İki gün önce çalışma odamızın yerleşim düzenini değiştirmeye karar vermiştik. Pek geniş olmayan odayı verimli kullanabilmemiz için, Köln’de aldığım ahşap tahta masamdan vazgeçmem gerekiyordu. Bu oda için o çalışma masası çok büyük gelmişti.
Evin yakınındaki baumarketin marangozhanesinde bir ahşap tahta kestirip, tahtaya uygun dört tane metal bacak da uydurduğumuz zaman, ucuz yolla edindiğim bir masam olacaktı. Tom‘un önerisi aklıma yatmıştı.
Bugün ayrıca, geçen hafta gelen bir paketi göndericiye iade edilmek üzere postaya vermem gerekiyordu. Köyün meydanındaki kiosk veya metro istasyonunun hemen yanındaki diğer büfe de paket servisi veriyorlardı.
Birbirlerine uzak mesafelerde değillerdi, iki servis de yolumun üzerinde sayılırdı. Hangi servisin bu paketin göndericisi ile iadeler konusunda anlaşmalı olduğu hakkında bir fikrim yoktu.
Baumarkete giderken ya da dönerken paket iade işini halledebilirdim, böylece biraz angarya olarak gördüğüm bu işi de aradan çıkarabilirdim. Gel gör ki, ben paketi yanıma almayı unutmuştum.
Marketin giriş kapısının ön tarafında duran alış-veriş arabalarından bir tane almaya önce niyetlenmiş, kısa bir tereddütten sonra aradığımız ahşabı bu markette bulup bulamayacağımızdan pek emin olmadığımız için arabasız marketten içeri girmiştik.
Şansımız yaver gitmişti. Marangozhane bölümünde ahşap tahtayı kestirmek için Tom sıraya girdiğinde, ben de alış-veriş arabası getirmeye gitmiştim.
Siyah uzun saçlarını at kuyruğu yapmış kasiyerin çalıştığı on nolu kasada kuyruk olmadığı için oradan dışarı çıkarak, arabalarının durduğu tarafa yöneldim. Kasiyer kız, her hangi bir malı dışarı çıkarıp çıkarmadığımdan emin olmak için önce bakışlarını ellerime, sonra yüzüme kaldırarak, bana gülümsedi, benim marketi terk ettiğimi düşünmüş olmalıydı, arkamdan „Tschüüüssss’’’ diye seslendi.
Bir yandan çıkışa doğru giderken, arkamda kalan kıza ‘Hemen tekrar geliyorum’’ diye seslendim.
Kasiyer kız „Achsooo’’ dedi.
Esmer uzun takma kirpikli kızın çalıştığı on numaralı kasadan gelecek yarım saat içinde iki kez daha geçecektim.
***
Metal bacakları yanlış boyda aldığımızı eve döndüğümüzde fark etmiştik. Masanın bugün kurulmasını istediğim için hiç beklemeden tekrar markete gidip bacakları benim değiştirmem gerekiyordu. Tom da bu arada evde kalıp masayı sökecekti.
***
Marketin girişinde bulunan müşteri servisine yanlış metal bacakları iade ettim, dönerli kapıdan geçerek, reyona gidip masama uyacak bacakları aldım. Yeni bacaklar diğerlerinden on santim daha kısa oldukları için daha ucuzlarmış.
Kasadaki esmer, uzun kirpikleri takma kız, az önceki gibi bu sefer de, kasaya yaklaşan müşterinin varlığını fark edince elindeki cep telefonunu usulca kasanın yan tarafına bıraktı, takma kırmızı ojeli tırnaklarına bakışlarını dikerek metal bacakları bantın üzerine koymamı bekledi. Bantı çalıştırdı, dönmeye başlayan banttaki metal bacaklar ona yaklaşırken ben de bir kaç adımda kasanın diğer yanında, kasiyerin önünde idim artık.
Ona yaklaşmakta olan metal bacaklara dikili olan bakışlarını kaldırarak, nihayet yüzüme baktı, yüzüne yayılan gülümsemesi ile
„İyi günler, müşteri kartınız var mı?“ diye sordu, ikinci kez.
