Hastalık kokan duvarlar bembeyaz. Acıyla ses veren bir yatak. Sancıyla bedeni kasılan bir adam yüzünü buruşturuyor. Rengi sapsarı.
“Sevda! Sevda! Nerdesin? Gel! Lütfen gel artık!”
Adamın alnı rüzgârda terlemiş yaprak gibi. Başucunda karısı alnındaki teri şefkatle silip çaresizlikle elini tutuyor. Kocasının gözünden akan iki damla yaşın yüreğine süzüldüğünü hissediyor. Kim bu kadın? Tanıdık biri değil. Göz ucuyla yanındakilere bakıyor. Oğlu tedirgin. Yatağın ayak ucunda oturan adam gözlerini ikisinden de kaçırıyor.
“Dünden beri üçüncü kez aynı kişinin adını duyuyorum. Kim bu?”
Ferhat gözlerini kaçırmaya devam ediyor.
“Tanımıyorum…” diyerek ayağa kalkıyor, içindeki sıkıntıyı bastırabilmesi mümkün değil. “Neyse geç oldu gideyim artık. Burçin, bana ihtiyacın olursa hangi saat olursa olsun ara.”
Ferhat’ı asansöre kadar geçiriyor Burçin. Yalvaran gözlerle bakıyor ona.
“Gerçekten o kadını tanımıyor musun?”
Cevaptaki tedirginlik açık.
“Kim olduğunu ne bileyim ben!”
“Birbirinize o kadar yakınsınız ki kardeş sayılırsınız. Ne olur bir daha düşün! Belki onu hatırlarsın. Kocamın ne kadar zamanı kaldı Allah bilir ama durumu hiç iç açıcı değil.”
“Ne yüce gönüllü bir insansın. Dur bakalım, kendini bırakmak yok öyle. Umudumuzu kaybetmeyeceğiz. Hem yoğun bakımdan çıkardılar.”
“Bence artık onu daha fazla yormamak için odaya aldılar. Gerçekleri görüyorum. Onu bulmaya çalış. Orhan’ın huzurlu olması benim için her şeyden önemli.”
Dostça omzuna dokunuyor Burçin’in.
“Söylediklerini düşüneceğim.”
Yağmurun habercisi bulutlar Ferhat’ı daha da kasvete boğuyor. Böyle bir durumda ne yapması gerekir? Düşündükçe tereddütle bocalıyor. Sevda’nın telefon numarasını bulması zor değil ancak karşılaşacağı tepkiyi kestiremiyor. Onun da çoluk çocuğu var. Eve gidip kendisiyle baş başa kaldığında, içindeki ses gittikçe yükseliyor. ‘Orhan, her şey senin yüzünden oldu. Şimdi yattığın yerden onun adını sayıklayıp duruyorsun.’ Ya ölüm kapıdaysa… Vicdan, yüreğinin kapısını aralayınca, ses kesiliyor. İşte, o an eli telefonda. Bir bahane uydurarak ortak bir arkadaşlarından numarayı alıyor. Derin bir nefes çekiyor sigarasından. Puslu halkaların içinden eski fotoğraflar geçmeye başlıyor birer ikişer. Yıllar önce, böyle bir görev yükleneceği söylenseydi inanmazdı. Yaşam, bu değil mi zaten? Hayal kahvesinde oturup kahvemizi yudumlarken kendimizi köpek balıklarıyla boğuşurken bulabiliriz. Yüzerken nasıl da böylesine açıldığımızı anlamayız.
Telefona dokunduğunda, yüreğinin atışları heyecan dalgasıyla hızlanıyor.
“Alo,” diyen sesi duyduğundaysa dalga boyu hayli yüksek.
“Merhaba Sevda! Ben, Ferhat!”
“Merhaba!”
Kekeleyerek devam ediyor.
“Aramadan önce çok düşündüm. Bunca yıldan sonra seni rahatsız etmiş olabilirim.”
“Yoo! Rahatsızlık değil, şaşırdım sadece.”
“Haklısın. Nasılsın?”
