İnsanlar birbirlerine güvenirler. En çok da sevdiklerine, peki gerçekten sevebilmenin sırrı nedir? Güvenmek? Evet, belki de sadece güvenmek yeterlidir kimilerine göre.
Peki ya güvenmeyen; sadakatine, samimiyetine, insanlığına, sevgisine… Sadece sevmek için seven, onların sırrı ne?
Sevgi belki de bir şarta bağlı değildir. Asıl sır budur. Sevmeyi bilmek yeterlidir sadece. İnsanoğlunun doğasında da bu mevcut zaten. Bazıları ne kadar üstünü örtse kabuğunu çatlatmasa da biz biliriz sevmeyi. Önemli olan doğru şeyi sevebilmek aslında bir erkeği ya da kadını sevmek, bebekleri sevmek, doğayı sevmek, insan olmayı, insan gibi yaşamayı sevmek
İnsan gibi sevmek…
Yaradanı sevmek,
Kul gibi…
En önemlisi de sevgisini gösterebilmek. Hani derler ya; “lisanı halimle gösteriyorum, söylemeye ne lüzum.” Sanırım bizler lisanı halin de üstünü örttük. Kiminin kabukları çatlak sızdırıyor ama su sızdıran testinin sızıntısından su içilmeye kalkılsa, kana kana içilemez, testideki su da zamanla azalır ve biter.
İşte evliliklerin gidişatı da bu yönde. Zamanla aşk bitiyor. Saygıya, anlayışa bel bağlıyor insan. İyi de sevmediğini sayamazsın ki, gönül sazına dokunamadığın kişiyi anlayamazsın ki. O yüzden sevmek gerek. Güzel olan her şeyi sevmek; bir erkeği ya da kadını, bebekleri, doğayı, insan olmayı, insan gibi yaşamayı sevmek…
İnsan gibi…
Yaradanı sevmek,
Kul gibi…
Bunları düşünerek evinin yolunu tutmuştu. İş yeri ile evi arası mesafeliydi ama yürümek ruhunu dinlendiriyordu ve biraz da onunla hasbihâl etmek iyi geliyordu. Bir de şu günlerdir geçmek bilmeyen mide bulantısı ve baş ağrısı olmasaydı. Gene de işin stresi ve evin sessiz çığlıklarının içinde kendini en güzel yürüyüş yaparak bulabiliyor ve rahatlıyordu.
Evine girmeden her zaman yaptığı gibi apartmanın altındaki markete girip alışveriş yapacak, ekmek alacaktı. Sonra da eve çıkıp bunları yerleştirip hemen yemek yapmaya koyulacaktı. Tam markete adımını atmıştı ki yerle gök birbirine giriverdi sanki. Gözlerindeki karıncalanmaydı en son hatırladığı. Kendine geldiğinde acil serviste bir sedyede uzanıyor başında da serum vardı. Bayılmış olmalıydı.
Neler olduğunu anlamaya çalışırken doktor geldi; “Geçmiş olsun Sedef Hanım, düşme esnasında oluşabilecek herhangi bir travmatik bulguya rastlamadım. Daha önce böyle bir durum yaşamış mıydınız ya da bildiğiniz kronik bir hastalığınız var mı?”
“Ruhum daralıyor. Acaba o bedenime yansımış olabilir mi?” diye sormak istedi ama sadece, “Hayır,” demekle yetindi. Doktor bir yandan muayene ederken, “Peki, birtakım testler istedim. Sonuçları çıksın tekrar görüşelim,” dedi ve ayrıldı.
