Emine her genç kız gibi telli duvaklı gelin olmayı hayal ediyordu, böylesi bir evliliği değil. Geçen hafta mahallenin muhtarı, yanında birkaç adamla evlerine gelmişti. Konuşmalara kulak misafiri olduğu için ne konuştuklarını kelimesi kelimesine duymuştu.
-Davud abi, bir meramımız var.
-Söylen bakalım, dinliyorum sizi.
-Hüseyin Efendi’yi tanırsın değil mi?
– Hımmm…
-Şu halasının kızı ile evlenip onların köyüne göçen Hüseyin var ya…
-He he tanıyorum tabi de yıllar var görmemişim.
-Bilirsin iç güveysi gitti. Halası zaten oğlum yok en azından kardeşimin oğluyla evlendireyim de oğlanı alalım, mal mülk de onlara kalsın diye düşünüp ikna etmişti kardeşini.
-Bir oğlan çocuğu bile doğuramayınca, kardeşinin oğlunu oğlu belledi, biliyom o hikayeyi.
-Şimdi işte o Hüseyin’in çocuğu olmuyor.
-Kızı bile olmuyor ha? Karısı, anasına çekmiş desene.
-Evet, evet sorma. Her ailenin ayrı bir derdi var işte. Diyorum ki: Senin kaç çocuğun var?
-Üç. Üç aslan gibi oğlum var.
-Kızların?
-He onları da sayarsak altı çocuğum var.
-Onlardan en büyüğü kaç yaşında?
-On beş.
-Onu Hüseyin’e istesek verir misin?
-…
-O aileye çocuk verecek bir gelin lazım Davud abi. Merak etme hükümet nikahı karısında ama seninkini dini nikahla alacak. Allah katında makbuldür.
-Yani ne diyim bilemedim ki… Evde, bahçede de çok işe yarıyo aslında. Hanım artık yaşlandı biliyosun.
-Merak etme, karşılığını verirler Davud abi.
***
Fatma odaya girdiğinde Ayşegül’ün yatağında sırtüstü uzanmış, kızarmış gözlerini tavana dikmiş zaman geçirmekte olduğunu fark etti. Gerçi on dakika önce elinde mektupla odaya koştuğunu görünce böyle bir durum yaşanacağını tahmin etmişti de yine de o durumda görünce içi cızladı. Ablalığın verdiği içgüdüyle yöneldi kardeşine, yatağın ucuna ilişti:
-Canım, konuşmak ister misin?
-Yok abla, yalnız kalmak istiyorum.
Üstelemedi Fatma, zaten konuşsa da ne diyeceğini bilmiyordu ki. On dokuz yaşındaydı belki ama ne gönlüne bir erkek düşmüş, ne eline erkek eli değmişti, usulcacık kalktı yanından, pencerenin kenarındaki sandalyeye oturdu. Bahçede arkadaşlarıyla saklambaç oynayan kardeşini izlemeye başladı. Hemen aklına kendi çocukluğu geldi. Bahçeye çıkıp arkadaşlarıyla oyun oynaması için icazet alması gereken ne çok insan vardı, zaten izin pek de verilmezdi. Son sözü evin en büyüğü, dedesi, söylerdi: “Kız kısmı dediğin dışarıda oyun oynamaz, evde anasına yardım eder, ne işin var erkek çocuklar gibi sokaklarda.” Daldığı hayallerden annesinin sesiyle sıyrıldı: “Fatma, nerdesin kızım? Şu çamaşırları asıver.”. Seri hareketlerle çıkıverdi odadan. Ayşegül eli koynunda sıkıntısıyla baş başa kaldı yine uzandığı yatağında.
Akşam yemeğini bahçeye hazırlamışlardı. Tek katlı evlerinin önündeki küçük bahçe, memleketteki evlerinin bahçesi gibi yeşilin bin bir tonunu barındırmasa da huzur veriyordu onlara. Doğanın içinde geçen yaşantılarından sonra duvarların arasında yaşamak, sürekli griye maruz kalmak onlara göre değildi çünkü. Ayşegül dışında herkes sofradaydı.
-Hadi Ayşe’yi de çağırın hep birlikte yiyelim.
-Baba o gelmeyecekmiş, aç değilmiş.
Karısının kaş göz işareti yaptığını fark eden Mehmet Bey uzatmadı konuyu: “Ee hadi o zaman, şu ekmeği uzatın da çorbamıza doğrayalım.” Evin en küçüğü Sena da olmasa masadan çatal kaşık seslerinden başka ses çıkmayacaktı, durmadan babasına gün içerisinde neler yaptığından bahsediyordu neşe içinde. Babası da kızının hevesini kırmamak için ilgiyle dinliyordu ama aklı Ayşegül’deydi. Yemekten sonra Seher Hanım, Mehmet Bey’i odaya çağırdı, daha ağzını açamadan Mehmet Bey:
-Yine mi mektup geldi muhtarın oğlundan?
