Üzerime sinmiş çekingen bir eda ile alıyorum kitabı elime. İsminin gizeminden midir yoksa içeriğinin kırk kapı ardına gizlenmiş olmasından mı bilmiyorum ufak ufak sızıntılar yaşıyorum içimde. Bir yandan hakkını verebilir miyim korkusu dilime pelesenk olurken diğer yandan bir an önce başlasam da merakımı gidersem tatlı telaşı hücrelerime kadar sızıyor. Ben normalde bir kitapla tanışırken yeni bir dost edinir gibi şöyle baştan ayağı iyice süzer, arka kapağını okur, varsa fotoğraf inceler, elimde bir iki çevirip sayfaları arasında o sevdiğim yeni kitap kokusunu sezdikten sonra ve derin bir sevdayla iyice bir içime çektikten sonra başlarım kitabı okumaya. Çünkü kitap kokusunun sevgilinin misk ü amber kokusuna değişmeyeceğim, kış günü burnumda tüten çilek kokusu gibi özlenen bir yanı vardır benim için. Biraz daha kitapları sahiplenen yanımla yapacağım anaç yorumumla teşbih yaparsam o bebek tenine sinen ve hiçbir parfümden alamayacağınız Allah vergisi eşsiz koku gibidir kitap kokusu. Mübalağa ettin diyenler olabilir ama teşbihte de hata olmaz.
Bembeyaz bir sayfanın üzerine kırmızının en samimi tonuyla yazılmış olan kitabın adı sanki kapaktaki sayın Senai Demirci’nin fotoğrafına yaraşır bir duruş sergilemek istiyor gibi. Ayrıntıya takılmadan da edemeyeceğim yazarın taktığı fular da bana en az Attila İlhan’ın fötr şapkası kadar kültürümüze ve edebiyat camiasına sinmiş (bazen ben dahi bunu kullanınca kendimi daha bir edebiyatçı hissediyorum ) tanıdık bir kültür birikimi hissi verdi.
Kitabın dışını her yönüyle inceledikten sonra ve beklentilerim arasında git geller yaşarken nihayetinde başlıyorum kitaba. İnce olması çabuk biter hissi uyandırsa da kitabın üzerinde elimi usul usul gezdirmemle kolay açılmayacak bir kapının önünde nöbete yazıldığım fısıldanıyor kulağıma. Ama yine de 110 sayfa olması bana ince olduğunu düşündürmüyor değil.
Hayykitap yayınlarının çıkardığı ve kimi okur(!) kesimine pahalı gelecek olan 10 tl fiyatıyla beni şaşırtıyor kitap. Çünkü iki kilo limon fiyatına emeklerini bu denli kolay satışa sunan yazara belki de yayınevine şaşırsam da sonralarda bu davranışını cömertliğine veriyorum ve şunu söylüyorum kendimi teselli edercesine. Allah’ın kitabı kutsal Kur’an’ı Kerim’in 15 tl gibi cûzzi bir fiyata dağıtılması ve bunun kimi tabakanın operatörlere ödediğinden de az bir fiyat olması kitabın bana ucuz gelen fiyatını biraz affettiriyor. Ama şunu biliyorum ki daha fazla bedeli olmalı diye düşünmem verdiğim kıymetten ve öyle olmasını istememdendir.
Kapakta rastladığım cennetteki teşekkür konuşmasına hazır mısın sorusunu kitabın bütünüyle çok ilişkilendiremeyişim galiba tamamıyla Fatiha üzerine yoğunlaşmamdan. Ama kitapta iyi durmuş en azından aklımda hiçbir şey olmadan bir kitapçıya girsem bu mısra bile ilgi çekici gelip bana kitabı aldırabilirdi.