„Hayır’’ dedim, ilk kez söylüyormuş gibi.
İade servisinden bana verdikleri kartı kasiyere uzattım, kartı bilgisayara okuttu. Paranın üstünü bana iade etti.
***
İade etmem gereken paketi yanıma almayı yine unutmuştum.
***
Eve geldim. Tom ben yokken büyük masayı sökmüş, ortalıkta, sağda solda yer kaplayan gereksiz ne varsa bodruma indirmişti. Metal bacaklari ona verdim, koridordaki vestiyerin üstünde duran iade edilmesi gereken paketi aldım, masayı kurmakla uğraşan Tom’a „ben paketi iade etmeye gidiyorum’’ diye seslendim.
Yarım saat içinde üçüncü kez apartmanın merdivenlerini ikişer üçer atlayarak indim, yürüyerek gitmek istediğimden arabanın ve evin anahtarlarını yanıma almamıştım. Hava kararmıştı artık, buralarda ocak ayında hava saat 16.30’dan sonra kararmış olur, gerçi artık akşam her gün birer dakika daha geç iniyor. Ellerim ceplerimde, cebimde bir paket kağıt mendil, koltuğumun altında iade paketim, apartmanın köşesinden döndüm.
Hava serindi. Mavi anorağımın fermuarını boynuma kadar çektim. Vietnamlı rahibe öğrencimin hediyesi mor şalımı boynuma sardım. Tertemiz havayı içime çektim.
„Eis Bayer’’ kapalı idi.
„Herhalde Paskalya’da açar’’
Diğer dondurmacılar yaz-kış açıklar. Eis Bayer, bizim binanın bir kaç ev ilerisinde, dubleks, geniş bahçeli evin garaj kısmını dondurmacı dükkanına çevirmiş bir aile işletmesi idi.
Bisiklet turu yapanların mola verdikleri, köyün doğu tarafından başlayan tarlalar ve ormana doğru gezmeye gidenlerin, yürüyüş yapanların soluklandıkları bir yerdi mahallenin dondurmacısı.
Hemen karşısında köyün üç çocuk yuvasından biri, çocuk yuvasının çaprazında ise bütün gün eğitim veren ilkokul, noel tatili dolayısı ile üç haftadır kapalı idi.
Eis Bayer’in karşısındaki çocuk bahçesinin sağ tarafında minik bir mini golf sahası da var. Orası ne zaman açıyor acaba?
Bleich sokağı boyunca yürüyorum. „Bleichen’’, bir yaşam biçimini, bir kültürü, geçmiş bir zamanı ele veren „ağartmak“, „çamaşır beyazlatmak“ anlamında da kullanılan bu sözcüğe takılıyor dilim, bir ya da bir kaç yüzyıl önce bu caddeyi ve buna paralel caddeleri kaplayan çayırlara, hamarat çamaşırcı kadınların yıkadıkları, ağarttıkları çamaşırları serişlerini düşlerken, bir müzede bir eski zaman tablosunun önünde durmuş tabloyu inceler buluyorum kendimi.
Bleich sokağının bitimindeki köyün tam ortasından geçen, sağlı sollu bitişik düzen dubleks evlerin arasında tek tük kalmış devlet korumasında olan ahşap iskeletli evlerin de olduğu ana caddeye ulaşıyorum. 700 adım sonra. Bleich sokağı ile köyü boydan boya kesen ana caddenin kesiştiği köşedeki duvarda asılı cadde isminin yazılı olduğu tabelayı okuyorum.
Köşede, „Fachwerkhaus’’un giriş katında çalışan köyün yegane eczanesi henüz kapatmamış. Saat 17.30 civarı olmalı. Kapatmasına yarım saat daha var. Eczanenin kapısının önünden geçerken içeriye bakıyorum, kasada müşteri yok. Kapının ön tarafındaki üçgen reklam panosunda boynunu şal ile sarmış sarışın bir kadın gülümsüyor. Bir kanepeye uzanmış, battaniyeye sarılmış, bir elinde ilaç, masada bir çay kupası.
