Son zamanlarda ara ara evine kapanan, yalnızlığı seven ve yalnızlığını paylaşmayan insanlara hemen asosyal etiketi vurup geçiyorlar. Toplumumuzun en güçlü!!! özelliklerinden biridir etiketlemek. Anında adı çıkar insanın, kimseler ‘‘Yaptın mı?’’ diye sormaz bile. En üzücü olan durumda, doğruyu söylediğiniz halde bile ‘’Bak bana söyleyebilirsin, benden çıkmaz, aramızda kalacak, kimseye demem.’’ gibi kalıp cümlelerle kalbinizin ortasına kibar tabirle tükürüverirler.
Gelelim konumuza, Her insanın zaman zaman gittiği yerler vardır elbet. Kimi zaman çay, kimi zaman kahve, pasta, börek, çörek, kimi zaman da iki yudum, kimi zaman iki kadeh artık kim ne yer ve ne içiyorsa da liste uzayıp gider de gider. Benim de dostlarımla birlikte ara ara gittiğim yerler var. Bu mekanlardan özellikle birisi var ki gitmeyi hasretle beklediğim, huzur bulduğum ve dostlarımın dediğine göre huzur verdiğim bir yer. Bana göre o mekana adım atınca güzelleşiyor her şey. Umutlar, planlar, şarkılar, özlemler.
Ama şu bilinsin, ‘‘salaş mekan’’ adı altında sahte salaşlardan olmayan bir yer. Özellikle günümüzde salaş mekan kavramına ulaşabilmek için, yok tavana balıkçı ağı, yok Yeşilçam ünlülerinin fotoğraflarını siyah beyaz çıkartıp koyayım derdinde olmayan, masasının, sandalyesinin plastik olduğu, gelen her misafirde masaya kağıt serildiği, zeytinyağının ve limonun masaya gelen her şeye sıkılabildiği bir yer. Elbette fiyatlar eskisi gibi değil gidilemiyor ha deyince. Eskiden daha sık giderdik. Akşamüstünden güneş tatlı tatlı vuruverir insanın alnının tam ortasına hoşa gide gide. Hafif rüzgar yakıcılığını alır rahatlatır. Eskiden zaman sınırı da yoktu. Zaman su olur sabahın ilk ışıklarına kadar zevkle, inatla otururduk.
Aslında şimdi anlatacaklarım asıl hikaye; Güzel bir yaz günü akşamüstüsü. Her şey olması gereken gibi. Yine bu bahsettiğim mekana gittik dostlarımızla. Ailelerimizle de gidiyoruz ama her zaman değil. Masamızda deniz börülcesi, fava, atom, şakşuka birazdan patlıcanlı yoğurt, şımarık da gelir. Keyfimin limitlerinde geçerli bir düzeyde mutluluk hormonu üretiyorum az zaman sonra buz rica ettim gereksiz bir sevimlilikle görevli arkadaşlardan. Saat On dört yönünden birden; ‘‘Oooo, Mehmet abim buradaymış hoş geldin abi buz mu? Hemen getiriyorum.’’ dedi genç bir arkadaş. Yaşı yirmi yedi, yirmi sekiz taş çatlasın otuz. Meğer yeni başlamış orada çalışmaya arkadaş. Ben de ‘‘Herhalde tanıdık birine benzetti’’ dedim kendi kendime ama bir yandan da buz ışık hızıyla geldi o kalabalıkta. Olabiliyor bu tip benzetmeler kalabalık yerlerde, muhabbetim de koyu ‘’Sağ ol abim, teşekkür ederim.’’ dedim. O gece öylelikle su gibi geldi geçti.
Aradan zaman geçti tekrar gittiğimde emekçi kardeşimiz yine oradaydı. ‘’Mehmet abim, abi hoş geldin, ‘‘En güzel yere alayım seni.’’ dedi ‘‘Sağ ol, var ol abim.’’ dedim. Hızla masayı hazırladılar, gece boyu ilgilendi kardeşimiz. Ben de ise merhabadan ileri olmayan bir sohbet için ‘‘Herhalde karıştırdın başkasıyla kardeşim.’’ demedim. Ama bir ara yanıma gelip ‘’Berber Zafer abi nasıl? Uğruyor musun dükkanına?’’ dediğinde masadaki arkadaşlarımla göz göze geldik. Ben ‘’Epeydir uğramıyorum’’ dedim. İçten içe de ‘’Acaba söylesem mi kardeşimize, yani kime benzettiysen ben o değilim kardeşim.’’ Diye ama herhalde bunu baştan yapmalıydım geç kalmıştım. Adam bana ‘‘Madem sen Mehmet değildin neden baştan söylemedin’’ derse ne diyecektim? Gidiyorum mekana, bu kardeşimiz hemen ‘’Abi hemen şöyle alayım, mangalın geliyor, önden çay, kahve getiriyorum.’’ Diye deli divane oluyor ben ise ‘’Kardeşim gerek yok’’ diyorum artık. Yanımdaki dostum bir ara ‘’Ya biliyor senin o olmadığını bahşiş istiyor anlamadın mı?’’ diyor. ‘’Yok ya bahşiş için insan mahalleden canım abim ayağı çekmez herhalde? ’’ diyorum. Mutlaka benzetti birine. Meyve tabağı hazırlamış masaya ‘‘Mehmet abi babaanne nasıl, çok yaşlıydı.’’ diyor. ‘‘N’olcak? Zaman…’’ diyorum çünkü babaannem ben doğmadan ölmüş. Artık bu durum ızdırap vermeye, acı vermeye başladı. Genç kardeşimiz ‘’Abi ne güzeldi eski zamanlar Kelle Beşir vardı, siz iyi anlaşırdınız ama aranızda tatsızlık oldu bir takım mevzular oldu herhalde.’’ gibi ve benzeri konular açmaya başladı. Yanıma gelip gelip ‘‘Mehmet abim var mı isteğin? Eksik gördüğün? Hemen getireyim.’’ Bu durum çileye döndü benim için artık. Bir karar vermeliydim.
Ne yapmam gerektiğini düşündüm bir süre. Doğruyu söylesem acaba ‘‘Ne diye bu zamana kadar alay edip dalga geçtin?’’ diyecek mi? Üzülecek mi?. Biraz düşündükten sonra karar verdim. Mecazi anlamda surat yapmak, yüz düşürmek anlamına gelen yüz mimiklerimle mutsuz, olumsuz tavır takınacaktım . Bir şeyler söylediğinde ‘‘Sağ ol, sağ ol’’ deyip muhabbetime bakmaya bakacaktım. Bir süre anlattığım şekilde davrandım, işe yarıyordu.
Bu genç kardeşimiz yavaş yavaş masayla ilgilenmeyi bıraktı. Ben de o olaydan sonra rahata erdim ama bakamıyorum da yüzüne. Utanıyorum. İnsan bir yalan söylediğinde utanabilir ama önemi olmayan bir yalanı sürdürdüğünüzde daha önemli hale geliyormuş. Hayat bunu da bu yaşımda o genç kardeşimiz sayesinde. Kim bilir daha neler öğreneceğiz. Ama daha da önemlisi, ben o kardeşimizi gördüğüm yerde utanacağım.
Bir cevap yazın