“Teşekkürler, sen?”
“İyiyim, sağ ol.”
“Hayrola? Söyleyeceğin bir şey olmalı…”
Ferhat hafifçe gülümsüyor.
“Evet, hiç değişmemişsin. Eskiden de her şeyi hemen hissederdin.”
Sevda sesi titreyerek cevap veriyor.
“Meraklandırdın beni!”
“Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Söyleyeceklerim Orhan’la ilgili…”
“…”
“Alo! Duyuyor musun beni?”
“Evet evet. Ne oldu Orhan’a?”
Ferhat rahatladığını hissederek devam ediyor.
“Büyük bir ameliyat geçirdi. Durumu çok ağır.”
“Yıllar sonra onunla ilgili böyle kötü bir haber aldığım için üzgünüm.”
“Kaç kez adını sayıkladı. Karısı seni bulmamı istedi benden.”
“Senin adına üzgünüm. Böyle bir haberi bana vermek zorunda kaldın.”
Eski arkadaşının onu anladığını hisseden Ferhat kaygılarından sıyrılıyor.
“Aynen öyle, duygularıma tercüman oldun.”
Dakikalar geçtikçe, sözcükler daha özgür. Konuşma sakin bir biçimde akmaya başlıyor.
“Dilerim her şey onun için kolay olur.”
“Seni hastaneye götürebilir miyim? Sana söylemek isteyip de söyleyemediklerini taşıyamıyor artık bence.”
“Tipik Orhan işte. Bir zamanlar onun yüzünden ne kadar ağladığımı bilemezsin. Çok üzdü beni, çok.”
“Ne desen haklısın. Yine de düşün derim. Belki de hatasını anlamış bir insanı bağışlama zamanı geldi.”
“Vicdanım rahat. Hatta ona teşekkür borçluyum.”
Ferhat, arkadaşını ikna etme çabası içinde.
“İyi ya, teşekkür etmek istiyorsan onu gör!”
“Eşimle konuşacağım, yarın ararım seni.”
“Yapma! Hangi koca karısının eski sevgilisini görmesinden hoşlanır?”
“O çok farklı zaten bana yapmasını istemediğim hiçbir şeyi ona yapamam.”
“Ne diyeyim? Seni de düşünüyorum. Huzurunu kaçırmak istemem. Yarın sabah konuşalım.”
Görüşme bittikten sonra ikisi de yorgun, ikisi de üzgün. Ferhat, kendisinden isteneni yapmanın huzuru içinde olsa da geçmişin rüzgârı sarsıyor onu. Saatlerce yürümüş sanki. O dönemdeki arkadaşlarının çoğu yaşamlarının yarısını geçti hatta birkaçı da son yolculuğuna uğurlandı.
Sevda’ya gelince benliğini kuşatan çığlıksı seslerle buruk gençlik şarabını koklamış gibi. Yılların dağları devire devire gittiğini iyice hissediyor. Onu çok sevdi. Anılar geçit törenindeler… Bir arkadaşının yazlığında tanışmışlardı. Aynı sitede Ferhat’ın da evi vardı. Güneş bambaşkaydı o yaz. Yakamozlar da… Şarkı söylüyordu yıldızlar. Orhan, gitarıyla gökyüzü korosuna eşlik ediyordu. O zamanlar üniversite öğrencisiydi, Almanya’da okuyor, yazları Türkiye’ye geliyordu. İkinci yılın sonunda ne olduysa gelen mektuplar seyrekleşmeye başladı. Sonrasında bir yıl boyunca umutla açılan posta kutusunun kilidi hep düş kırıklığını kucakladı. Ve… Bugün. Elinde avucundaki gün.
Akşam biricik kızı dışarı çıktıktan sonra aldığı haberden söz ettiğinde, kocası sakinlikle karşılıyor onu.
“Tanıştığımızda birbirimize geçmişimiz hakkında hiç soru sormadık. Seni derinden etkileyen biri olduğunu sezmiştim ama açıkçası öğrenmek istemedim.”
