Memleketine dönmeden önce üniversiteyi bitirene kadar gecesini gündüzüne katmıştı. Babasından da destek alacağını düşünerek bir otomobil peşinatını biriktirmişti. Özgür rüyalarında sevgilisi yerine hep güçlü motoruyla parlak kırmızı rengiyle yollarda iz bıraktığı arabasını görmüştü. Gökyüzünden koparılmış iki demet mavi, kalbinde kök salan bir çift yeşil anlamlı bakış yerine arabanın dikiz aynasından solladığı şoförlerin şaşkın bakışlarını görmeyi hayal etmişti. Deri koltuklara, yepyeni kokan döşemeye dokunacağını bekler gibi beklememişti sarı siyah ipeksi saçları okşamayı. Hızlı sürüşte güvenlik için tasarlanmış koltuklara gömülmeyi sıcak bir kucakta uyumaya tercih etmişti.
Mezun olup eve dönüş vakti yaklaştığında hayalini babasına anlatarak biriktirdiği parayı önceden gönderdi. Babası arabayı alıp onu otogarda karşılayacaktı. Yolculuk vakti geldiğinde Özgür otobüsü beklemek üzere Dudullu terminaline vardı. Her bayram ve tatil öncesi karşılaştığı bu telaşlı sabırsız kalabalığa veda ederdi. Bu kez tahammülünü valiziyle birlikte yanına almış gülümsüyordu. Ayağının üzerinden geçen bavul tekerleğine aldırmadı. Terminal binası önünde bekleyen kalabalık yüzünden tentenin dışında kaldığında çiseleyen yağmura sevindi bile. Otobüsün kalkış saati yaklaştığında etraftaki gürültüden beklediği anonsu duymak sinirlerini bozmamıştı.
Özgür dışarıda beklerken Cansu hızla indiği taksiden koşarak terminale girdi. İçerideki kalabalığı iteklemeye mecbur kalarak, kendine açtığı tünelden satış temsilcilerinin olduğu bölüme yaklaştı. “Bandırma’ya bir yolcu için yeriniz var mı? Bu akşam mutlaka yola çıkmam lazım” diyerek zayıf bir umutla baktı çalışanlardan birine. “Yarım saat sonra kalkacak olan otobüste bir kişilik yer var ama erkek yanı” diyen kadına “Olur. Olur” dedi sevinçten boynuna sarılacak gibi. Yan taraftaki kadın çalışan ise “Nasıl olur canım? Geçirmişsin üzerine incecik askılı bluzu, daracık kuş kadar şortu. Sonra rahatsız ediyorlar falan diye olay çıkartırsın olan bizim ekmeğimize olur. Kadın kısmının bu saatte bu kıyafetle yolda bir başına ne işi var?” diye terslemeye çalıştı fakat çok sık duyulup da bu tekerleme halini almış cümleler Cansu’yu pes ettiremezdi. Evde bu akşamı beklediği iki yıl gibi.. “ Evet hanımefendi. Artık benim de bir işim var. Ve izin verirseniz yarın başlayacak olan kazıya mutlaka yetişmeliyim.” Kadın söylenmeye devam eden bakışlarıyla müşteri memnuniyeti hatırına sustu. Cansu kesilen bileti kendine sunulan bir madalya edasıyla gururla kadının elinden kaptı. Kapanan tüneli yeniden açarak otobüsüne doğru yol aldı.
Otobüs geldiğinde Özgür bavulunu teslim etmiş ve koltuğuna yerleşmişti. İkinci el araba satan bir internet sitesine göz atarken başında beliren bal gibi sarışın kızı fark etmemesi imkansızdı. Üstelik mini şortunu da fark edince selam verecekken dili tutuluverdi. Kız da çantalarından birini yukarıdaki rafa yerleştirip yerine otururken Özgür’e gülümsedi. Gülümseyince bir kez daha tutuldu Özgür’ün selam veremeyen dili. Çantasından bir kitap çıkardı kapağında “Fikrimin İnce Gülü – Adalet Ağaoğlu” yazan. İstanbul’u terk etmeleri sürü halindeki ağır vasıtaların ardında uzun sürdü akşam trafiğinde. Kızın kitabı okurken eğlendiği dudaklarına sürekli konup havalanan serçe telaşından belliydi. Kitap ne anlatıyordu ki acaba? Aman canım ne olacaktı? Kesin sonu kavuşamayan aşıkların hüsranıyla biten bir aşk romanı.