Eczanenin yanındaki bankanın önünde geçerken, bankanın otomatik kapısı açılıp kapanıyor. Bankanın yanındaki kiosk da henüz açık. Paketi oraya iade edebilmeyi umut ediyorum. Kiosk’ta çalışan kadın artık beni tanıyor. Henüz hiç özel sohbet etmedik. Pazartesi ve salı sabahları okula giderken, iki günlük metro kartımı üç aydan bu yana ondan alıyorum. Daha öncesinde aylık kartımı da ondan alıyordum.
„İki bilet, lütfen!’’
„Nereye olacak?’’
„Frankfurt, tam günlük biletlerden’’
„19.80.- euro, lütfen’’
„Banka kartı ile ödeyeceğim’’
„ Şifrenizi girin, lütfen’’,
„Tamam’’
„Teşekkür ederim’’,
„Ben teşekkür ederim’’
„İyi günler’’,
„İyi günler!’’
Bugüne kadar birbirimizle hemen hemen toplam bu kelimelerle konuşmuştuk.
Kioskun ona ait olup olmadığını bilmiyorum. Belki kioskun sadece bir çalışanı. Her iki durumda da, benimle gülümseyerek kurduğu iletişimi seviyorum.
Kiosktan içeri girdiğimde, kasada bir kadın müşteri parasının üstünü almış, paraları cüzdanına yerleştiriyordu.
Müşteri ile işi biten kadın, tezgahın arkasından tanıdık gülümsemesi ile
„Bitte schön?’’ dedi.
Akşamın bu vakti metro bileti için gelmediğimi elimdeki paketten anlamıştı zaten.
Paketi kadına uzattım, bunu ona iade edip edemeyeceğimi sordum.
Koyu, düz saçları kulaklarının hizasında küt kesilmiş, arkadan bakıldığında belki 35 veya 40 yaşlarında olduğu sanılabilecek bu kadın 65 yaşları civarında olmalı idi. Alman kadınlarına göre kısa boylu denilebilirdi, benden de kısa idi sanıyorum.
Sesinden anladığım kadar ile sigara tiryakisi olmalı idi.
Şimdiye kadar onu kot pantalon ve mevsimine göre üzerinde kazak ya da t-shirt ile görmüştüm, gözlüklü idi, mavi gözleri ile güzel bakıyordu, sıcak, insanın yüzüne, gözünün içine bakıyordu.
„Kontrol edeyim hemen’’ dedi,
Paketi tarama cihazına okuttu, adresi kontrol etti,
„Maalesef iade bana değil, metronun yan tarafındaki diğer paket servisine iade etmeniz gerekiyor, kapanmadan yetişin’’ dedi.
„Peki, teşekkürler’’ dedim, kapıya doğru yöneldim, hızlı olmam gerekiyordu, ki aklıma geldi, kadına döndüm,
„güzel bir yıl olsun’’ dedim gülümseyerek.
„Size de, size de’’ dedi, tanıdık gülümsemesi ile, gözlerime bakarak.
***
Hızlanarak yürüyorum, kapanmadan diğer servise yetişmeliydim. Hava serin ve nemli. Üşüyorum.
Metronun yan tarafındaki büfenin ışıkları yanıyor. Bir tarafı büfe diğer tarafı kırtasiye olan bir dükkandı burası. Kırtasiye bölümünde bir adam çalışıyordu, bir kez fotokopi yaptırmak için uğramıştık, bizimle pek ilgilenmemişti, biz de çıkıp başka bir fotokopiciye gitmiştik.
Kiosktan diğer paket servisi olan büfeye yürürken oraya ilk kez gittiğim günü hatırladım. Yeni taşındığımız günler olmalıydı. Yine bir paket iade etmem gerekiyordu. Henüz buralara yabancı olduğum için o gün adresi, navigasyonu kullanarak bulmuştum.
