26 yaşındayım. Hayalim; kıyısı denize uzanan bir şehirde çay bahçesi açmak. Bir birahane ya da bistro değil. Aile çay bahçesi. Çünkü çay bahçelerine kavga etmeye ya da sevişmeye gelmez insanlar. Oraya gelen insanların egoları, hırsları ve birbirleriyle kavgaları yoktur. Ya sakince sohbet ederler ya da çaylarını içerken denize bakarlar…
Ne düşündüklerini, neyi arzuladıklarını, ne için koşturduklarını bilemem ama ‘’tutunamamış’’ insanlar olduklarını bilirim. Tutunan insanların paraları, sevgilileri ve en güzel yerde evleri vardır. Çaylarını en pahalı marketlerden alır ve dışarıya çıktıklarında çay değil en lüks kahveyi içerler…
Bir çay bahçesi açacağım ve oraya en güzel tutunamayan insanları toplayacağım. Çünkü biliyorum başka bir dünya mümkün. Hırslardan, egolardan, ‘’en iyi ben bilirim’’lerden, ‘’ben yaptım olducular’’dan, ‘’pastanın en büyük dilimini ben yiyeyim’’cilerden uzakta bir dünya mümkün. Ben hiç devrim görmedim, bilmiyorum. Ama devrimcilerim posterleri odamı süslemedi değil, onlar dar ağacında son nefesleri verirken ben onları yüreğime astım. Hiç birini tanımadım onların, hiç biriyle konuşma şansı bulamadım. Hiç devrimci bıyıklı ve parkalı bir sevgilim olmadı. Belki bu yüzden aşkta devrim yapmak yerine darbelere maruz kaldım. Onların istedikleri dünyayı hayal edip, var olan dünyaya ayak uydurmak ruh sağlığımın bozulmasına da yol açtı. Görmek istemediğim insanlarla, yapmak istemediğim işlerle bu dünyanın aylak adamlarından biri oldum. Başlarda çok utandım, kendime ihtarlar yolladım, kınadım, intihar fikrini çokça aklımdan geçirdim. Sonra bir baktım sürünün içinde hem de en önündeyim…
Ötekilere benzediğinizi ilk ne zaman anlıyorsunuz, biliyor musunuz? Çelme taktığınızda, yarı yolda bıraktığınızda, size ihtiyacı olan birine arkanızı döndüğünüzde değil. Tüm bunlardan sonra utanmadığınızda. Ben en ufak bir yalanda kızaran yanaklarımı nerede unuttuğumu hatırlamıyorum. Hiç tanımadığım insanlara ne zaman onları döver gibi bakmaya başladım? Ne zaman başladım insanların kalplerini kırmaya? Bir fikrim yok..
Ben devrimin bir sabah kalktığımızda olacağına inanmadım hiç. Yavaş yavaş evrilecektik. Ama baktım hiçbir şey iyiye gitmiyor kendimi kitaplara verdim. Olmayan kahramanlarla kendime bir dünya kurup, var olan insanların vahşi hayatlarında bir kurt olmaya çalıştım. Ben devrim filmi izlemedim. Zaten film izlemeyi de oldum olası sevmem. Ama sonra bir fragmana denk geldim. Adı; gezi parkıydı. Nasıl başladı bilmiyorum. Ben neresinde dahil oldum. Ne diye yürüdüm, nasıl bağırdım? Ama hiç unutmayacağım anlar var. Normalde herkesin yer kapmak için birbirine ölesiye ezdiği metrobüslerde insanların birbirlerine yer vermesi, olmayanın yerine olanın akbil basması, türbanlı kardeşimle mini etekli kardeşimin beraber güvercin tutması, hayatlarını hiç beğenmediğim ciks çocukların en önde koşmaları, mutsuz insanların yüzlerinin gülmesini, hayatım boyunca küs kalacağımı düşündüğüm arkadaşımla gezi parkında karşılaşıp sarılmamı, apolitik eski sevgilimin yeni sevgilisiyle bir apartmana saklanması… Her şey bir rüya gibi gibiydi. Gündüzleri clark kent olan bizlerin akşamları superman e dönüşmesi beni çok heyecanlandırdı. Ne olduğunu ya da ne olacağını bilmiyordum ama orada olmak artık düzenin aylak adamı değil, Yusuf Atılgan’ın aylak adamı olmak demekti. Artık paradan daha önemli şeyler vardı. Orada takımların, ideolojilerin, nereli olduğunun, hangi dili konuştuğunun bir önemi yoktu. Oradaki herkes birbirine benzemekten çok mutluydu. Orada travestisi de birdi, burjuvazısı da. Sokakta kalan son insan evine dönmedikçe kimse uyumak istemedi. Orada yitirilen canlara oradaki herkes aynı şekilde üzüldü. Oradaki herkes birbirinin kahramanıydı ve başka bir dünya mümkündü. Ötedekini, berikidekini, şuradakini, kıyıda kalmışını, en tepedekini, komşunun hep bizden daha iyi olan çocuğunu aynı şekilde sevmeyi öğrendik. Bizimle savaştıklarını düşünenler çok yanıldılar. Çünkü biz onlarla savaşmadık. Bizim silahlarımız, kalkanlarımız, oklarımız, gazlarımız yoktu. Bizim ‘’her şey iyi olacak’’, ‘’kimse zarar görmeyecek’’ inanışlarımız vardı. Biz savaşmadık. Biz önce kendimizle sonra birbirimizle barıştık.
Birkaç ay sonra kalplerimizde yitirilenlerin yaraları, sakat kalanların acıları ile hayatımıza döndük. Ama biliyorum ben hiçbir şey eskisi gibi olmayacak çünkü birbirimizi sevmeyi öğrendik. Bazı filmlerin fragmanı o filmi anlatmaya yeter. Ben o fragmanı izledim…
Bir gün deniz kenarında çay bahçesi açacağım. Soğuk bir havada kareli örtülü masalarda oturup çayımızı yudumlayacağız. Sonra ‘’çaylar benden’’ diye bağıracağım. Çünkü orası başka bir dünya olacak.
Özgen Aydos