Osmangazi Köprüsü’nü geçerken köydeki sıra kavaklar gibi dizilmiş ışıklandırmanın ardındaki denize dalıp gitti gözleri. Arka koltuktaki çocuğun çığlığı basmasıyla çocukluğunda feribotun da dahil olduğu İstanbul yolculuklarını hatırladı. Otobüs feribota yerine park edilince manzarayı seyretmek için bütün aile ilk defa deniz görmüş gibi koltuklarından ok gibi fırlardı. Bazen kazınan midelere iyi gelirdi simit, çay, oralet manzaranın yanında. Bir de feribot sırası beklerken arabaların arasında meyvelerini, pişmaniyeleriyle dolaşan seyyar satıcıları hatırladı. Arabanın bagajında dolu taze meyveler varken diğerlerinin esamesi okunmazdı. Bu sırada kızın elini omzunda hissederek irkildi birden. Uykuya dalmak üzere olan başı kızın omzuna düşünce bal kız rahatsız olmuştu. “Kusura bakma. Dalmışım” dedi rengi hayalindeki arabanın rengine dönen yüzüyle mahcup. Özgür’ün kötü bir niyeti olmadığını anlayan kız “Önemli değil” diye cevap verirken serçeyi dudaklarına kondurdu yine. Otobüs Orhangazi otogarından ayrılırken “Her yerde duruyor mu bu otobüs böyle?” diye sordu. “O kadar köprü, otoban yapıldı. Yine de duruyor maalesef hiç sorma” dedi Özgür memleketinde onu bekleyen arabasına duyduğu özlemin sabırsızlığıyla. “Pardon. İsminiz nedir?” diye sordu kızla yakınlık kurabilmek için kafasında dolaşan tilkilere giydirdiği sıradanlıkla. Temiz bir çocuğa benzediğinden hiç tereddüt etmeden adını söyleyiverdi Cansu yine bir serçe uçuşurken dudaklarında. Tavandan yansıyan ışığın parlattığı ruju daha dolgun gösterip önüne atılan yemlere aldanan bir güvercine çeviriyordu serçeyi. Sonra bakışlarını belli ki Özgür’den daha çok ilgisini çeken kitaba çevirdi. Ne eksiği vardı acaba kızın merakını uyandırmayacak? Esmerdi. Uzun boyluydu. Bir de kirli sakallıydı. Kitap okumayı zaten hiç sevmezken bir de içten içe kitabı kıskanmaya ve kin duymaya başladı. Okuyan kadından da pek hazzetmezdi. Ancak bu kız kaçırılamayacak kadar güzeldi.