Sevda kocasının yanına oturuyor, bakışları sıcacık.
“Bana her zaman saygı duydun, olduğum gibi kabul ettin beni.”
“Buna değersin. İsteseydin bugün benimle hiçbir şey paylaşmazdın.”
“Yerimde olsan ne yapardın?”
Kocası ona bakarken ellerini iki yana açıyor.
“Kolay bir soru değil bu. Cevabı sende.”
Sevda’nın sesinde hüzün var.
“Gitmezsem ileride kendimi kötü hissedebilirim.”
“Yıllardır uyumlu bir çiftiz. Bunda geçmişin de payı var. Mademki onu görmek istiyorsun, ben engel değilim.”
Dudaklarında hafif bir tebessüm, kocasının elini tutuyor.
“Teşekkür ederim. Sen her zaman, her koşulda yanımdasın.”
Kocası onu anladığını hissettirmek istercesine başını sallıyor.
“Tabi öyle olacağım. Üstelik bu çok özel bir durum. Kötü bir haber gelse ben bile üzülürüm.”
Sabah Sevda, Ferhat’ı arıyor. Cevap yok. Bir saat sonra tekrar aradığında, yine cevap yok. Yüreğine merak tohumları düşüyor. Eski arkadaşından bir haber alacağından emin. Gene de düşen tohumlar büyüyerek endişeye dönüşüyor. Arkadaşını bir kez daha aramamaya karar veriyor. Bu buluşmanın bunca yıl sonra gerçekleşmesi gerekiyorsa gerçekleşecek zaten. Bilgisayarın başına oturup işine odaklanmaya çabalıyor. Kahvesinden bir yudum aldığında, boğazı yanıyor. Beklenen haber can acıtıcı …
“Efendim.”
Bir gün önceki ses böyle değildi. Sanki koşmuş koşmuş, yarışı kaybetmiş. Yılgın, umutsuz.
“Sevda…”
Sevda fısıldayarak soruyor.
“Gitti mi?”
Duyulan Ferhat’ın hıçkırığı. Cevap belli.
“Can dostumu, kardeşimi, sırdaşımı kaybettim. Onu çok arayacağım.”
“Üzgünüm, hem de çok. Zamanla alışacaksın arkadaşım onun yokluğuna.”
“Ne tuhaf, yıllar sonra sesini duydum. Acımı paylaştığım, içimi döktüğüm sen oldun. Onu görmeye gelecek miydin?”
“Evet. Ne yapalım, kısmet böyleymiş. Demek ki birbirimizi o günlerdeki gibi hatırlamalıymışız.”
“Ne diyeceğimi bilmiyorum.”
Ulu ağaçların çevrelediği avlunun çok yolcu uğurlamış bir hâli var. Yaşlı ağaçların bilgeliği duruşlarından belli. Vedalarda acıyla kabul kol kola girer ya, iki kişi de avluda kol kola. Birbirlerine destek olmaya çalıştıkları apaçık. Cenaze kalabalığının içinden kendilerine yol açıp ağlamaktan kızarmış gözlerini siyah gözlüklerin altında saklayan kadına yöneliyorlar.
İki el sıkıca kavrıyor birbirini.
“Acınızı paylaşmak istedim. Sabır diliyorum.”
Ferhat, Burçin’in omzuna koyuyor elini, gülümsemeye çalışıyor.
“Sevda çok eski bir arkadaşımız.”
Sevda gözlüklerini çıkarıyor. Burçin de… O gözler anlayışla birbirlerine ayna olunca, siyahlar içindeki kollar da birbirlerine açılıveriyorlar. Sarıldıkları hep bildiğini okuyan yaşam aslında…
“Yetişemediniz…”
Sevda dostça bakıyor Burçin’e.
“Böyle olması gerekiyormuş.”
Ferhat iki kadını izlerken gözyaşlarının akmakta olduğunun farkında bile değil. Zamanından önce büyümüş ağaçlar yeni bir yolcunun ardından gülümseyerek el sallıyorlar.
Bir cevap yazın