Havva elindeki kırmızı, sulu ve bir o kadarda güzel elmayı uzatırken Adem’e bir ısırık dedi. Âdem korkmuştu suç işliyor oluşunun verdiği utançla ne yapacağını bilemedi, Havva’nın elindeki elmaya ve elmayı saran elin güzelliğine hayran hayran bakıyor içindeki şeytan vesvesesini atamıyordu. Karnı açtı, ama bu açlık fiziken değil ruhen bütün bedenini ele geçirmişti. Cennetin her yerinde dolu dolu olan meyvelerin hiçbiri bu açlığı dirhem doyuramamıştı. Havva’nın al al yanaklarına, kendinden olan ama kendinden defalarca güzel gözüken vücuduna baktı, Havva her günahkarın kurduğu o meşhur cümleyi ilk orada Adem’e karşı kurmuştu. ‘Bizi yaratan Tanrı, bizim bu elmayı yemeyi ne kadar çok istediğimizi de biliyor olmalı, sonuçta her şeyi bilen o, eminim bizi affedecektir.’ Âdem günaha karşı daha fazla direnemedi Havva’nın uzattığı sulu ve tatlı elmayı alıp ısırdı. Havva’nın günaha davetinin bedelini masum vücudu sonsuza dek dünyaya gelerek ödeyecekti haberi yoktu…
‘Bu hikâyeyi kutsal kitaplardan birini okuyan herkes az çok bilir’ dedi genç adam yanındaki çok bilmiş ihtiyara. Dünden beri o kadar içmişti ki kafası hala zonkluyordu. Elindeki maden suyunu kayıtsızca çevirdi. Yaşlı adam gülümsedi, hafif titreyen elindeki kırışıklıklar yaşını asırlık bir çınarmışçasına ele veriyordu. ‘Ya hepimiz hikâyeyi yanlış biliyorsak, Adem’in elmayı ısırmasının arkasında Havva’nın güzelliğine duyduğu kıskançlık varsa ve elmayı sırf bu yüzden ona sözünü dinlettiğini kanıtlamak için Âdem sunduysa. Tam da şeytanlık bir övünme hikayesi olmaz mıydı işte o zaman?’ Yaşlı adamın elindeki çay fincanını almak için hemen şu Eve’lerden biri geldi. Nazikçe gülümsedi ‘Sevgili bayım bir bardak daha çay içmek ister misiniz?’ diye sordu. Yaşlı adam tiksinircesine bakıp kafasını istemem anlamında sağa sola salladı. Zavallı Eve, adamın suratındaki memnuniyetsizliği analiz ederek ‘Sizi incitecek ya da memnuniyetinizi azaltacak bir hata mı yaptım?’ dedi. Yaşlı adam elinin tersiyle itti Eve’yi , eski modellerden biri olduğu belli olan makine kafasını aşağı doğru eğdi ‘Özür dilerim, sizi memnun etmek için yapabileceğim bir şey var mı?’ diye sordu. ‘Gitmen’ dedi yaşlı adam huysuzca, dünyada değişmeyen bir şey kaldıysa oda insanların yaşlandıkça daha da huysuz olmalarıydı. Eve elindeki çay fincanıyla mutfak bölmesine giderken genç ‘Bir Eve’ye neden böyle davranıyorsun, serinin memnuniyet puanını düşürdün muhtemelen ondan dolayı başımıza sarıcaksın’ dedi. Yaşlı adam ‘Bıktım bu hurdalardan etrafta bir tane gerçek his kalmamış, her yer bu zırvalardan doldu taştı eskiden karımla akşam çay içerken sohbet ederdik, hiç susmadan saatlerce bir şeylerden şikâyet ederdi ve emin ol memnuniyet puanını hiçbir zaman düşürmedim. Şimdi ise etrafta sürekli bizim memnuniyetimizle ilgilenen bu zırvalar var, gerçek olan her şey karımla birlikte yok oldu. Şimdi şurada onunla bir çay içmek için neler vermezdim ve o muhtemelen benim çoraplarımı kirli sepetine atamayacak kadar tembel olduğumdan falan bahsediyor olurdu.’ Adam konuşmanın başından beri ilk defa gülümsüyordu, karısını düşünmenin ona bir mutluluk getirdiği aşikardı. Evlilik, aile ve çocuk sahibi olan son nesildi muhtemelen diye düşündü genç adam. Kadınlar gitmeden önce. Gitmek kullanılması gereken kelime bu muydu? Kadınlar gitmemişlerdi onları erkek egemen bir dünyada yaşayamaz hala getirenler bizlerdik. Nüfuslarının azaldığını dahi %30’lara düşene kadar ciddiye almamıştı hiç kimse. Çünkü herkes yeni çıkan muhteşem bebekleriyle oynuyordu. Sorumluluk almanızı gerektirmeyen, sizden hiçbir şey talep etmeden sadece geyşa ruhuyla yaratılmış Harmony serisi etrafta kusursuz vücutlarıyla dolaşıyor ve erkekler ile kadınlar arasındaki yüzyıllardır süren hetero yaklaşımı baltalıyordu. Sonrasında ise Eve serisi piyasaya sürüldü, evinizdeki muhteşem yardımcınız olarak; çamaşırlarınız, bulaşıklarınız, biriken tozlar hepsi bir sorun olmaktan çıkmıştı. Hatta sonraları anne şefkati veren modelleri bile piyasaya sürülecekti. Ev işini yapmanın kadın görevi olduğuna kimseyi ikna etmenize gerek yoktu artık. Sofia piyasaya ilk çıktığında herkes yapay zekanın hayatımıza yerleşeceğini buraya kadarki kısmı yaşayacağımızı az çok hayal edebiliyordu. Bütün dengeleri bozan aslında lanetli seri olan Haruslardı.
