Halikarnas Balıkçısı’nın “Aganta Burina Burinata” adlı romanı edebiyatımızın unutulmaz eserleri arasında yerini alır. Günümüzde okullarda okutulan 100 Temel Eserden birisidir. Romanda deniz sevgisi, denize duyulan ilgi, denizcilerin yaşadıkları zorluklar, karada yaşayan insanların yaşantıları, geçim sıkıntıları yazar tarafından anlatılmıştır.
Romandaki karakterler ikiye ayrılmış durumdadır. Bu iki grup denizciler ve karacılardır. Romandaki kişilere göre toprak insanı topraktan, deniz insanı sudan yaratılmıştır ve öldüklerinde topraktan olanlar toprağa, sudan olanlar ise denize karışır. Romanın ana karakteri olan Mahmut tam bir deniz aşığıdır. Kendini oraya ait hissetmektedir. Onun böyle bir tutkusunun olduğunu bilen ailesi zaman zaman uyarılarda bulunmuşlardır. Babası şöyle demiştir: “ Oğlum, sakın bunun bu haline aldanma. Kimbilir kaç gemiciyi boğmayı tasarlıyor. Senide boğuncaya kadar aç, çıplak ve yoksul bırakır. Sen toprağa bak.” (Kabaağaçlı, 2010:13). Ailesine göre toprak, denizden daha iyidir ve güvenilirdir.
Toprak kadına benzer, bağrına atılan tohum çiçek verir. İlgi gösterirsen sana en güzel ürünleri verir. Deniz ise insanı boğar, aç çıplak ve yoksul bırakır. Ardında yetim çocuklar, çaresiz kadınlar bırakır. Karakış fırtınaları denizdekileri, ölüm dirim savaşında denizle gırtlak gırtlağa getirirken, topraktakiler gürül gürül yanan pınar kütüklerinin karşında ocak keyfi çatarlar. Toprakta yaşayan insanlara göre denizlerde ölen insanlar dinsiz, imansız, ve kafir olarak ölürlerken, topraktakiler ölünce İslamcasına gusül edilir. Mezarın başına talkın edilirmiş. Kahvehanelerde zaman zaman deniz hakkında konuşmalar geçer ve şunlar söylenirdi: “ Artık denizde ekmek kalmadı. Sağlam toprakta birkaç limon ve zeytin ağacım olsun, denize dönüp bakanın Allah canını alsın…” (age., 16). Ancak Mahmut’a göre bu sözler gerçekçi değildi çünkü onlar bahçe satın alacaklarına, gidip olanca paralarını denize harcıyorlardı. Daha büyük, daha hızlı kayık edinebilmek, daha önce kaptan olabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı.
Mahmut’un babası Süleyman ve onun arkadaşı Bakkal Fehmi’nin konuşması sırasında geçen bir diyalogda ise Fehmi şunları söyler: “Bu dükkanın içinde sürdüğüm hayata yaşamak mı denir? Bu yaşamak değil, uzun ölüm. Denizde gezenler ne mesut insanlar ki böyle bir bakkal dükkanında karaya vurmuş balık gibi boğulup gitmiyorlar.” (age., 25). Deniz insanı karaya, kara insanı denize hasrettir. Refika Altınkulaç Demirdağ, roman hakkında şöyle diyor: “Cevat Şakir, romanda denizcileri oldukça sağlıklı ve güçlü insanlar olarak betimler. Karada yaşayanların birçoğu ise ya sakat ya da hastalıklıdırlar. Eskici Kirpi Halil Usta ile Murat Dayı bacağını kırmıştır. Mektepteki hoca da topaldır. Nusret Ağa ‘ nın gözleri kör olmuş, Kasım Efendi delirmiştir. Denizciler sakatlanınca karaya dönerler. Çünkü deniz sakatları değil güçlü ve sağlıklı insanları kabul eder.” (Demirdağ 2012: 234).