Kur’an’ın kalbi Fatiha derler ben de ardını tahmin edemediğim ve garip hissiyatlarla merak ettiğim bu kapıdan giriyorum kitaba. Kapağı açtığımda yazarın karşıma çıkan biyografisinde kendine ettiği haksızlığın yegâne nişânesi olan “yazar olmaya çalışıyor” cümlesi kitapta sayfa sayfa ilerledikçe aslında ne de iyi yapıyor dedirtti. Ama yine naçizane fikrimle beğenimi dile getirmem gerekirse yazar bence bundan sonra hiçbir biyografisinde yazar olmaya çalıştığının altını çizmesin çünkü okuyan olarak artık “olduğunun” müjdesini vermek isterim kendisine. Kitap değerlendirmesi yapan birine göre belki objektif davranmadığımı düşünenler olmuşsa da onlara ispatımı yine yazarın ilk cümlelerinden olan bir örnekle verebilirim. ”Meyveye dursun lâl sevinçleri” beni haklı çıkarıyor. İddiamı daha da kuvvetlendirmek istersem daha nice cümleler yakaladığımı ama yine de burada yazmayacağımı çünkü keşfedilesi soğuk pınarlar gibi bizzat kendilerinin kaynağını bulmalarını istediğimi belirtirim. Özellikle yazar yokluğu ve okuma yoksunluğu yaşadığımız yaz güneşi gibi kavuran şu sıkıntılı günlerde. Her heveslinin yazmaya çalıştığı bu terleten ve dönemsel popülerliği şahsına yediren çok kişinin piyasaya çıktığı zamanlarda bence Demirci kaynağından kainatı keşfedeceğiniz soğuk bir pınar.
Önsöz olmayan ve bu yönüyle eksi puanımı alan kitap ‘Eşikte’ bölümüyle bu eksiğini kapatmaya çalışmış sanırım ama bence o kısımda yeterli değil çünkü ben en azından yazarın bizi kitaba bu şekilde bir anda çekmesini değil de belki Fatiha ile ilgili bir kıssa anlatarak belki de kuvvetli bir giriş yaparak kitaba önsöz hazırlamasını beklerdim. Onu görmesek de bahsettiğim bölümde okuru kitaba alıştırmasını yeğlerdim. Fatiha’dan bahsettiğini görmüş de olsam yine de beklediğim o girişi göremedim kitapta. Bu bölümü biraz daha samimi ve uzun tutması kitap için artı puandı diyebilirim. Keşke yazar içindekiler kısmında kırk kapının ismini birbirine benzemeyen kar taneleri gibi şaşırtıcı ve çeşitli güzellikte bulmuşken sergilediği cömertliği önsözde de yapsaydı.
Araladığım rahmet kapısından merhamet bekler gibi, belki de ince bir ışık gibi kapı deliğinden sızar gibi başladığım kitap en başta kapıldığım hakkını verir miyim kuşkusunda ne kadar haklı olduğumu gösteriyor. Bu kitap öyle bir şey ki hani okursunuz ve bittiğinde çok şey vardır aklınızda ama aslında hiçbir şey söyleyemezsiniz. İşte sayın yazar da bize karanlıkta göz kırpmış. Okurken her cümlede yeniden keşfeder gibi olsam da bütünüyle bir şeyler söyleyebilir miyim hayır. Sanat filmleri de öyle olur ya. Çok şey anlamışsınızdır, belki ağlamışsınızdır ama niye aktı o gözyaşları verecek cevabınız olmaz sinema salonundan çıktığınızda. Belki olay hikâyeciğine bu denli alıştırılmamızdan belki de deneme türünü toplumca henüz benimseyemeyişimizden ben tam olarak böyle hissettim.
Bazen kütüphanede, belki kıraathanede belki de kitapçılarda elime aldığım bir kitap rastgele açtığımda okuduğum bir cümlesi ile kaliteli gelmiyorsa o kitap benim için ölmüştür. İşte benim bir kitaptan beklediğim kalite anlayışı budur. Finalinde iyi biten diziler gibi değil de her bölümde zirve olan diziler gibi herhangi bir yerinde de iyi diyebilmeliyim o kitaba.