-Evet, Murat mektup yollamış. Bir yıl oldu hala mektuplaşıyorlar.
-Bu günler de geçecek, zamanla unutacaklar birbirlerini, daha yaşları kaç, kaç Ayşe sever Murat Allah bilir!
-Öyle deme Mehmet, ben bizim kıza acıyorum. Ayda bir, elinde mektup saatlerce odasından çıkmıyor, mektubun geldiği günün ertesi birkaç gün de ölü gibi dolanıyor ortalıkta.
-E ne yapsaydım Seher, on beş yaşında kızımı kocaya mı verseydim?
-Tabi, olmaz öyle de! Acaba taşınmasa mıydık?
-Taşınmasak daha iyi olacaktı kızların için öyle mi? Benim anneme, anneanneme ve hatta onların annelerine de olduğu gibi mi?
-Mehmet devir….
-Sakın bana devir değişti deme. Zihniyetler kolay değişmiyor Seher.
***
Çay bahçesinden çıkan Emine sırtındaki sepeti serendere kadar nefes nefese taşıdı. Yine kendine çok yüklenmişti, farkındaydı ama ne yapsaydı? Bütün işler ona bakıyordu. O da bir an önce bitirebilmek adına haddinden fazla tepiyordu sepete. Çay toplama işi bugünlük bitmişti belki ama bir yığın daha şey vardı yapılması gereken. Sabah inekleri salmıştı otlasınlar diye. Önce gidip onları getirecek, ahırlarına sokacaktı. Sonra eve girip akşam için ıslattığı kuru fasulyeden yemek yapacaktı. Yalnız fasulyeyle koca aile doyamayacağına göre yanına çorba, pilav, salata da ekleyecekti mecburen. Sofrayı kurmadan evvel tekrar ahıra gidip inekleri de sağması lazımdı tabi. İşi hiç bitmiyordu, “Herhalde ben çalışmaya geldim dünyaya!” diye düşünürken evin hanımının sesi duyuldu:
-Emine, kız nerdesin?
-Serenderin önündeyim Ayşe Hanım, çayı boşaltıcam.
-He onu boşalt da çocukları bi yıkayıver.
-İnekleri getirmeye gidecektim.
-Emine gelmim şimdi oraya, hızlıca git getir, sonra yıka o zaman. Hadi.
***
Kahvaltısını yapan Ayşegül ve Sena tam evden çıkarken Mehmet Bey seslendi: “Kızlar, bekleyin, bugün ben sizi bırakayım okula.”. Babaları şoför mahalline geçerken öne Ayşegül, arkaya Sena oturdu.
-Ee kızlar nasıl gidiyor okul?
-Sorma baba ya, çok sıkıcı.
-Hayırdır Sena, niye?
-Sürekli ödev veriyorlar sayfalarca, eski okulda öyle değildi.
-Herkesin ayrı bir tarzı var kızım. Her anne baba aynı mı yetiştiriyor çocuğunu, her öğretmen aynı eğitsin?
-Yani herkesin tarzı farklı da, buradakiler fazla şey bekliyor sanki öğrencilerden, mesela edebiyat öğretmenimiz başımızdan geçen bir olayı öyküleştirerek yazalım diye ödev verdi. Herkesin böyle bir kabiliyeti olması şart mı? Ayrıca öyküye değer bir yaşantım da yok ki, diye araya girdi Ayşegül.
-Babaannenin öyküsünü anlatsana.
-Ne varmış ki babaannemde?
-Evet geldik, inin bakalım. Ayşe, sen o konuyu okul dönüşü annene sor da anlatıversin ayrıntısıyla.
-Peki baba.
***
Üçüncü çocuğunu doğurmuştu bugün Emine, yine emzirdiği gibi almışlardı kucağından, doğru dürüst sevip koklayamadan. O sırada içerdeki odadan en büyük çocuğunun sesi geldi kulağına: “Anne, bana benziyor değil mi kardeşim?”.
Acaba ölmeden önce bir kez olsun bana anne diyecekler mi diye düşünmeden edemedi Emine. Babasının ona çizdiği kaderine mahkum yaşıyordu bu hayatı, tek dileği müebbet olmamasıydı.
***
Ayşegül için akşam olmak bilmemişti. Bir yandan memleketteki sevgilisini bir yandan babaannesini düşünüyordu: Neydi o anlatılmaya değer hikaye??? Ders bitiminde Sena ile nerdeyse koşa koşa çıktılar okuldan.