Haruslar ilk halka açıklandığında kimse bunun gerçekliğine inanamamıştı. Kadın olmadan insanlığın üremesinin devam edebileceğinden bahsediliyordu. İnsanlığın üremesi denmesi sizi yanıltmasın çünkü sadece erkek ırkının devamlılığından söz ediliyordu. Çünkü kadın olmadan kadını yaratmak sadece Tanrı’ya mahsustu ya da bilim adamlarının deyişiyle fiziken ve ruhen güçsüz bir türü devam ettirmeye çalışmanın bir mantığı yoktu. Başlangıçta Haruslar sadece gelişmiş askeri güçler yaratmak için oluşturulmuşlardı ve kadınların bu piyasaya tutunmaları zor olduğu için fiziki olarak erkeklere benzeyen bir tür üzerinde çalışmak fonlanabilmişti. Dünyanın o aşamadan sonra bitmek bilmeyen bir kaosla cinsiyet savaşlarına sürüklenmesi kaçınılmaz olmuştu. Kadınlar yüzyıllardır ektiğimiz tarlalarımız yerini Haruslara kaptırmıştı.
Yaşlı adam cebinden çıkarttığı yıpranmış, sararmış fotoğrafı genç adama uzattı. Fotoğrafta üç küçük kız çocuğu ve onlardan bir tanesinin yakasını düzeltmek için eğilmiş ve tam bu sırada fotoğrafın çekildiğini fark etmiş olacak ki derin bir neşeyle gülümseyen bir kadın vardı. Fotoğraftaki her eşya eski dünyayı anlatan film setlerine uyumluydu. Kadının üstündeki kareli kısa elbisesi, kızların saçlarını toplama biçimleri, kıyafetlerindeki uyumluluk. Bunlara şahit olmak nasıl bir şeydi acaba. Kızlardan birinin elinde ufak bir oyuncak vardı ama ne işe yaradığına dair fikir bile yürütemedi genç adam. Yüzlerindeki çilleri, hatlarının keskinliği hatta kızlardan birinin uyumsuz ve çirkin burnunu görmesine rağmen fotoğraf içini ısıtmış onu neşelendirmişti. Aynı şey yaşlı adam için geçerli değildi belli ki çoktan gözünden süzülen yaşları gizlemek için eliyle itelemeye başlamıştı. ‘Ailem; bütün bu zırvalar için onları kaybettim, hem de onları kaybettiğimi anlamadım bile bu saçmalıkların ışıltısına o kadar kapılmıştım ki onlara davranabileceğim en kötü şekilde davrandım. Kızlarımdan birini sokakta sırf zevk için tecavüz edip öldürdüler artık kadınların öldürülmesinin normalleştiği şu saçma zamanlardan birinde, diğeri ise kendini astı. Karımda küçük kızımızı alarak savaşa katılmak için gitti bende onlarla savaşmak istedim ama artık her şey bitmişti.’ Timsah gözyaşlarını bilir misiniz? Adamın ağlaması aklıma sadece bu tabiri getirdi çünkü dünyayı bu hale getirenler ben değildim ya da benim kuşağımdaki kimse; onlardı. Ben dünyaya geldiğimde kadınlar çoktan gitmişti ve o beğenmediği Eve’ler benim annemdi. Ona acımıyordum aksine bunun gibi adamları dinlemek son zamanlarda yapmak isteyeceğim en son şey bile değildi. Sızlanan bunaklar ve sürekli eskiyi yad etmelerinden bıkmıştım. Bu onlardan biri olmasa da bazıları teknolojinin şeytanlıklarından bahsederken bu yaşa kadar yaşayabilmesinin tek sebebinin teknolojinin insan yaşamını bu denli uzatabilmesi olduğunun bile farkında değildi. Tanrı eğer bir yerler de bizi izliyorsa çok trajik bir komedi anlayışı var olmalıydı.