Bazı kitaplar vardır elinize aldığınızda her cümlesini ayet gibi benimsemek istersiniz ve yazar yazdıkça hayranlığınız katbekat artar. Benim Senai Demirci’yi daha yeni okuyan biri olarak geç kalmışlığıma hayıflanmam galiba açık açık demesem de onu da bahsettiğim yazar kitlesi arasına aldığımın göstergesidir sanıyorum. Fakat yine de bu kitapla ilgili şu yorumu esirgersem tarafsızlığımı gölgelemiş olurum. Yazarın yazma biçimi bana şunu hissettirdi ;sanki daha önce fikirlerini deneme şeklinde yazmış da daha sonra Fatiha bünyesinde bir araya getirmiş gibi. Fatiha üzerine bir şeyler yazılacak kadar ehemmiyetli mi muhakkak öyle . Ama sayın Demirci farklı ve süslü cümlelerle aynı ifadeleri yeteneğinin şansıyla güzelce sıralamış. Ve gerçekten çok güzel sıralamış. Ortada bir yetenek olduğu bilahare belli ama ben yine de iddiamda ısrarcıyım. Kitabı yetersiz buldum dersem haksızlık olur fakat kısa bir duayı çokça , aynı cümlelerle dallandırıp budaklandırmasını anlamlandıramadım. Yine de şunu tüm açık yürekliliğimle belirtmek isterim ki kendisi beni kelimelerin efendisi olmuş ham yeteneğine fazlaca inandırdı ve aynı naiflikte bir başka romanını ağzımda bıraktığı o güzel hisle okumak istedim.
Yalnızlık, yabancılık, anlamsızlık, sorumsuzluk, borçlar, yoksunluk, korkular vb kapısı şeklinde her başlıkta ayrı bir kapı aralıyor hayatımızın içinden farkındalığımıza ihtiyaç duyan konulara. Yazar sütunlarla böldüğü sayfaların hemen yanında birkaç cümlelik girişlerle içerikten bahsederek ele almış kapıları. Şaşmadan her başlangıçta ilk cümleyi koyu yazması farklı bir uyum oluşturmuş. İçeriklere baktığınızda tam olarak yukarıda bahsettiğim gibi uzun uzadıya konuşamıyorsunuz herhangi bir yerinden başlayıp. Belki kapılar arasında çokça mesafe olmadığında hakkında konuşmanız olağandır ama kitabı bitirdikten sonra anlamlı cümle birlikleri çıkmıyor ağzınızdan. Çünkü yazar deneme tarzında yazdığı için onun düşüncelerine hemen varabilmeniz mümkün olmuyor. Ben yine de birkaç kapıda rastladığım can alıcı cümlelerden birkaç tanesini belirtmek istiyorum. Yabancılık kapısında sızılarının arasına sözleriyle giriyor Rabbin; beni en çok etkileyen kısım oldu. Ve bunun gibi iddia kapısında gördüğüm demeler olmalara borçlu kılar insanı da kenara yazdığım bir başka önemli not oldu bana. Çoğaltmak istersek böyle çokça örnek verebilirim. Ama kırk kapının gizemini yazar bu tarzla ele almışken ben de onun sayfalarca anlattığını mısralara hapsetmek istemiyorum.
Nasıl ki Fatiha Kur’an’ın başlangıcı ise bu kitapta aynı vesile ile benim yazarla tanışmamın başlangıcı oldu. Kırk Kapının Kırk Duası’ndan sonra şahsı kapılar ardında bekleyip o araladığı kapıdan uzattıkça eserlerini okumaya niyet ettim. Allah elimizden Ümmü’l-Kitâpları, gönlümüzden Fatihaları , raflarımızdan da Demirci’leri eksik etmesin.
KIRK KAPININ KIRK DUASI – songül korkmaz
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
Bir cevap yazın