Geçenlerde ofiste oturuyorum. Kapı çaldı. Otuz yaşlarında bir adam geldi. Ben de isterim tabi bir sekreterim olsun, randevu sistemim olsun, kapım bu kadar sürpriz açılmasın ama yaşam koçluğu, henüz toplumda hakettiği ilgiyi görmüyor.
Hem, insanların para ödemesi gerekiyor hizmet almak için. Sağlık sigortaları yaşam koçluğunu karşılamıyor. Sigorta karşılasaydı, kapının önünde birikmiş onlarca insan olurdu aslında. Komşusuyla kavga eden emekli amca, çocukları sözünü dinlemeyen teyze, pilavı tutturamayan abla, rüyasında ölmüş amcasını gören abi…. Hatta kapının önünde sıra kavgaları olurdu, arada bir de kapıdan uzanan yarım bir vücut “pardon daha çok bekleyecek miyiz” tribi atardı.
Neyse ki sigorta sistemimiz yeterince gelişmemiş!
Kapıdan içeriye giren adam düzgün giyimli, dağınık saç ve kirli sakallı, az da olsa karizmatik duruşu olan biriydi.
-Merhabalar Asım bey, müsait misiniz? dedi. 20 metrekare odada, kapıdan bakınca müsait olduğum anlaşılıyordu zaten. Ama adam kibarlıktan sormuştu tabi. Ayağa kalktım, “tabi buyrun müsaitim” dedim ve oturması için masamın ön tarafındaki misafir koltuğunu işaret ettim.
Oturdu ve direk söze girdi. Beni konuya giriş geriliminden kurtarmıştı bu davranışı. -Asım bey öncelikle kendimi tanıtayım, ismim Selim, 30 yaşındayım, doktorum, bekarım ve beni buraya getiren şey; mutsuzum.
O anlatırken, ben önümde hazır duran A4 kağıda notlar alıyordum. “Selim/ 30y/ Doktor/ Bekar”
Tarzını sevmiştim, gereksiz detaylara girmemiş, doğrudan ihtiyacım olan bilgileri vermişti bana. İyi bir görüşmede görüşmeci detaya girmemeli bence, benim istediğim detayı, ben isteyince bana vermeli. Bunun aksini iddia eden hocalarım oldu okuldayken ama benim tarzım buna daha müsait. Neyse, şimdi bunu tartışmak istemiyorum, belki daha sonra. Böyle bir giriş beni memnun ettiği kadar kaygılandırıyordu da. Görüşmenin kontrolü benim elimde olmalıydı, yoksa, kendimi müşterinin siparişini hazırlayan mahalle bakkalı gibi hissetmek, özsaygımı korumamın önündeki en büyük tehlikeydi.
Ama çok güzel anlatıyordu, o anlattıkça ben not alıyordum. Yalnız/ bağlanma problemi/ doğru insan arayışı/ güvensiz profil/ kısa süreli ilişkiler/ sağlam arkadaşlık ilişkilerinin olmayışı/ anne babayla problemler/ amaçsız yaşam.
Bir anlık suskunluğundan faydalanıp kontrolü ele geçirmek niyetiyle söze girdim, peki Selim bey, amaçsız yaşadığınızı söylediniz, sizi mutlu eden şeyler nelerdir? Beklentileriniz neler? Bunlar üzerine biraz konuşmak ister misiniz?
Birazcık düşündü ve sonra
-Nereye varmak istediğinizi anladım ancak maalesef konu bu kadar basit değil. Bazen mutlu, huzurlu, dingin bir hayat özlemi duyuyorum; sonra bu özlem geçiyor, serseri gibi yaşamak istiyorum. Sonra o da geçiyor, sizin az önce sorduğunuz soruyu kendime soruyorum. Kendimden sıkılıyorum. Sanki ergen bir çocuğum varmış da onunla ilgileniyormuşum gibi. Beni mutlu edecek şeyi bulamamış olmak mı problem? Hayır! Beni Mutlu eden, tutkuyla sarıldığım şeyler var, bazen bunlara çok yaklaşıyorum ama ne oluyor? Motivasyonum kayboluyor. Dağılıyorum, odaklanamıyorum. Sanki bir an gaza gelmişim sonra sönmüşüm gibi oluyor.
Depresyon mu? Evet. Değişik ilaçlar kullandım. Hayır hayatımı düzene koymak gibi bir beklentim olmadı o ilaçlardan. Biliyorum bir boka yaramadıklarını. Amacına uygun kullandım ama bütün o ilaçları, etrafımdaki insanların hayatını kolaylaştırmak için.
