çay içmedin ha, niye böyle dalgınsan.
Gülümedi kadın. Başka ne gelir elinden.
-Eskiden nasıl çay içerdik hatırlar mısın? Avluda sofralar açardı anneler, ablalar… Gece yarısı
yıldız sayardık.
Sözünü kesti kadının,
-Ay’ı unutma, taaa hilalken başlardık hayallere. Dolunay biter, Ay son dördünden el sallar da
bir öykü tamamlamış olurduk.
Ah. Onu görmeye başladı kadın. Onu şimdi görmeye başladı. 10 yıl önceye gitti, karşısında
mahallenin en güzel adamı. Şiir yazıyor, gelecek kaygısındayken kadın, o şiir yazıyor. Dünün
güzelliğinde kaybolmuşken bir an adamın kayıtsız bakışlarına takılıyor gözleri ama o, bir iç
dökme hamlesiyle soruyor:
- Hep mutlu biterdi öykülerimiz, başka türlü bitmesi mantıksızdı çünkü. Tekrar hilale dönen
Ay’a haksızlık olurdu. - Yanılmışız.
- Böyle deme ne olur. Böyle olmasın kavuşmamız.
- Kavuştuk mu şimdi biz?
Suratında yine “İyidir” gülümsemesi sinirleniyor kadın, - Neden kavuşmuş olmayalım.
- İki tam insan kavuşur. Ben o mahallenin delikanlısı değilim artık. Bölük pörçüğüm,
umudum yok ama biliyor musun, endişem de yok. Ben mutluyum. Sen kendine bak. Ne kadar
güzelsin, çok çalışıyorsun ama iyi kazanıyorsun gibi görünüyor. Senin adına sevindim. Ama
ben o adam değilim. Hahahah, böyle söyleyince de eskiden çok iyi bir gelecek vadediyordum
da sonradan işler karıştı sanır. Her zaman aklım beş karış havadaydı, sen büyüdün ben… Ben
belki de küçüldüm. Dünyaya kendimi ezdirecek kadar.
Bu laflar kalbini acıttı kadının. Acıttı lakin adamın o sinire dokunan gamsızlığı da yok oldu
sanki. Eski halindeki izleri arıyordu kadın, buldu. Bir dedektif edasıyla belli de etmeden,
buldu. - Dünyaya kendini ezdiremezsin çünkü yerin dibinde değilsin. Öykülerimizi hatırla, yıldızları
ve Ay’ı. Ben her zaman bu dünyadaydım, sana gökyüzüne bakar gibi baktım. - Gördün gökyüzünü. Neyse. Aynaya bakardım sanki göğe baktığımda. Hakikaten bu
dünyada değildim ama yer çekimine karşı da koyamadık insanız işte n’apalım. - Ne yaptın peki. Görüşmediğimiz onca sene ne yaptın?
- Bu soruyu sorduğuna emin misin? Ben hafızası kuvvetli biriyimdir. Üstelik konuşkanım da.
Yani bi’ anlatmaya başlarsam…
Kahkahalar atıyor. Onun kahkahasına sarılıyor kadın, adam farkında değil. - Sen anlat yeter ki, ne anlatsan öykü olur kelimeler dilinde.
Mahcubiyeti yakalıyor gözünde nihayet kadın. Adam ise ona olan ilgiye anlam veremeyip
konuyu değiştiriyor. - Sen ne yaptın. Yani sadece para mı kazanıyorsun? Yıllarca annem seni örnek verdi bana.
Kız başına neler başardı sen aylak aylak gez dedi. Biliyor musun? Neyse. - Neyi biliyor muyum? Anlat ne olur anlat…
- Gururlandım. Senden bahsettikleri her sohbete kulak kabarttım.
Susuyorlar. Kadının yanakları kıpkırmızı oluyor, o ise alelacele çayını bitiriyor. Adam
hemencecik bir şeyler söyleme hissiyatıyla, - Evlenmedin değil mi?
- Evet, bulamadım dengimi.
- Çok üzüldüm. Mahvoldum…
Adamın muzip gülümsemesi kadını da gülümsetiyor.
-Şaka bir yana, gerçekten üzüldüm. Allah var… Yani Allah var, gerçekten kıskanırdım
yanında birini görsem. Ama yalnızlığı hak eden biri değilsin sen.
Neler söylüyor böyle diye düşünüyor kadın. Onu kıskanırmış? İlk gençliğinde bir kere elini
tutmuştu da düşüp bayılacaktı orta yerde. Neler yaptı kadın, onun geçtiği sokaklardan geçti
yıllar boyunca. Mahalleden eski bir tanıdıkla karşılaşınca ne yapıp edip lafı ona getirirdi ki
ondan haber alabilsin. Sosyal medyada defalarca arattı ismini ama karşısında kendi
kabuğunda yaşayan bir adam, onun o taraklarda bezi olmazdı.
Adam kadının geçmişe gittiğinin farkında, bir gülümsemeyle: - Hop, daldın gittin… Yıllar sonra da böyle konuşunca olmadı. Özür dilerim bunları,
içimdekileri yani, hiçbir zaman söylememeliydim.
Kadın parladı aniden, yıllar boyunca biriktirdikleri taştı içinden. - Neden karşıma çıkıp daha önce söylemedin. Senelerce uzak durdun birden kaybolup gittin.
İzini sürmek zorunda mıydım ben. Şimdi… Şimdi hangi beklentiyle bana bunları
anlatıyorsun? - Sus rica ediyorum. Hiçbir şeyi beklediğim yok. Niye mutlu olduğumu biliyor musun,
beklentisizim çünkü. İçimi döktüysem öylesine. - Öylesine.
- Öylesine.
Karşılıklı susuyorlar. Sözleri tükeniyor ama kalkmak da gelmiyor içlerinden.
Günün akşam olduğunu fark ettiler. Bir çay daha alıp almayacağını sordu, “alırım” dedi kadın.
Sandalyesini adamın yanına çekip denizi izlediler. Denizi ve gökyüzünü. Gökte Ay, son
dördüne geldi ve öykü usulca bitti.
Ezgi Sadıkoğlu, 25.07.2023
İstanbul
Bir cevap yazın