Bazen böyle oluyorum. Bazı akşamlar bir hüzün yolculuğunun içinde kayboluyorum. Öyle bir hüzün demeti geliyor ve içime öyle bir yerleşiyor ki, bir yalnızlık hali sarıyor etrafımı, o anlarda susmaktan başka hiçbir şey gelmiyor elimden. Efkârım birikiyor ve sığmıyor içime. Yaşadıklarıma, ama en çok yaşayamadıklarıma hüzünleniyorum. Artık en iyi öğrendiğim şey de bu oldu. İnsanın zaman içinde, güven duygusunu yitirip yine kendi içinde kendi duygularıyla harmanlandığı zamanlar acının dinginleştiği, durulduğu zamanlardır. Köşeye çekilip bir ihtiyar gibi hayatınızın baharında iken hayatı yok sayabilmek, sadece izleyebilmek cesaret işidir. Kelimenin tam anlamıyla, ama hayatı sadece izlemek. Gelenler, gidenler, sizi bir otobüs durağı zannedip yanınızda bekleyenler, hiç gelmeyenler ile doludur etraf. Ve çoğu zaman öylesine sahtedir ki gülüşler, onları seçebilirsiniz artık. Sevinmiş gibi yapıp hiç sevinmeyenler mi, gereksiz samimiyetler mi, boşluğa gülümsemek mi, insanların sizden çıkarları arttığı zaman etrafınızda bir ateş topu gibi toplanan sahte kalabalıklar mı dersiniz? İşte bunları görmek çok hüzünlendiriyor beni.
Ben şimdi bu hüzün demetinin içinde kaybolup gidiyorum. Ve görüyorum, hissediyorum ve tiksiniyorum bazen insan olmaktan, çoğu zaman kendimi artık beni kimsenin üzemeyeceği, zarar veremeyeceği bir dünyaya hapsediyorum.
Psikologlara kalsa kentli insanın hazin yalnızlığının sonu derdi birçoğu eminim.
Gerçi ben eskisi kadar üzülmüyorum artık. Zor oldu ama bıraktım kim benimle gelmek istiyorsa gelir, kim gelmek istemiyorsa gelmez. Bu duygu da zamanla seni esir alıyor ve yine insanlara karşı ön yargılı, güvensiz yapıyor. Kim ne kazık atacak acaba bu defa? Kimler seni sırtından vuracak, kimlere neden güvenemeyeceksiniz bu defa? Ve işte bir süre sonra bunun adı artık tecrübe oluyor. Tecrübeyle birleşen hayat artık senin okuduğun kitaplarla ilgilenmiyor bile, yediğin kazıkların toplamından ibaret olan hayat yine bir şey öğretiyor aslında sana. Tecrübeyle sabittir.
Sonra insan bir süre sonra herkesten uzaklaşmayı seçerken en çok düşlediği bir yolculuk düşüyor aklına. Alıp başını çekip gidebilmeli mi uzaklara? Alıp başını gitse bile ne kadar uzaklaşabilir ki insan kendisinden? Nereye giderse gitsin hep aklında, yüreğinde ilmik ilmik kalmıyor mu her şey? Söylenenler, söylenmeyenler, susulanlar… İşte böyle durumlarda bazen en güzel yolculuk insanın kendi içinde kendisiyle yaptığı yolculuk oluyor. Bunu fark edince hüzünleniyorum. Kendi içimde yaptığım yolculuklar bana çok şey öğretti.
Hüzünlerimle iyice bir demlendikten sonra kalkıp bir çay demliyorum. İçine bir tutam yalnızlık, bir tutam masumiyet koyuyorum. Garip, mahzun ama en çok özleyen oluyorum. Bu özlem öyle arsızlaşır ki bazen; o zamanlar da çayı daha bir demli doldurup içerim, derin bir ah çekerim. Ve tüm bunlara rağmen karanlığa gülümsemeyi seçerim.
Zaman geçtikçe, sakinleştirici gibi değil, ama bir süre sonra insan zamanla yalnızlığını da ehlileştirmeyi, onu dizginlemeyi öğreniyor. Bir süre sonra bu da eskisi kadar size acı vermiyor zaten. Aksine bilge bir yalnızlığa, bilge bir yürüyüşe doğru yol aldığınızı fark ediyorsunuz. Hatta ben olayı daha da abartıyorum. İnsanlarla konuşmuyorum. Onlarsa konuştuğumu sanıyor. “Naber,nasılsın “ sorusuna sıradan “iyiyim” deyip yalan atıyorum. Zaten onlarında çoğunun benim iyi olup olmamamla ilgilendiklerini sanmıyorum. Çünkü iyi olmak sadece bir detaydır. İyi olmanın başka hiçbir özelliği yok. Ve sırf iyi bir insan olduğunuz için hayat sizi öyle filmlerde ki gibi ödüllendirmiyor. Aksine birçok insan size saf diyor. Ve çoğu zaman bu çocuksu saflığınızı kullanmaya kalkıyorlar. Sizde işte benim gibi elinden elma şekeri alınan bir çocuk gibi ağlıyorsunuz. İyi insan olmak demek iyi ile kötüyü ayrıt edebilen, ama buna rağmen iyi insan olmayı seçmektir. Ve bence iyi insanın tanımı tam da budur. İyi olmak çoğu zaman kötü insan olmaktan zordur. Ama daha güzel, daha onurlu bir davranıştır. Çoğu zaman kaybetseniz bile bu hiç değişmemeli.
Bilmiyorum belki bir gün olur, yine baharlar gelir. Badem ağaçlarının kokusunu kayıtsızca içime çektiğimde, ruhumda da güneşler açar, çiçekler selama durur. Ve belki bir gün kayıtsızca herkesi ve her şeyi yine eskisi gibi, bir çocuk masumiyetinde yeniden sevmeye, insanlara güvenmeyi devam ederim. Yine masallara inanırım. Yine şiirler okurum. Yine kalabalığa karışırım. Çayı eskisi kadar demli içmem. Belki bir gün gerçekten nasılsın diye soran olursa ona gerçek cevabımı veririm. “İyi değilim. İyiyim. Özledim. “Diye.
Bir umut her zaman vardır. Tanrı bile insanlıktan umudunu kesmediyse ve yine tanrı benden hiç vazgeçmiyorsa, her gün sabah güneş doğuyorsa, her an her saniye yeni bebekler dünyaya geliyorsa, umut her zaman var demektir.
Ve bir gün bütün kitapların sonunda olduğu gibi, belki gerçekten bir kahraman gelir ve hikâyenin bütün sonunu değiştirir. Zaten en iyi şeyler en beklenmedik zamanda olmuyor muydu?
Beklemiyorum.
O halde iyi şeyler olsun artık.
10 Şubat-2016
18 Mart 2016
Ankara