Oldukça doluydu Selim bey. Susmadan bir ton şey anlatmış ama düzenli bir şekilde anlatmıştı. Ancak görüşmenin kontrolü tamamen elindeydi. Birazdan ikiyüzelli gram peynir istese hemen tartacak pozisyondaydım ben de. Enteresan olan, bu durumun beni rahatsız etmiyor oluşuydu. O anlatırken ben heyecanlı bir şekilde not alıyordum. Heyecanımı belli etmemeye, serinkanlı durmaya çalışıyordum. Sanırım anlatacaklarını bitirmişti, benim söze girmem için susuyor, kısa aralıklarla yüzüme bakıp gözgöze gelince etrafı inceliyor gibi yapıyordu. Gözümün içine sürekli bakıp “bir şey demeyecek misin” baskısı kurmamaya özen gösteriyordu sanırım. Kafamdaki düşünceleri toparlayıp, notlarımı gözden geçirip söze girdim.
-Yeterince not aldığımı düşünüyorum Selim Bey. Şimdi eğer farklı bir beklentiniz yoksa sizinle bir plan yapalım.
-Farklı bir beklentim yok tabi ki. Tekrarlayan çabalarla çözemediğim problemlerimi belki sizin pozisyonunuzdaki birinden yardım alarak çözebileceğim umuduyla buraya geldim. Çok iyi arkadaşlarım oldu ancak takdir edersiniz ki aklı başında hiç kimse, kendi hayatını bir kenara bırakıp, sizin hayatınızı toparlamaya adamaz kendini. Anne, baba, bazen sevgili bunu yapmaya çalışır ama hiç profesyonel değildir, üstelik kendi konumsal çıkarlarını korumak önceliğinden vazgeçemez. “Ben senin için çabalıyorum” diye vicdan yaptırmadan benim için çabalayan biri olsun istedim. Kadın erkek eşitliğinde büyük aşamalar kaydedildi. Kölelik de kalkalı çok oluyor. Sanırım dedim, bir yaşam koçu bulmalıyım. Araştırdım, sizi buldum.
Susmak niyetinde değil sanırım diye düşünüp araya girdim. “Evet haklısınız, peki benimle çalışmak istiyorsunuz ki buraya geldiniz, planımızı oluşturalım mı?
Birazcık düşündü, sanırım söyleyeceği şeyi kırıcı olmadan nasıl söyleyeceğini tartıyordu.
-Ben size ihtiyaç duyuyorum, o nedenle burdayım, sizin için ilgi çekici olup olmadığımı anlamanız için size hayatımla ilgili birtakım detaylardan bahsettim. Ancak bir iş anlaşması yapacaksak, beni buraya getiren detaylardan fazlasına ihtiyacım var. Takdir edersiniz ki, sizinle hayatımın tüm detaylarını paylaşacaksam, aramızda bir güven ilişkisi oluşmalı. Kendimi rahat hissedersem ikimiz de rolümüze adapte olabiliriz. Yoksa ben sizden rol çalmaya devam ederim, sizin işinizi yapmanız zorlaşır. Bu da ikimiz için de iyi olmaz.
Son cümlelerini söylerken, yüzünde ufak bir gülümsemeyle başlayan ve sonunda beni de tebessüme davet eden bir mimik akışı kullandı. Bitirmişti ve ikimiz de gülümsüyorduk. Bu adam yaşam koçu olmalıymış! Üstelik her şeyin de farkında. Benim, kontrolü ele geçirmem gerektiği görüşünde olması beni rahatlatıyor. Sanki kafamdan geçenleri okuyor.
Ne demem gerekirdi? “Kesinlikle haklısınız, güven ilişkisi şu anki pozisyonumuzda çok önemli. Size güven verebilmek için ne yapabilirim Selim Bey?”
Hayır! Böyle demek beni çok çaresiz göstermez miydi? Bu ilişkinin başında kontrolü elime alamazsam, kontrolü bana vermek istese bile bunun ne zaman olacağı benim kararıma bağlı olmalıydı. Yoksa bu ilişki yürümezdi. Gülümsememi ciddiyete yavaşça devşirip konuşmaya başladım.