Denizcilik zor bir meslektir, balık avında çekilen sıkıntılar, uğranılan zararlar, karşılaşılan tehlikeler, fırtınalı ve yağmurlu havalar her insan bu mesleği yapamaz. Ancak ne olursa olsun deniz aşığı insanlar için yelken, kayık, mavi deniz, balıklar, kürekler vb. vazgeçilmez unsurlardı. Zaman zaman olumsuz durumlarda denize sövüp saysalar bile bütün o güzellikleri, otomatik olarak içine alıp sövüp alıkoyuyorlardı. Denizciler işte bundan dolayı fırtınalardan bahsetmeyi seviyorlardı. Mahmut’a göre denizde geçirdiği ilk gece evdekinden farklıdır. “ Denizde geçirdiğim ilk gedeydi. Evdeki gibi dört tarafı duvarla kapalı daracık değil fakat açık bir gece…” (Kabaağaçlı, 2010:87). Hayatta herkesin sevdiği, ilgi duyduğu biri vardır. Mahmut’un sevdiği ilgi duyduğu hatta onu “sevgilisi” yerine koyduğu bir şey var o da “deniz”’dir. Karakterin denizi yüceltmesi, ona değer vermesi göz ardı edilmemelidir. Gemiden gemiye, seferden sefere gide gele seneleri geçer ve her yeni seferde ayrı bir sevinci her dümen kırışın başka tadı olduğunu romanda zaman zaman bizlere aktarır. Mahmut denize ait bir karakterdir, kendisini orada mutlu hissetmektedir. Kara yaşamı onun ilgisini çekmemektedir. Ancak denizin zorluğunu herkes gibi bilmektedir. Bazen içinden şöyle düşünmektedir: “ Bir bağım bahçem olsa da şu yarı aç yarı tok hayattan kurtulsam!” (age., 101). Her insanın inişli çıkışlı dönemleri olabilmektedir. Ne olursa olsun Mahmut içindeki, kalbindeki sesi dinlemiştir. O her şeyi göze alarak bu yola baş koymuştur. Bir zaman denizden vazgeçmiştir. Ayşe ile evlenmiş “toprak ağası” olmuştu. Toprakla iç içe olduğu zamanlarda hissettiklerini şöyle aktarmıştır: “Sessiz toprak sesli denize benzemiyordu. Ona verdiğim emeğe, bin bir renk, bin bir güzel koku ve çiçekle cevap veriyordu…. Toprak tam bir kadın kadıncıktı, okşanmaktan hoşlanıyordu… Denizin sularını istediğin kadar karıştır, okşa, istediğin kadar öv, pohpohla, ona şarkılar söyle, onun sana cevabı “Çekil! Defol!” dermiş gibi bir şamardır.” (age., 138-139). Önemli bir nokta burada devreye girer. Mahmut, denizi bir “sevgili” olarak görürken, toprağı da “kadın – kadıncık” olarak görür.
Romanın ilerleyen bölümlerinde Mahmut’un eşekle olan ilginç münasebeti romanın güzel yerlerinden birisidir. Kendisini denize adadığı için kara yaşantısını pek bilmemektedir. Bir eşeğe nasıl binileceği, onu nasıl süreceğini bilmez. Toprak ağası olmasına rağmen kendini “gemici parçası” olarak gören bir karakterdir. Yaşadığı coğrafyada kuraklık meydana gelir. Toprak verimini kaybeder, toprağa ait olan insanların durgunluğundan canı sıkılır. Zaman zaman denize özlem duyar, hatta uzun bir aradan sonra denizle tekrar yüz yüze gelmesi onu derinden etkiler. Eski günlerini hatırlar. İçindeki deniz aşkı yeniden alevlenir. Toprağa karşı bir hınç, kin, nefret duygusu oluşmaya başlar. Sevdiği o topraklar gözünde artık “uyuz” toprağa döner. İçindeki deniz tutkusunu boğmaya çalışsa da başarısız olur ve ait olduğu yere geri döner.
Kaynaklar:
Kabaağaçlı, C. Ş. (2010), Aganta Burina Burinata, Bilgi Yayınevi , Ankara.
Demirdağ, R.A. (2012), “Halikarnas Balıkçısı’nın Doğa-İnsan İkilemi Felaketler Romanı: Aganta Burina Burinata”, Prof. Dr. Mine MENGi Adına Türkoloji Sempozyumu Bildirileri, Adana, S.234.
Bir cevap yazın