(Türk Kahvesi)
“Boğazımda bir düğüm, öyle bir düğüm ki yeşilden laciverte, lacivertten mora çalan.
Bir düğüm ki gürültülü, hırıltılı. Boğazımda bir düğüm, acı acı kokan. Göz yaşartan.
Yer değiştiren bir düğüm boğazımdaki. Bazen karnımı, bazen sırtımı, bazen ciğerlerimi
zapt eden. Yakan, naneli, öksürten.
Epeydir var. Seksenlerin acıklı filmlerinde, unutulmuş bir şarkıda, neşeli, hiç
olmayacak anlarımda nükseden. Rahatsız eden.
Ağla ağla çıkmayan, bağırdıkça yerleşen, konuştukça artan, sabrettikçe çoğalan.
Boğazımda bir düğüm, benimle yaşayıp, büyüyen.”
Süheyla okuduğu kitabın ince kapağını kapatıp kafasını kaldırdığında, pervaza
konan güvercini gördü. “Kışştt, kışştt” dedi, elinin tersiyle cama vurdu, gitmedi. “Arsız,
yine mi geldin sen? Sevmiyorum seni, git.” diyerek kitabını salladı, renkli kahve kupasını
gezdirdi camın önünde, güvercin umursamadı. Hayvan bitlerini ayıkladı, aheste aheste günlük
temizliğini yaptı. Özellikle ağırdan aldı. Kadın yokmuş gibi davrandı.
Vazgeçti Süheyla. Oturduğu yerden kalktı. Evde gezindi. Ne yapsın bilemedi.
Saçlarını açıp, bir daha topladı. Oyalanmaya çalıştı. Telefonuna baktı. Banka mesajları,
bildirimler vardı. Sıkıldı. Gözü kitabına kaydı. İşte o an, kitapta bahsi geçen düğüm, kadının
boğazını saniyeler içinde zapt etti. Eli göğsünde birkaç defa kesik kesik öksürdü. Buzdolabına
koştu. Bardağı boş verip, buğulu sürahiyi kafasına dikti. Kana kana su içti, geçmedi. “Eyvah”
Salona döndüğünde güvercin hala sinsi sinsi içeriyi gözetliyordu. Bir süre yan yan
izledi kadını. Süheyla o yokmuş gibi davranmaya çalıştı. Masanın üzerine gelişi güzel attığı
gazeteleri toparlamaya başladı. Aklında kalan, reklamlardan duyduğu şarkıyı yüksek sesle
söyledi. Sonra güvercin o istediği için değil de, kendi paşa gönlü öyle uygun gördüğü için
kanatlandı, süzüldü gitti. “Nihayet” dedi kadın. “Taktı bu bana, taktı. Pis.”
Rahat bir nefes aldı. Sakinleşti. Sonra baldırlarından başlayıp, kalçalarına kadar
kendini çıt çıt zımbalayarak tekrar oturdu koltuğuna. Kitabını açıp, kaldığı yerden okumaya
devam etti.
2
“Düğümü açacağım bu sefer. Niyeti bozdum. Uğraşacağım. Çözüp, kurtulacağım.
Deniyorum, yakalayamıyorum. Elimi her attığımda kaçıyor, kaygan. Demek yolu bu değil.
Önce tutabilmeli sonra çözmeli demek. Yapacağım.”
Camın önünde işittiği sesle okumaya ara verdi. Güvercin değil de helikopter
konmuştu pervaza, o derece gürültü oldu. Her ikisi de bir birine doğru yaklaşıp, kesiştiler. Bu
sefer bir acayiplik vardı kuşun halinde, titriyordu. Korkmuş muydu yoksa? Şaşırdı Süheyla.
Gagasını araladı. Solucan dili oynadı, konuşacak sandı. Bir şeyler söylemesini bekledi kadın.
Beklerken canlı kanlı, pembe ayaklarına baktı, minik, kuzguni çengel tırnaklarına. Siyaha
çalan bedenine. Yüzü ekşidi. Kuş kafasını bir sağa, bir sola çevirip, boyuna bakıyordu.
Birden titremesi geçti. Göğsünü şişirdi. Ev tarafında duran mor menekşeyi, cama vura vura
gagalamaya uğraştı. Meydan okuyordu. Boynunu yukarıya doğru esnetip uzatınca, gümüş
rengi, ışıl ışıl kısa tüyleri gözüktü. Bir gaga, bir gaga daha attı. Kadını sürmeli, yuvalarında
zapt edemediği fırıldak gözleriyle kenardan kenardan süzmeye devam etti. Bir gaga bir gaga
daha attı. Siniri bozuldu Süheyla’nın. Ciğerini yırtan, vücudunu sarsan, tizden bir çığlık attı.
“Defol, rahat bırak artık beni. Allah’ın cezası mikrop. Defol diyorum sana.” Düğüm kitaptan
kadına, kadından yüzsüz güvercinin janjanlı boynuna geçiverdi. “Oh, çok güzel oldu.” dedi
Süheyla. “Belanı buldun işte, gez şimdi boğazındaki kör düğümle.” Güvercin bir gaga, bir
gaga daha atamadı. İki yanına dans eder gibi tuhaf hareketler yaptı ve var gücüyle kanatlandı.
Cansız tüyleri konfeti misali etrafa saçıldı. Sağa çeke çeke uzaklaştı.
Bir cevap yazın