Saatlerle aram bozuk bu aralar, takvimlerle de, bekleyişi hatırlatan ne varsa bozuğuz kısaca. Çünkü
beklemek; gelecek bir mutluluk umuduna bugünkü mutluluğunu hiç etmen demek. Çünkü beklemek;
meçhul yarınlara bugünden bel bağlamak demek. Oysa ben dünden harcadım bugünün ümidini, bir
avuç dolusu anı kaldı ellerimde ki bu anılar fazlasıyla akışkan, korumak adına ne kadar sıksam o kadar
azalıyorlar elimde. Peki ne kaldı geriye? Anıları bile olmayan bir ayrılığın sızısı neden geçmek
bilmiyor? Gözlerim camın arkasındaki nöbetini neden bırakmıyor hala? Vicdani bir hizmet mi
onunkisi, vefa mı, yoksa gözlerine duyduğu bir hasret mi sadece? Ya kulaklarım, onlar neden
bekliyorlar doğru çalmayacak bir zilin sesini? Ya ellerim, ayaklarım? Sen mi öğrettin onlara bu asiliği,
senden mi bulaştı bu umursamaz tavır onlara, niçin dinlemiyorlar beni? Dün “Git” diyen dudaklarım
bugün adının telaffuzunda bile buğulanıyorken, bin pişmanken gitmene, isyan etmeye kelime buluyor
da neden “Gel” diyemiyor? Yine mi engel oluyor içimdeki kahrolası gurur, onu da mı tembihledin
giderken? Böyle mi intikam alıyorsun yani? Ardında tükenmez bir bekleyiş mi bırakıyorsun yalnızca?
Umutsuz, kuru bir bekleyiş mi diktin varlığının ortasına? Onun yerine “Gitmiyorum” deseydin,
kabullenirdim. Çünkü ben blöf yapıyordum sevgilim…
Bir cevap yazın