Seher Hanım kocasından sabahki haberleri almış, Sena’nın yaşı çok da büyük olmadığından uygun bir dille anlatabilmek için konuşmasını hazırlamaya çalışıyordu. “Anne, anne, nerdesin?” diye bağırarak girdiler eve iki kız kardeş.
-Mutfaktayım kızlar gelin.
-Babaannemi anlat bize anne, diye doğruca girdi konuya Sena.
-Ya sabah babama ödevim olduğunu… diye açıklama yapacakken Ayşegül, sözünü kesti annesi.
-Tamam kızım, haberim var. Ben de sizi bekliyordum. Olaydan genel hatlarıyla bahsetmeyi uygun görüyorum. Öykünde hayal gücünü kullan biraz da.
-Ya niye anne?
-Öyle gerekiyor da ondan annecim. Hadi bakalım dinleyin: Altmışlı yıllar o zamanlar, bir gün babaannenlerin evine birkaç adam gelmiş, birisi de o zamanın muhtarı. Dertleri babaannenizi baş göz etmek ama sevda sebebi ile değil çocuğu olmayan bir aileye çocuk versin diye. Özellikle muhtarın araya girmesiyle büyük dedeniz kabul etmiş evliliği. Babaannenizin isteği dışında yapılan bu evlilikte belki de alışveriş demek daha doğru olur, kadın hem kocasından hem kocasının “resmi nikâhlı” karısından yıllarca fiziksel ve psikolojik şiddet görmüş. Kendi doğurduğu çocuklarına doğru dürüst dokunamadan, böyle bir ortamda yıllarını geçirmiş.
-Nasıl ya anne? Ben bunları bilmiyordum hiç. Sadece dedemin iki evlilik yapmış olduğunu biliyorum zamanında.
-Tabi sen pek hatırlamazsın da Fatma daha iyi bilir. 1990’a yani onlar vefat edene kadar birlikte yaşadık. Hatta dedenizin ilk karısına babaanne dedi yıllarca. Dokuz yaşında, onlar ölünce öğrendi çocuğum gerçek babaannesinin kim olduğunu, Allah’tan babaanneniz onlardan sonra sekiz yıl kadar daha yaşadı da torunlarını doyasıya sevebildi.
Bu sırada Fatma eve geldi ve hemen sohbete iştirak etti:
-Sormayın valla kızlar az çektirmedi bana o kadın ama babaannemiz hiç öyle değildi, sevgi doluydu.
-Ben de hatırlıyorum babaannemi abla, çok severdi bizi.
-Sen onlar öldüğünde beş yaşındaydın zaten Ayşegül, gerçek babaanneni hep bildin diyebilirim, diye ekledi anneleri.
-Peki ben? diye sordu Sena.
-Canım senin doğduğun yıl vefat etti babaannen, ama birkaç kez kucağına almak, sevip koklamak nasip oldu.
-Neyse ki seni de dünya gözüyle görebilmiş Senacım. Anne bir şey aklıma takıldı: Neden ablama doğruyu anlatmadı zamanında babam?
-Çünkü baban da o memlekette, o zihniyetin içinde büyüdü kızım, değişmek kolay mı sanıyorsun?
-Hiç o anlattığın insanlar gibi değil ki babam, zamanla mı değişti yani?
-Sen ilkokula başladığın yıl, köydeki okula bir öğretmen atandı. Senin sayende tanıştı baban da. Senin zehir gibi bir kız olduğunu, oralarda harcamaması gerektiğini söyledi babana, önceleri pek umursamadı.
-Murat öğretmenim değil mi anne?
-Evet kızım, ta kendisi… Sonraları baya baya ahbap oldular. Sürekli kahveye gelirdi, sohbet ederlerdi; bir sürü şeyler anlattı babana, kitaplar verdi, ufkunu açtı. Hatta hep şey der babanız: “Kızlarımın kabuğunu kırması için benim duvarlarımdan kurtulmam lazımmış, hoca sayesinde öğrendim.”
-Ne iyi insanmış anne ya, zaten çok severdim onu o çocuk aklımla bile.
-Sevilmeyecek bir öğretmen değildi, iyi ki de onunla kesişmiş yolumuz. Hayatımıza giren her kişi hayırlı olmuyor be yavrum. Bazı Muratlar hayırlı, bazıları değil. Mühim olan kişinin kendisi için doğru olanı bulabilmesi.
Tüm konuşmaları merakla dinleyen Sena varlığını hatırlatmak istercesine araya girdi: “Peki babaannemi dedemle evlendirmek için araya giren muhtar kim, biz tanıyor muyuz anne?”
-Söylememi ister misin Ayşe?
-O köyde muhtarlık yıllardır aynı ailede devam ediyor, maalesef ki cevabı biliyorum, lütfen bir şey söyleme anne…