Yeniden doğduğu gün…
Göz kapaklarım yer çekimine meydan okumaya karar verdiğinde, akıllı telefonumun alarmının çalmasına 2 dakika kalmıştı. Bakmadım; bundan eminim. foton parçacıklarının arsızlığından yine aydınlık bir gün olduğu anlaşılıyor ki siz buna güneşli diyorsunuz.
Sabah ritüellerimi katolik bir titizlikle uyguluyorum: Tavandaki, Freud ‘a benzeyen sıva kabarcığı; tamam, sevdiceğimin ritmik rem nefesleri ; tamam, Akşamdan çıkarıp Gratelvari savurduğum çoraplarım; tamam, dante, osman ve süslü’nün anlamsız aritmik havlamaları; tamam; beni kışkırtıyor mu sibemolden hala içimdeki çocuk; tamam…
Çalmadan ebeliyorum, geri zekalı telefonun alarmını. Sevdiceğim zamansız açarsa, kasımpata bağlıyor; istemeyiz. Siz buna tecrübe diyorsunuz.
Akrep daha 7’ye park etmiş. Ben kafein saati diyorum, siz buna da sabahın körü diyorsunuz.
Bugün hayattan bir can çalmaya gideceğiz bebeğim; sen, ben ve sevdiceğim.
Doktor 9.30’da gelin hallederiz dedi. Duygusuz ibne. 9 ay 6 gündür ben halledememişim kafamda, sen nereye hallediyorsun.
Senden başka bir çocuk daha geleceği için kızgın mısın bana? Birşey de söylemiyorsun ki, 2 aydır. Kapattın kendini. Hani şu aryaların da olmasa öldün diyeceğim. O derece mi kızgınsın bana?
Bunca senedir seni yaşatmak için yaşamadım mı? Sen mutlu ol diye deli damgası yemedim mi? Ortalığı oyuna boğmadım mı? Bak bu yaşımda sen seviyorsun diye şekeri kolleterolü fırlattım, beynim patlayacak, haberin yok. Ayıp bu yaptığın…
Hem fena mı olur; bunca senedir yalnızlıktan dem vuruyorsun. Oynarsınız beraber. Seversin belki. Belki de benden daha çok… Hem ben onun seni seveceğinden eminim ki…
Kafeinin yanındaki ıslak çikolatalı karbonhidratları rüşvet olarak kabul etme. Vallahi ben de seviyorum. Ha nikotin için üstüme gelme. O da beynimi bir arada tutmak için. Kolay mı sanıyorsun seninle yaşamak.
3. Kafeini 2 nikotin geçe, sevdiceğim, mucizevi haznesiyle ağır ağır belirdi kapıda. Önce bebişimi öptüm tam teşekküllü yaşam ünitesinden sonra nakliyeyi selamladım alt dudaktan.
Ayaklarını görmeden paytak paytak masaya kadar gidip kafeinime sulandı tadımlık. Ben hazırım dedi. Endişeli gözlerine alışkınım ne zamandır da, korkunun hüküm sürdüğü mordor diyarına yolculuğa çıkardı bir an retinaları beni. kara üzümlerin etrafında sanki uğursuz puhuların uçuştuğunu gördüm. Ve sanki, iki kol kavuşması da kaçırmayacak gibi geldi o hain mahlukları. Rahatlar belki diye bu son iki kişilik ömrümüz diyorum; düpedüz saçmalıyorum… Ağlamaya başlamasından anladım bunu. Bir de bu çıktı. Ben buna ostrojen overdoz diyorum; siz ne derseniz deyin umurumda değil.
Erkut Medikal 9.25’i gösterirken lobideki yerimizi alıyoruz. Sırtında beyaz gömleği, suratında akademik sırıtışı, gözlerinde şu garip para işaretiyle doktor beliriyor. pusuya yatmış haris puşt. Ben burada ruhumu teslim ediyorum gözlerindeki yavşak ifadeye bak !