***
İki yıl önce o gün, dükkandan içeri girdiğimde, kasada 35-40 yaşlarında güzelce bir kadın çalışan, bir müşterinin bir paket sorunu ile ilgileniyordu. Adamın paketi eline ulaşmamış. Kasiyer kadın, müşterinin sorununu çözmek için canla başla didiniyordu. Dört kişilik bir kuyruğa ben beşinci olarak eklenmiştim. Küçük bir büfe idi burası, beş kişi dar bir alanda sıramızı bekliyor, bir yandan da önümüzde olup biteni sakin sakin izliyorduk. Tam istediğim gibi bir ortama düşmüştüm.
Kısa bir süreden bu yana, benim için her şeyin yeni olduğu bir yerde yaşamaya başlamıştım. O gün vaktim de vardı, istisnai olarak üzerimde derse ya da başka bir yere yetişme baskısı yoktu.
Kadın, bütün sempatikliği ile ve kuyruğa aldırmadan adamın sorununu çözmek için çabalıyordu. Bu şekilde bir on dakika geçmiş olmalı. Hala bekliyorduk. Birazdan bekleyenlerden birinin sabrı taştı, söylenerek dükkandan çıkıp gitti.
Benim önümde duran adamı az önce arabamı park ederken, park ettiği küçük beyaz minibüsünden inerken görmüştüm. Üzerinde iş tulumu, ayağında ağır iş botları vardı. Siyah kıvırcık saçlarına yer yer, çalıştığı yerde kullandığı boyalar bulaşmıştı. Boya işini yeni bitirmiş, eve gitmeden yol üzerindeki büfeye uğramış olmalı idi. Birazdan kuyruktan çıkarak yan taraftaki kırtasiye bölümüne geçti, o arada kadın sorunlu müşterinin sorununu nihayet çözmüş, diğer müşterisi ile ilgilenmeye başlamıştı. Az önce önümde bekleyen ve kırtasiye tarafına geçen adam yanımdan geçip arkamda tekrar sıraya girdi.
Kenara çekilerek‚
„Öne geçin lütfen, sıra sizin’’ dedim.
Yabancılara has almancası ile teşekkür ederek önüme geçti. Adama sıra gelmişti.
Kasadaki kadın sırası gelen adama alışıldık bir cümle ile
„Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim?’’ dedi.
Adamın da eline ulaşmayan bir paket sorunu vardı, paket Avrupa Topluluğu dışındaki bir adresten gönderilmiş, hala eline ulaşmamış.
Kadının adama bilgi vermek için kurduğu cümleler emir kipi ile bitiyordu şimdi. Adamla isteksizce ve donuk bir yüz ifadesi ile konuşuyordu. Az önceki sorunlu müşterinin sorununu çözmek için didinen o sempatik kadın şimdi bu kadın olmuştu.
Vereceği bilgiler standart bilgilerdi, kaybolan bir paket için tutanak tutması, gerekli formları adama vermesi, belki form dolduruluşunda yardımcı olması gerekiyordu. Her ne ise bu konuda bilgi vermesi gereken kişi öncelikle o idi. Bunun yerine kadın işi yokuşa sürüyordu.
Adam kadın ile benim aramdaki suskun savaştan bihaber, onun soğuk, tepeden bakan emir kipli konuşma tarzına rağmen sakin aksanlı almancası ile derdini anlatmaya devam ediyordu.
Kadın birazdan, adam ile konuşurken adamın arkasında duran kişinin onu, onun iki ayrı müşteri ile on beş dakika içinde kurduğu farklı iletişimi merakla ve dikkatle izlediğinin fark etmişti. Göz göze gelmiştim kadınla. Bakışlarımı kaçırmadım.
Kadının ses tonu yavaş yavaş değişti. Kurduğu cümleler değişti, kelimelerindeki tonlama değişti. Adamın ne istediğini anlamaya ve yardımcı olmaya niyetli biri oldu yavaşça. Yüzündeki donuk ifadeye rağmen, kibar cümleler kuruyordu artık.
