Cebine tıkıştırdığı kuşları üşüyenlerden,
Kalemi sadece aşkı yazan şairlere varana kadar,
Kelimeleri doğrayıp şiirleri çoğaltan ne kadar kelebek çobanı varsa-
(iyi ki) hepsinin mayın tarlalarında gezdim.
Buydu beni sarhoş eden belki de, senin için…
Annemin çocukken oynadığı bahçelerden yol geçti,
Benim üzerime asfalt döktüler.
Benim üzerime resmi evrak nişanesi,
Benim üzerime asla ayaklarımı barındırmayacak silah müzesi diktiler.
İşte böyle bir günde tanıdım seni…
Bir kiralık katil mi keskin nişancıdır, bir şair mi paradoksuna girsem;
Her yer istimlak sahası, her yer eski lûgatta tamir ve termim; giremem.
Ama yine de adımlasam ve iki kapı çıksa karşıma
Durup, eşiğinde bir ömür beklemeli:
Çünkü bilirim;
Tetiğinin dokunmasını isteyen ne kadar mermi varsa
Ve kalemin ucunda hazır komuta bekleyen ne kadar şiir,
O kadar can çekişmeli dökülür zaman denilen kum taneleri.
Keşke şiirimin mermisine barut koyabilsem…
Efsunlu seslerin ruha tüküren acımasızlığıyla,
Diyalektik matematiğinin bünyemi aforoz eden bağışlayıcı merhameti
Sen bilmezsin;
Bunların hepsi kurt kapanı gibi.
Sen bilmezsin;
Yaran hâlâ kanıyor zannedenlerin bir ölüden medet uman çaresizliğini.
Sen bilmezsin;
Acıtmak istedikleri yerlerim artık gıdıklanıyor.
Parsellenen ruhum
Beton dökülen kalbim
Ve heba edilen zamanım
Tanrı’nın dilinin ucunda bir ileri bir geri -saat gibi- sallanıyor.
Ömür dediğin ateş üzerinde demlenen takvimmiş Sevgilim,
Bende öldürülecek ruh kalmadı,
Artık toprak dikiş tutmuyor…
Bir cevap yazın