-Tabi ki Selim Bey, güven ilişkisi önemli, ancak takdir edersiniz ki profesyonel bir iş yapıyorum, güven ilişkisi kurmak da bu profesyonelliğin bir parçası, profesyonel kurallar çerçevesinde, güven ilişkisini de kapsayan bir plan oluşturalım.
Aslında işler kesattı. Rest çekecek pozisyonda değildim. Bu iş yaşam koçluğu kariyerim için çok kıymetliydi üstelik. Hem iyi bir malzeme hem de başarılı olursam fevkalade bir referanstı benim için. Israrla, konuyu plan oluşturalım noktasına getirmem de heyecanımdandı. Bu adam bir an önce burdan gitsin, ben de notlarıma kapanıp çalışayım istiyordum. Çaresiz görünmemem gerekiyordu. Çaresiz birine güvenip, hayatınızı emanet etmezsiniz değil mi? Üstelik bana gelip bu kadar kendinden bahseden bir adam, sırf ego savaşı yüzünden kalkıp gidemezdi değil mi? Peynir tartan mahalle bakkalı pozisyonuna düşmeme kaygısıyla hareket ediyor olmam, onun içinde iyi bir şeydi. Evet, güven ilişkisi… Çok önemli.. Güvenin nasıl inşa edileceği konusunda kararı ben vermeliydim. Normalde nasıl yapıyordum bunu?
Farkettim ki “normalde” diye bir şey yok aslında. Şu ana kadar bu tarz bir müşterim olmamıştı çünkü. Üniversite sınavına hazırlanmakta motivasyon sorunu yaşayan ve çoğu aile zoruyla getirilmiş lise öğrencileri, meslek seçimi konusunda kafası karışık üniversite adayları müşterilerimin çoğunluğunu oluşturuyordu. Bu yüzden, dersanede rehber öğretmenliği bırakıp, yaşam koçu olmam hayatımda çok değişiklik yaratmamıştı. İşte bu adama kadar!
Bir cevap bulamamıştım. Aslında bulmuş gibi hissediyordum. Dilimin ucundaydı da söyleyemiyordum sanki. Birkaç anlamsız dudak ve dil hareketim olmuş ancak bir kelime dahi çıkaramamıştım. Selim bey araya girdi.
-Tabi ki sizin profesyonel ve tatmin edici metotlarınız vardır. Sizin için mahsuru yoksa ben bir öneride bulunmak istiyorum. Bir akşam yemeği yesek beraber, eğer tercih ederseniz rakı eşliğinde, bildiğim çok iyi bir balık restoranı var.
Sözünü bitirmiş, cevap bekler şekilde bana bakıyordu. Düşünecek çok zamanım yoktu, üstelik, benim profesyonel egoma bu kadar hassas davranan birine hayır demek, ukalalık olurdu. Hayır desem alternatif bir önerim de yoktu. Hem rakı, birbirimizi daha iyi tanımamıza olanak sağlayacak bir içkiydi. Biraz düşünür gibi yaptım. Yarım ağızla, -tabi ki… Uygundur Selim bey.
-Teşekkür ederim kabul ettiğiniz için, bu akşam uygun musunuz peki?
-Yarın akşam olsa?
-Peki anlaştık.
Aslında bu akşam işim yoktu ancak kontrolü birazcık elimde tutmak için sanırım, gayriihtiyari bir direnç gösterdim. Hem daha iyi oldu, yarına kadar çalışıp gelirim.
-Yarın sizi arıyorum o halde, kartvizitteki numaradan ulaşabilirim değil mi?
-Gayet tabi.
Ayağa kalktı, ben de ayağa kalktım. Keşke önce ben kalksaydım ayağa, ama misafir değil mi o? Ah bu egom. Nezaket kurallarını unutturuyor bana bazen!
-O Zaman ben müsaade istiyorum Asım Bey, çok teşekkür ediyorum zaman ayırdığınız için. Yarın görüşmek üzere.
El sıkıştık ve gitti.
Bir sekreterim olmayışının, randevularımın olmayışının bu tür avantajları vardı. Yoğun bir yaşam koçu olsaydım, bu görüşme için bir ücret ödeyerek gelmiş olacaktı Selim bey. Yarın akşamki yemekte de aklının bir köşesinde, ödediği ücret olacaktı ve ücreti hakedip haketmediğimi düşünecekti. Ben de aynı baskı altında olacaktım muhtemelen. Neyse ki bir sekreterim yok ve popüler değilim!
Yarın akşama iyi hazırlanmalıydım.
Bir cevap yazın