Yeniden iç dünyası ile baş başa kaldı. “Yorulmuştum zaten işle ev arasında koşturmaktan, monotonluktan. Bana da bir değişiklik oldu,” diye düşünüp güldü. “Aman ne değişiklik, insanın canı sıkıldıkça acil servisi ziyaret etmesi iyi oluyor doğrusu.” Öyle derin dalmıştı ki gene, doktorun geldiğini; “Sedef Hanım söyleyeceklerimi tahmin ediyor olmalısınız,” demesiyle fark edebildi. Ne diyor bu adam diye anlamsızca bakarken, “ Böyle gülümsediğinize göre,” diye sözlerine devam etti. “Evet, doğru tahmin ediyorsunuz, hamilesiniz. Bundan sonra kendinize dikkat edin lütfen. Yorulmamaya çalışın ve en kısa zamanda Kadın Doğum Uzmanına muayene olun.” Anlamsız bakışlarının yerini şaşkınlık aldı. “Özür dilerim doktor bey anlayamadım,” diyerek tekrar duymak istedi. Kulaklarına inanamıyordu. 6 yıllık evlilik hayatında artık hamile kalmaktan ümidi kesmişti çünkü. Mucize gerçekleşmiş olmalıydı. “Mutluluğun resmi,” diye geçirdi içinden.
Eve geldiğinde çocuklar gibi şendi. Eşi çoktan gelmiş, pijamalarını giymiş, her zamanki gibi telefonuna gömülmüştü. Sedef Hanımın geldiğini görünce; “Evde yemek yok. İstersen dışarıdan söyleyelim,” dedi. “Vay be… Hoş buldum Samicim,” dedi içinden. “Keşke kurduğun ilk cümle, ‘neden geç kaldın?’ olsaydı. ‘Evde seni göremeyince merak ettim,’ deseydin.” İçindeki ses dışına ancak “Olur,” diye çıkabildi.
Yemek yerken kocasına şöyle bir baktı. Bir yandan pizza dilimini ısırıyor, diğer yandan telefonu ile maillerini kontrol ediyordu. Arada da instagram ve linkedin’e göz gezdiriyordu. “Biz ne zaman bu hale geldik?” diye geçirdi içinden. “Zaman, evet zamanla böyle olduk. Hiçbir şey bir anda değişmiyor ki zaten. Büyük, büyülü bir aşktı bizimki. Öylesine seviyordum ki onu. Hala da seviyorum. Sanırım beni onun yanında tutan bu olsa gerek. Bana bir baktı mı içime işliyor. O karşılık beklemeden sevenlerden olmalıyım. Aslında çok iyi bir eş olabilirdi aşkımızı koruyabilseydik. Çok iyi de bir baba… Acaba o da beni düşünüyor mu hiç? Kabul edelim ki eve gelmek için geliyor, beraber yemek için yiyor ve uyuyoruz. Evlenirken bunu hayal etmemiştik. Ya şimdi o da bizi, beni düşünüyor mu? Hiç sanmam, düşünmek için dünya meşguliyetlerini bir kenara bırakmak lazım ve ne yazık ki benim kocam telefonuna bakacağım diye yemeğine bile bakmıyor. Birazdan da haberler için kalkar. Evlendiğimiz günden beri beni bu konuda hiç şaşırtmadı ne yazık ki,” diye geçirdi içinden.
Gerçekten de Sedef Hanım kocası ile herhangi bir konu üzerinde birlikte fikir yürütebilmek için çok çabalamıştı. Değer yargıları, yaşam tarzları farklı insanlar değillerdi. Ancak karşılıklı sohbetler kocasını sıkıyordu. Kadınla erkeğin beyin yapısı farklıydı sonuçta. Sedef Hanımın ayrıntılı analizleri Sami Bey için yorucu olabiliyordu. Yaratılıştan gelen bu fark iki cinsi birbirine cazibedar kılması gerekirken, biri neticeye ulaşmış diğeri Haticeler arasında boğulmuş kalmıştı. Bir de altı senelik evliliklerinin içine sığdıramadıkları çocuk hasreti, aralarına görünmez bir duvar örmüştü. Sedef Hanım ne zaman o duvarı aşmak istese sanki yeni biri daha oluşmuş, aralarındaki mesafe giderek artmıştı.