Kadın nihayet adamın istediği formu arka taraftaki bölmeye giderek getirdi ve adama verdi.
Adam kadınla benim aramda olup bitenden habersiz, formu aldı, formu nasıl dolduracağına dair bir şey sormadı, sırtındaki kalın iş kabanının cebine soktu, sonra da çıkıp gitti.
Şimdi küçük büfede ikimizden başka kimse kalmamıştı. Kısa bir an bakıştık. Derin bir nefes alıp kasaya doğru bir adım attım. Kadınla aramda üzerinde kasanın ve bir takım gerekli kırtasiyenin durduğu masa vardı.
Gülümseyerek
„İyi günler’’
„İyi günler, buyrun!’’
„Paketi geri göndermek istiyorum’’
Bir şey söylemeden paketi aldı, okutma cihazına paketin kodunu okuttu. Arka tarafta duran diğer iade paketlerin yanına koydu.
„İade fişiniz’’
„Teşekkür ederim. İyi günler.
„İyi günler.’’
***
Daha sonra dört ya da beş kez bu dükkana işim düşmüş, her seferinde isteksizce gitmiştim. Ya da Tom gitmişti benim yerime. O kadınla bir daha karşılaşmamıştım. Gittiğim zamanlarda da kasada 65 yaşları civarında asık yüzlü bir başka kasiyer vardı. Herkese aynı mesafede duran bir kasiyer.
***
Bugün artık oraya gitmeye mecburdum. Kiosktan büfeye doğru çok uzun olmayan mesafeyi hızlı hızlı yürürken hangi çalışanla karşılacağımı merak ediyorum. Aslında tekrar o kadını görmek, tekrar onu izlemek istiyorum.
Kapıya vardım. Derin bir nefes çektim, içeri girdim. Bu sefer de yoktu. Diğer kasiyer, kadın müşteri ile ilgileniyordu. Sırada bekleyen bir kişi vardı.
Müşteri işini bitirdikten sonra iyi yıllar diledi, ardından da „geçmiş olsun“ diyerek büfeyi terk etti.
Önümdeki genç kadın müşteri, Frankfurter Rundschau gazetesinin ücretini ödemeden önce, bir paket mavi Goulais istedi, kasiyer arkasındaki sigara panosundan sigara paketini aldı, müşteri parayı ödedikten sonra „hoşçakalın“ diyerek çıkıp gitti.
İade edeceğim paketi kasiyere uzattım, „geri göndermek istiyorum“ dedim, paketi aldı, bilgisayarda giriş işlemini yaptı, makbuzumu verdi. Teşekkür ettim. Genizden gelen kısık sesi ile „rica ederim“ dedi.
„Üşütmüşssünüz, geçmiş olsun,’’ dedim.
„İki gündür boğazım berbat, bugün çalışmak zorunda kalmasam yataktan çıkmayacaktım.’’ dedi aynı kısık sesi ile.
„Buna rağmen mutlu bir yıl olsun“ dedim.
„Teşekkür ederim, size de mutlu yıllar“ dedi.
***
Eve döndüm. Ertesi gün ilaç siparişi vermem gerekiyordu. İlacı internet üzerinden çalışan eczanelerde daha ucuza bulmuştum. İlaç paketini ev adresine göndertmek yerine, göndericinin anlaşmalı olduğu bir paket istasyonundan kendim alırsam, gönderici 9 euro’ya varan indirim yapıyormuş. Bu uygulama yeni olmalı idi. Hemen bu seçeneğini işaretledim. Göndericinin anlaşmalı olduğu eve en yakın paket istasyonlarının listesini taradım. İşe gittiğim sabahlar, önünden geçerken metro biletimi aldığım kiosk da, metro durağının yanındaki büfe de paketimi alabileceğim evime en yakın istasyonlardı. Paketi kioska yönlendiren seçeneği işaretledim.
Bihterin Okan
06.Ocak.2020
Rodgau
Bir cevap yazın