Yaşlı adam yavaşça olan birkaç tel saçını geriye attı. ’Tanrı bize bunun olacağını önceden söyledi, Havva ismi bütün dini kitaplarda geçerken Kur’an’da geçmez sadece iki yerde ‘havvanen’ der onunda kullanılış amacı ihanettir. Yani bizim ona ihanet ettiğimizi bilir ilki herkesin tersten bildiği o muhteşem elma hikayesinde ikincisi ise işte tam olarak bunlarla.’ Ayağa kalktı yaşlı adam ve etrafına hüzünlü ama bir o kadarda boş bir bakış attı. Kaburgasızlardan olduğu incecik belini her ne kadar kamufle etmeye çalışsa da belli oluyordu. Savaş ilk başladığında kadınları korumaya çalışan erkeklere verilen nüktedan bir cezaydı hem de yaşadığımız sistemin ufak bir kast işaretlemesiydi. Asla güvenilmeyecekler, giriş kat dışında herhangi bir dairede yaşayamayacaklar, Eve ya da Harmony serisinden birine asla sahip olamayacaklardı hatta öldüklerinde kadın toplu mezarlarına gömülerek unutulacaklardı. Sistem zamanla sayılarının da azalmasıyla onlara yumuşamaya başlamıştı elbette ilk baştaki kadar katı kurallar kalmamıştı fakat sürecin bu aşamaya gelmesine kadar geçen sürede zaten hepsi sadece olanlardan şikâyet etmekten başka bir şey yapmayan birer dırdırcı bunak olmuşlardı. Her güzel devrimci düşüncesi gibi onların düşünceleri de yozlaşmış ve gençlerin dinlerken sadece ergenlikte etkilendikleri zamanlaysa unuttukları birer masala dönüşmüştü.
Eve’lerden biri yaklaştı yanına yaptığı raporlama sonrası casus modunu açtığından adı kadar emindi. Kurallara uymak istiyordu, kadınlar tek boynuzlu attan farksızdı onun için ve hayali bir ürün için ağır yaptırımlar altında kalmak gibi bir niyeti yoktu. ‘Siz bir şey ister misiniz?’ diye gülümseyerek sordu, gözündeki o çirkin ifadeyle. Bu ifade devletin onları kontrol ettiği zamanlarda olan ara sıra annesi olan Eve’nin de yüzüne yansıyan bir ifadeydi. Yaşlı adama döndü ‘Bayım’ dedi gülerek ‘Üstün olduğunuzu kabul etmek sizin için neden bu kadar zor bilemiyorum, doğal seleksiyonun ne olduğunu biliyor olmalısınız oysaki… Kadınlar tek bir özellikleri sebebiyle sırtımızda taşıdığımız ağır yüklerdi ve biz üstün zekamızla sadece üreyebiliyorlar diye onlara bakmak zorunda kalmadığımız için artık çok şanlıyız. Keşke onlarda yaşam döngüsünde bizim altımızda olduklarının farkına varabilselerdi ve bize hizmette kusur etmeselerdi. Bildiğiniz gibi Kur’an’da açıkça şöyle der Allah göklerde ki ve yerdeki her şeyi kendi lütfu ile sizin hizmetinize verdi. Şu an olduğu gibi…’
Yaşlı adam bu sözlerin üzerine gözlerinde ki derin öfke ve umutsuzluk ile haykırdı, sanki kelimeler hayal kırıklıklarının arasından çıkmaya çalışıyordu ‘Bu, bu söylediğin kadınlar için değil, eşlerimiz, annelerimiz ve çocuklarımız için değil hayvanlar için onları hayvanlar ile eş mi tutuyorsun yani?’
Eşlerimiz, çocuklarımız ve annemiz mi? Ah zavallı adamcağız kadınları savunurken bile bencillik tükürüyordu cümleleri, hala kendini merkeze koyduğu o küçük dünyanın farkında değildi. Her şey aslında burada bu ufak kibirler ile başlamış ve bitmişti. Merhametinin sebebi de kadınlar değil de kendi vicdanıydı. O ise kendi için yaptığı onca şeyin acımasızca su yüzüne çıkmasından rahatsız olmuştu sadece. Oysa bu sözler onun için hiçbir şey ifade etmiyordu, onun annesi bu yaşlı adamın beğenmediği makinelerden biriydi, bir eşi olmayacaktı ve üreme artık devletin elinde olduğundan bir katır gibi kısırdı. Cümleler kaynayan bir çaydanlıktaki su damlaları gibi buharlaşıp gittiler havada bu sebeple. Ama ona bunları anlatmak yerine, kıkırdadı ‘Onların içinde ki sütten size içiririz ve onların içinde sizin için birçok fayda vardır… Sence de bu sözler bir yerlerden tanıdık geliyor mu?’ Yaşlı adam tek kelime etmedi Eve’nin casus modunun açık olduğunu fark ettiğinden mi yoksa gerçekten pes ettiğinden mi bilmiyordu. Arkasını dönüp barın kapısına doğru yavaşça hareket etti, kafası yerdeki karo taşlarının arasına mücevherini düşürmüşçesine öne eğilmişti.
‘Eğer Neandertaller sizin zamanınızda yok olsalardı muhtemelen onları da savunurdunuz bayım ama gelin görün ki artık kimse bunun için de üzülmüyor…’
Eve bu sözlerin peşinden yüzüne güzel bir yapay zekâ gülümsemesi takındı. ‘Ah! Bayım bir şey içer misiniz diye sormuştum ya sizin gibi sadık müşterilerimiz için kocaman bir portakal suyu müessesemizden olsun.’ diyerek göğsündeki radyodan çalan hit şarkılardan birini mırıldanarak mutfağa doğru yöneldi.
Bir cevap yazın