5 yardakçısı bitiyor yerden bir anda. Sevdiceğimi kuşatıyorlar. elbiselerini katlayanlar, önlüğünü giydirenler, damar yolu açanlar. Oto sanayi mekanikliğinde 3 dakikada kendisini tekerlekli sandalyede buluyor sevdiceğim.
Dümende ben, tekniker ekip yanımızda, kapısında ameliyathane yazan bölüme kadar yürüdük. kapıda tutamakları elimden kapmak isteyen mavi önlüklü cadalozla bir arbede yaşadıysak da, sevdiceğimin korku ırmaklarının şelaleler ürettiği bakışlarında yıkanınca, hayvanlıktan bir an arındım.
Bir anlık insanlığımdan yararlanan cadaloz kaptı tutamakları. Tam öpecektim sevdiceğimi, cadalozun gazı köklemesiyle anonimleşti kuru buse…
Kara bahtımla birlikte odaya döndüm ki vakit geçmek bilmiyor. Sen de yüz vermiyorsun. Arkadaş ne ara biriktirdin bu deve kinini bilmiyorum ki.
Geri zekalı telefonla oynadım bir süre.gözlüklerimi temizledim, çantaları kurcaladım, cüce dolaba baktım. İnanır mısınız top kek bile var. Sanki kek yemeye geldik buraya; yeri gelmişken yavşak doktora da saydırayım dedim hani.
Ne ara oldu bilmiyorum, bir eksiklik bir sıkıntı bastı dört yanımı. Hayır neresi olduğunu bilsem oramı tutacağım. Top yekün bir anlamsızlık hali. Zifiri karanlığın tutamaksız hali gibi birşey. Zor atmışım koltuğa kendimi. Kaza ertesi envanter tesbiti gibi bakıyorum kolum bacağım yerinde. Nedir eksiklik yoksunluk hali muhasebesinin ortasında, kulaklarımda o aryayı düyamadığımı, beynimin içindeki yankının sustuğunu fark ediyorum ki, gözlerim sanırım beynimden önce farketmiş, açmış erkeklik gururunun kapaklarını. Kanımın damarlarımda daha nazlı aktığından mıdır nedir, atmışım koltukta arkaya kendimi. Neyse ki Erkut Medikel var. Göz göze geliyoruz yine. Akrebi salmış 10’un üzerine.
İğrenç boğaz temizleme ritüeli ile, arbede yaşadığım cadalozu karşımda bulmam bir oldu birden. Gözlerinde, bir anda saçları akpak olan Cüneyt Arkın’a bakan Fatma Girik ifadesi, kahve ister misiniz diyor. İrmik helvası niyetim var diye geçiriyorum içimden ki, az önce insanlığa döndüğümü anımsayıp vaz geçiyorum.
Sualsiz attım kendimi koridora. Daha kapıdan çıkarken, o ses yankılandı koridorda. Sonunda oldu dedim; kayışı sıyıra sıyıra kopardım; kısmet bu güneymiş. 35 senedir kapalı devre yayın yapan beynim bu sefer dışarıdan bana sesleniyor. aklım kuş oldu hastane koridorlarında beni kovalıyor. Hayır konacak başka makul bir dal bulacak diye de aklım çıkıyor.
İstemsiz, sesin peşinden yollanmışım. Yaklaşıyorum, yaklaşıyorum, sanki o da benden kaçıyor. Heybetli aryanın kaynağını ilahiyatta ararken merdivenlerin başında buldum. Mavi önlüklü tekniker, hayatın sesini haykıran, vücut bulmuş aryayı uzattı; hayırlı olsun dedi oğlunuz oldu.
Merhaba, dedim sana, içimdeki çocuk. İçimde yankılanan sesini karşımda görmekmiş demek ki babalık dediğimiz şey. Baba de bana içimdeki çocuk…
21.11.2013 İzmir