Gecenin sonunda, Sedef Hanım sofrayı kaldırıp yarın için yemek hazırlığının ardından haberler için salona geçen Sami Beyin yanına gitti. Sami beyin haber keyfi nihayet bitti lakin gece de bitti ve uyumak için yatak odasının yolunu tuttu.
Sedef Hanım hamile olduğunu söyleyememişti. Öyle pat diye söylemek kolay değildi de. Yemekte muhabbet açmak için kocasının yüzüne bakıp durmuştu da gene de susmak kâfi gelmişti. Biraz da kocasının ona yeniden âşık olmasını istiyor, sırf çocuğu olacağı için ona ilgi göstermesini istemiyordu. Ayrıca söylemeden önce uzman doktora muayene olmanın daha iyi olacağı kanaatine vardı.
Gece uzadıkça uzadı. Sabah olmak bilmedi. Altı senedir hasretini çektiği o cümleyi –hamilesiniz— tekrar duymayı heyecanla bekledi. Bir türlü gözüne uyku girmedi. Kocasıyla ilişkisini yeniden canlandırmanın yollarını da düşündü. Tek tek durum tespiti yaptı. Kocası iyi bir insandı, karakterleri de benzerdi. Aralarındaki tek sorun iletişimsizlikti. O zaman bu sefer pes etmeyecek kopan muhabbet bağlarının tümünü tamir edecekti. Kocasına “Aramızdaki problemleri çözelim, içine düştüğümüz bu girdaptan kurtulalım,” diye söylese emindi ki kocası reddedecek kendilerinde bir umut kırıntısı dahi görmeyecekti. Bu yüzden uzun ve ayrıntılı planlar yaptı. Kararlı bir şekilde hepsini uygulayacaktı. Bunları düşünürken içinde kıpırtı hissediyor, heyecanlanıyordu. Her ne kadar “Denizi görmeden paçaları sıvama Sedef,” dese de kendini bu duygu ve düşünce selinden kurtarması mümkün olmuyordu. Nihayet gün ışımaya başlamıştı. Kocası uyanmadan sessizce telefonu komidinin üstünden aldı ve planını uygulamaya koyuldu. Telefonun arka planında çalışacak ve şarjını tüketecek bir program yükledi. Sonra da ara yüzden, ana ekrandan ve menüden sildi. Sadece uygulamalar menüsünde fark edilebilir hale getirdi. Böylece kocası akşam geldiğinde telefonun şarjı bitmiş olacak ve Sedef Hanımın yüzüne bakacak, sohbet imkânı doğacaktı. Tabi kocasının bu oyunu anlamaması için dua etmeyi de ihmal etmedi. Televizyon için de aklında bir şeyler vardı. Kocası evden çıkınca önceliğinde doktora gitmek ve eve tamirci çağırmak vardı.
Telefonla işi bitince mutfağa geçip güzel bir kahvaltı hazırlamaya başladı. Sonuçta erkeğin kalbine giden yol midesinden geçerdi.
Sıra kocasını uyandırıp onu kahvaltı yapmaya ikna etmeye geldi. İşin en zor kısmı da burasıydı. Zira Sami Beyin böyle bir alışkanlığı yoktu. Ya da zaman içinde yok olmuştu. Evliliklerinin ilk yıllarında Sedef Hanımın özenle ve büyük bir hevesle hazırladığı kahvaltılara bayılırdı. Şimdi ise uyandığında karısı çoktan işe başlamış oluyordu. Bu durum karısının terfi ettiği günden beri böyleydi. Kısaca kariyer gelmiş, kahvaltı gitmişti…
Yatak odasına gittiğinde kocasına yaklaştı ve yanağına buse nakşediverdi. Bunu yaparken kendisi de utanmıştı. “İnsan kocasını öptüğü için utanır mı?” diye düşündü. Sanırım kendisine yabancı bir eylem olduğu için böyle hissettirdi. Bir de Sami Bey; “ Hangi dağda kurt öldü,” diyecekti.
