Rüzgar sokakta bulduğu sahipsiz sesleri içine almış uğultuyla ilerliyordu. Etraf toz duman,
koca ağaçlar köklerinden aldıkları güçle karşı durmaya çalışırken, yaprak ve gelişigüzel
uzanan dallarını, rüzgarın yalayıp gitmesine engel olamıyordu. Yere yakın oluşmuş ufak
hortum yetmeleri, kendi kendilerine çocuklar gibi oynaşıyor, kaldırdıkları çalı çırpıyı
yerlerinden etttikleriyle kalıyorlardı. O gün Rüzgar Ana, çoluk çocuk gelmişti anlaşılan, on
iki haneli bu küçümencik köyü karıştırmaya.
‘Nur Ayşe gideli beri, Harmandalı Osman’gillerin evinde aylardır bir nüfus eksik galıvedi.’
Böyle diyordu komşu köye verdikleri kızın ardından köyün diğer haneleri. Daha doyasıya beş
nüfus olamadan dörde düşmüşlerdi. Kerpiç köy evinin, esintisini sızdıran pencere aralığından,
rüzgarın, ablasından getirdiği haberleri fısıldarken daldı Gülistan, acı ve özlem duyarak
onunla geçirdiği günlerine.
On iki senelik misafirlik nedir ki, koca dünyaya insan hayatında… Kızların çocukluktan geçip,
genç kızlığa uzanamadığı, kadın kısmına döndüğü, memelerinden utanıp, omuzlarını öne
aldığı, sokakta dokuz taş oynamayı yeni bıraktığı, ama yine de ‘Ya çağırırlarsa oyuna’
diyerek, taşlarını yastık altında herkesten gizlediği yıllardır onlar. Anaların yanında erkek
kısmısından konuşulduğunda, beş parmağın ağızlara kapaklandığı, masum gülüşlerin büyük
yutkunmalarla boğulduğu, yanakların utançtan elma elma olduğu yıllar. Her ay çektiği sancıyı
azaltmak için karnına sıcak ütü bastığı, kız olduğuna lanet ettiği,neden olduğununu
anlayamadan, bebesini kucağına alıverdiği , genç kızlığa adım atılan yıllardır. Anaların ılık
nefeslerine daha çok sokulmak istenen, yorgun, nasırlı ellerinden şifa beklenen ‘Sana da
oluyo muydu, ben gibiykene’ ile başlayan soruların dört duvar hanelerde sıkışıp kaldığı
yıllar….
Nur Ayşe’nin kaderi de aynıydı. İşte o yüzden evinden koparıldığı o fırtınalı günü unutmadı.
Kalbinin en masum, aşk değmemiş atışlarına aldırmadan damat evinden gelen ata
bindirilişini, ardına bakmadan kaderine boyun eğişini de. Nur Ayşe davulun tok sesine karışan
kardeşlerinin sözsüz ağıtlarıyla, anasının kalkan yüreğiyle koyulmuştu o gün yola. Bu yüzden
rüzgarı,baba evinin kokusunu getirdiği için hem sevdi, o günü hatırlattığı için de nefret etti.
Ondan beridir, gücüne inanıp rüzgardan medet umdu, kendini de sahipsiz seslerine katacağını
düşündü. Rüzgarı ana bildi, kızını kurtarmaya kuvveti yetmeyen öz anasından öte, onu
1
haberci etti kendine. Yeni evindeki sessiz ağlayışlarını, kocası üstündeyken canını yakan acı
dolu iniltilerine katıp rüzgara teslim etti. Çare aradı, bulamadı. En yalnız günlerinde ona
köyünün kokusunu getirdiği, hüzün dolu güz günlerinde annesinin güneşi iyice içine çeksin,
onu tadıyla kurutsun diye dama yaydığı kırmızı biberlerin acısını getirdiği için sevdi rüzgarı.
Çocukluğunda damda kardeşiyle koştururken annesinin fırlattığı terliğin şimdilerde tatlı
gelen, etini morartan acısını rüzgarla daha canlı hatırladı.
Kız kardeşinin de onun yazgısına ortak olacağını öğrendiği gün ilk aklına gelen rüzgardı yine.
Öyle bir fırtına çıksın, uzanan kollarıyla sımsıkı kavrasın ,onu bilmediği diyarlara taşısın
istedi ki bebesiyle…. İşte tam o gün duydu dileklerini yaratıcı, güç verdi rüzgarına ‘Git’ dedi,
‘Bekliyor seni.’
Kardeşinin düğününe iki gün kalmıştı, kendinden on beş yaş büyük bir adamın koynuna
mahkum edilişine, sessiz ağıtlarla uğurlanışına kızın. Sabahın serinliğinde, ince camları
rüzgarın tıkırdatmasıyla uyandı Nur Ayşe. Rüzgarın ona fısıldayışıyla kalktı yatağından.
Bebesini aldı koynuna, kimse duymadan çıktı kapıdan. Giderek artan kuvvetiyle yaklaştı ona
hortum. ‘Sus bebem, korkma, kurtuluşumuz olacak bak göreceksin. Hem bizim hem de
Gülistan’ın kurtuluşu.’ Gözlerine giren toz toprakla kapattı kendini dünyaya, üzerinde ne
varsa, ona yalvarırcasına yapışmıştı, ‘Gir içeri delirdin mi’ Camın ardından gözleri
yuvalarından çıkmış gibi ona bakan kocasını görmüyor, ağzından köpükler ve salyalar ile
birlikte çıkan sözlerini duymuyordu. Yavaşça yerden kesildi ayakları, yükseldi, döndü, yukarı
doğru çıkmaya devam etti. Köyünden çok uzaklarda bulundu cansız vücudu, bebesinden yüz
metre kadar uzakta. Rüzgarla özgürdü artık.
Bir cevap yazın