Ağrıyla uyandı. Başından başlayan sıkıntı boynuna iniyor, omuzlarına yayılıyor, bel kemiğine kadar ulaşıyordu. Kilitlenen çenesini iki eliyle tutarak ayırdı, derin bir nefes aldı. Diş hekiminin önerdiği, takma dişlere benzeyen silikon aparata bir türlü alışamamıştı. Zaten, demişti hekim, bu aparat bir yere kadar işe yarar, bir psikiyatriste mi gitsen acaba? Giderdi gitmesine de çenesini rahatlatacak asıl şeyin gölge yapmayacak bir güneş ve ciğerlerini dolduracak hava olduğunu biliyordu, işte o zaman kökleri uzayabilecekti.
Sağından soluna döndü, ince çarşafı üzerine çekti, başının altına değil de kollarının arasına aldığı yastığa biraz daha sarıldı. Sabah ezanına eşik eden yağmurun sesine kulak verdi. Ruhu üşüdü. Yağmurdan değil, içini sebepsizce korkuyla dolduran sabah ezanından da değil, sağına soluna yayılan, öteleyemediği kaçamadığı herkesten üşüyordu.
Önünde uzanan iki koca günde ne yapacağını bilemiyordu. Yapacak çok şeyi vardı aslında. Çok yoğun geçen bir haftadan sonra canı ne çok istiyordu. Okurdu, yazardı, bisikletine atladığı gibi yollara dalardı. Şehre kaçırılmayacak bir film gelmişti, mevsim bahara dönüyordu, sahilde adalardan gelen rüzgâra da yüzünü verdi mi gelsin coşkular, keyifler.
Ama diyorlardı, hep ama diyorlardı. Tamam da, diyorlardı. Ama’ların, tamam’ların, -da’ların bu kadar can yakabileceğini yeni öğreniyordu.
Kariyer yapıyorsun tamam da artık bir yuva kurmanın zamanı gelmedi mi?
Onca kitap okuyorsun ama yalnızlığına derman oluyor mu?
Şirkette o kadar insan yönetiyorsun ama kadın kısmı önce evini yönetmeli, hani nerede evin barkın?
Spor yapıyorsun ama artık ne gerek var? Otuzunu geçince azıcık salabilirsin ama tabii önce kocayı garantilemen lazım.
Bak yaşıtların çoluğa çocuğa karıştı, sen sinemaya gidiyorsun. Az daha beklersen onların torunlarını seversin artık.
Dünyayı gezdin be kızım, otur artık oturduğun yerde.
İyisin hoşsun ama çok cevap veriyorsun, dilin dikenli, kadın kısmına bu kadar cevap vermek yaraşmaz.
Ama geç kalıyorsun, ama geç kalıyorsun, ama geç kalıyorsun.
Hayır, bunları artık söylemiyorlardı. Yıllarca söylemişler, pek kulak asılmadığını fark edince susmuşlardı. Şimdi sadece bakıyorlardı, dudaklarını büküyorlardı, burunlarını kıvırıyorlardı, gözlerini deviriyorlardı, ellerini sallıyorlardı, içlerini çekiyorlardı, hatta sadece susuyorlardı. Susarak ne kadar çok konuşuyorlardı.
Evlatlar büyüklerine vasiyet ederler mi? O etmişti. Bana bakın, demişti delirdiği bir gün. Olur da ölür kalırsam tabutumun üstüne gelinlik koymaya filan kalkmayın, çiçek koyun, böcek koyun, kitap koyun, hatta taşıyabilirseniz bisikletimi koyun, tülbente bile razıyım, ama beyaz tüller istemiyorum.
Küçük kardeşi nasıl olur da ondan önce evlenirdi, hem de erkek haliyle? Nasıl izin vermişti, öyle demişlerdi, nasıl izin veriyorsun? Bu işler izinle sırayla değil parayla, diye cevaplamıştı o da. Şaşakalmıştı şişman yenge. Şaka nerede bitiyor da gerçek başlıyor çözememişti.
Yastığına öfkeyle biraz daha sarıldı. Gitmeyi bile yandan yandan yapmış yeşil gözlü sevgilisine içinden okkalı bir küfür savurdu. Küfür ruhun sigortasıdır, diye okumuştu bir yerlerde. Ağdalı o güzelim sözcükleri sese döktü bu sefer, sabahın kör saatini umursamadan. Bak, diye bağırdı, sen gitmeseydin şimdi evlere sığmayacaktım, ben çocuğumun anası, evimin meleği, sen de direği olacaktın. Seni gidi korkak, şerefsiz erkek müsveddesi!
Orospu çocuğu da diyecekti ama orospulara da çocuklara da kıyamadı.
Gülmeye başladı sonra, önce usul usul, sonra kahkahayla. Ruhunun neşeyle atan sigortası neyse ki olası bir yangını bu sefer engellemişti. Kahkahaları içindeki alevlere kovayla serin sular döküyordu.
Ben, dedi yüksek sesle, o herifle evlenmeyi zaten hiç istemedim. Sevgililiğin gözünü seveyim, o da tabii bir yere kadar. İyi ki defolup gitti. Ey ahali, ben halimden memnunum yahu, siz niye dert ediyorsunuz? Kazanıyorum yiyorum içiyorum geziyorum tozuyorum, iyi böyle, hem size ne yahu size ne? Hiçbir şeye de geç kalmıyorum, her şey tam zamanında oluyor. Bir koca bulursam, bir de üstüne anne olursam başımın üstüne. Ama bulamazsam ve olamazsam da ne gam. Gezmeye tozmaya devam ederim, üstüne de sevdiceğine sarılan kardeşimin çocuğunu severim, tadından yenmez.
Fırladı yataktan, hem de sol tarafından. Yağmur dinmiş, çenesi gevşemiş, omuzları rahatlamıştı. Telefonunu eline aldı. Bir arkadaşından mesaj geldiğini gördü. Bak, diyordu arkadaşı, fotoğrafını görüp çok beğendiğin kaktüsten ektim sana. İlk görüşmemizde vereceğim.
Bu koca dünyanın bir yerlerinde bir güzel insan onun için çiçek ekmişti. Bir yerlerde sağlam bir kaktüs ona doğru büyüyordu. Önce toprağa köklerini salacak, sonra dayanıklı pembe çiçekler açacak ve dikenlerine rağmen çok güzel olacaktı.
Hadi bakalım, hayatın bundan sonraki kısmına daha şahane nasıl başlanabilirdi ki?
Bunu gel de şimdi ahaliye anlat!
Bir cevap yazın