Kocası şaşırmıştı elbette ama beklediği gibi bir tepki vermedi. Açıkçası o da Sedef Hanımın bir şeyler planladığını düşündü. “Acaba ne?” diye geçirdi içinden. Sedef Hanım; “ Kahvaltı hazırladım. Bu sabah işe geç gideceğim. Birlikte güzel bir güne başlayalım istedim,” dedi ve gülümsedi. “Ne de çok özlemişim gülümsemesini. Zaten en çok sevdiğim yanı gözlerinin içiyle gülmesi,” dedi içinden. Haksız da sayılmazdı. Karısının ne zamandan beri hayata gölgeli baktığını unutmuştu bile.
Sedef Hanım kocasının buna itiraz edeceğinden hatta biraz daha uyumak isteyeceğinden emindi. Fakat gene beklediği gibi olmadı. “Peki, öyle olsun bakalım,” cevabı geldi. Karşısında yarı aygın yarı baygın duran adam kocası mıydı gerçekten? Pek anlam veremedi. Sami Bey tarafında da durum pek farklı değildi. Bu hareketler, konuşmalar, yanağındaki busenin sıcaklığı, gülümseme tüm bunlar karısından başkasını işaret ediyordu. Sırf merakından teklifini kabul etmişti zaten. Ne çıkacaktı bunun altından.
Sedef Hanım kahvaltıda ne yaptıysa Sami Beyi konuşturamadı. İştahı yerinde olan sevgili kocası bir elinde telefonu diğer elinde çatalıyla masada ne varsa silip süpürmüş sonra da ceketini alıp çıkmıştı. E sonuçta her şey bir anda değişmiyordu. “Henüz işin başındayım. Hele bir akşam olsun da,” dedi.
O gün işe gitmedi. Doktor randevusu için çıktı sadece evden. Kocası için hazırlık yaptı. Günlük alışverişi de kocasına yaptıracaktı. Tıpkı eski günlerdeki gibi kocasının evi için bir şeyler yapmasını ve bunun hazzını yaşamasını istiyordu.
Akşam Sami Bey geldiğinde dejavu yaşadı. Karısı gülümsüyor, ona tüm içtenliğiyle sıcacık bakıyordu. Masa donatılmış en çok sevdiği yemekler yapılmıştı. “Allah Allah!” dedi içinden. Demek ki karısı asla kabul etmeyeceği bir şey yapacak veya çoktan yapmıştı.
Yemekte telefonu şarjda olduğu için birçok değişiklik fark etti. Karısı özel konuklarına ayırdığı gözünden sakındığı çeyizlikleriyle donatmıştı masayı. Dayanamayıp neler olduğunu sordu. Ama gene beklenilen cevap gelmemişti. Karısının öyle bir niyeti yoktu. Yalnızca arayı düzeltmeye, evliliğini canlandırmaya çalışıyordu. İnanılır gibi değildi. Gerçekten böyle bir işe kalkıştıysa altı senedir aklı nerdeydi? Bugüne kadar tavır almak ve somurtmakla meşguldü. Şimdi mi aklına gelmişti evliliği. Tam da ayrılmayı düşündüğü sırada mı?
Yemek Sami Beyin bu düşünceleriyle başlamış, sohbet giderek koyulaşmıştı. Yemek bitip salona geçtiklerinde Sami Beyin yegâne meşgalesi olan biricik televizyonu açılmıyordu. Arızası vardı herhalde. Tamirden de anlamazdı, tamirci ile uğraşmaktan da hoşlanmazdı. Bir süre – ya Sami Bey pes edip tamirci getirene ya da yeni televizyon alana dek —böyle idare edeceklerdi. Sedef Hanımın planı saat gibi işliyordu. Artık her gün karşılıklı sohbet ediyorlar, birbirlerine güler yüzle, samimi, sıcak yaklaşıyorlardı. Kocasının aklına ayrılık fikri gelmiyordu bile. Hatta sorsanız kızacaktı; “Kim uyduruyor böyle şeyleri?” diye.
Sıra hafta sonu tatiline geldi. Sedef Hanım planın başında rezervasyonu yaptırmıştı zaten. Sami Beyi ikna etmesi zor oldu. Zira Sami Bey de en az karısı kadar işkolikti. Hafta sonu mesaisini iptal etmesi onun için işlerin aksaması demekti.
Ama kabul etti. Harika iki gün onları bekliyordu. Her şey sürprizdi Sami Bey için. Nereye gidecekleri, ne yapacakları… Hepsi.
Tatil güzel geçmişti. Sami Bey her şeyi Sedef Hanıma bırakmış, karısının sevgi selinde akışla yol almıştı. Otelden ayrılmadan karısı için aldığı hediyeyi takdim etmeyi de ihmal etmedi. Bir de şiir yazmıştı. Açıkçası Sedef Hanım da kocasının bu kadar romantik olabileceğini bilmiyordu. Mest oldu. Sırada asıl sürpriz vardı. Kocasının ona yazdığı şiiri katlayıp çantasından çıkardığı bir dosyanın içine koydu ve dosyadan başka kâğıtlar çıkardı. Sami Beyin o anki duygu durumunu anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalırdı. Şaşkınlık, heyecan, sevinç, altı yılın özlemi…
Sami Bey müjdeli haberi aldığında biricik eşine her zaman yanında, hep destek olacağını söylemişti. Bu yüzden doktor kontrollerine birlikte gitmek istemişti ama Sedef Hanım bunun için izinlerini tüketmemesini ilerde bebekleri ile tatile gitmelerinin daha iyi olacağını söylemiş, bizim işkolik Sami Bey de kabul etmişti hiç şüphe etmeden. Şimdi mutluluk içinde ve büyük bir heyecanla bebeklerinin dünyaya gözünü açacağı günü bekliyorlardı. Doğum yaklaştıkça ikisinin de heyecanı katlanarak artıyor, evlatlarının kime benzeyeceğini fazlasıyla merak ediyorlardı.
Zaman ibresinin takılı kaldığı o son günlere gelmişlerdi artık. Doğumun sezaryen olacağı ve tarihi belliydi. Fakat bugün hareketlerinin oldukça kısıtlandığını fark etti. “son günlerde, giderek böyle olacağım herhalde,” dedi. Eşini işe uğurladıktan sonra kahvaltı sofrasını kaldırdı. Ağırlaşan gözlerine teslim olmaktan kendini alamadı. Uyumak iyi gelecekti yorgun uyanan bedenine, öyle düşündü.
“of of of…” diyerek uyandı. Dinlenmesi gerekirken daha kötü olmuştu. Bu ağrı da neyin nesiydi. “Yoksa” dedi. Hayır olamazdı. Daha günler vardı. Saate bakmak için kalktı. Öğlen olmuştu. “Doğum sancılarım başlamış olsa bu kadar saat uyuyamam,” dedi. Kendini rahatlatma çabası boşaydı. Bunu, sancısına yenisi eklenince anladı ve hemen kocasını aradı.
Neyse ki hastaneye zamanında yetişmişlerdi. Sedef Hanım ve bebeği zarar görmeden sezaryene alınabildi. Hemşire bebeğin kıyafetlerini isteyince Sami Bey karsının hazırladığı hastane çantasını açtı. Bir tuhaflık vardı. Çantanın içinde bebek eşyaları var ama anneye hazırlanmış bir şey yoktu. Onun yerine bir mektup…
Annemin bana yazdığı mektup…
“Canım oğlum,” diye başlamış mektubuna. Evet anne, senin canına ben denk gelmiştim.
Bir cevap yazın