Yeni Bursa yolu üzerinden akşam karanlığında incilerini takan gemlik körfezini göremeden zeytin ağaçlarının arasından geçtiler. Bursa otogarında yarım saatlik mola verince Cansu tadına doyamadığı çikolata kaplı kestane şekeri ezmelerinden almak için otobüsten indi. Sabırsızlıkla boş bir banka oturdu. Etrafındaki kalabalığa aldırmadan keyifle yemeğe koyuldu. Bir de Kozahan’dan sıcak irmik helvası alabilse ne güzel olurdu. Çaktırmadan onu takip eden Özgür keyfin ortasına bir paket sigarayı uzattı. Cansu ağzının tadını hiç bozmadan eliyle ve bakışlarıyla hafif bir de umursamazlıkla sigara kullanmadığını anlattı. Kendini yenilgiye uğramış hisseden Özgür kızla samimiyet kurmak için hızlı düşünmeli ve derhal bir şeyler bulmalıydı. “Kitap okumayı çok mu seversin?” diye sordu bankın boş kalan kısmına oturduktan sonra. “Evet” dedi Cansu midesine doğru yol alan son lokmanın mutluluğuyla. “Sen ne seversin?” Duyduğu soru karşısında şaşkınlık ve sevinçten yalnızca “Arabalar” diyebildi Özgür. “Kırmızı, motoru güçlü ve spor arabaları” Cansu’nun ilgiyle dinlemesiyle hevesle anlatmaya devam etti. “Hatta babam beni yeni arabamla otogarda karşılayacak. Muavine sorarken senin de Bandırma’ya gittiğini söylediğini duydum. Seni de gideceğin yere bırakabilirim. Başka bir gün de birlikte deri koltuklara gömülüp gezebiliriz seninle.” Cansu katıla katıla gülmeye başlayınca ona inanmadığını düşünerek bozuldu Özgür. “Arabana isim de düşündün mü acaba?” diye sordu daha sonra. “Neden olmasın?” dedi Özgür. “Yahu sen Bayram’a ne kadar da benziyorsun” diyerek ara verdiği kahkahalarına devam etti Cansu. “O da kim? Bir sosyal medya fenomeni ya da dizi oyuncusu mu? Bu kadar güldüğüne göre pek yakışıklı değil de komik biri olmalı” diye bozulan arkasına bakmadan bankı terk ederek otobüse gitti. Cansu arkasından bakakaldı şaşkınlıkla.
Otobüs kalkmadan yetişen Cansu yüzüne artık ilgiyle bakmayan Özgür’ün gerçekten neye bozulduğunu merak etmişti. Gündöndü tarlalarının arasından göl kıyısından geçerken özür diledi. Cansu’nun dudaklarından havalanan serçe Özgür’ün kalbine yuva yapmıştı sonunda. “Gerçekten kim bu Bayram?” diye sordu Özgür. Elindeki kitabı göstererek Bayram’ın arabasına pek düşkün bir roman karakterinden fazlası olduğunu anlattı Cansu. “Haklı değil mi? Siz kadınları memnun etmek ne zor” diyen Özgür’e. “Tabii. Hiçbirimiz dört tekerlekli birer makine değiliz. İnsanız. Duygularımızla, fikirlerimizle sizi bazen çıkmazlara götürsek de çıkmazlardan çıkarıp da birlikte varacağımız noktanın kilometrelerle ölçülemeyeceği kesin.” “Bu kadar bilmiş bilmiş konuşuyorsun da Bandırma’da ne işin var? Onu da söyle bakalım” diye konuyu değiştirdi üzerine atılan taşın altından kalkamayınca Özgür. “Ben arkeologum. Mezun olduktan iki yıl sonra iş bulabildim. Ancak beklediğime değdi. Kral Kziykos’un kayıp mezarı bulundu. Onun kazısına gidiyorum” dedi Cansu mutlulukla. Çok ayrı dünyaların insanı olduklarına karar veren Özgür “ Ben de tarih mezunuyum ancak öğretmenlikte pek para yok. Sırf diplomam elimde bulunsun diye okudum. Babamın mesleğine devam edeceğim. Sen toz toprak içinde kalacağına nasıl seviniyorsun? Hayret doğrusu!” dedi. “ Tozun toprağın arasında tarihe bulanacağıma seviniyorum” dedi Cansu, Özgür anlasa da anlamasa da.
Gecenin karanlığında Bandırma otogarına vardılar. Otobüsün açılan kapısından gelen rüzgar serinletemedi Özgür’ün sıcak kalan heyecanını. Birdenbire gözüne kocaman iki tekerlek çarptı. Sonra kırmızı traktörün tepesinde kornaya basıp el sallayan babasını fark etti. Kornanın sesi onu rüyasından korkuyla uyandıran gök gürültüsü gibiyken bir de başından aşağı yıldırım düşmesini isterdi. Babasının yanına vardığında yalnızca “Araba” diyebildi. Babasının kaldırdığı sağ kaşı ise ekilip biçilecek onca toprağın, karnı doyurulacak hane halkının yaktığı bir kırmızı ışıktı. O sırtında dünyayı taşıyan emektarın yanında arabanın gereği var mı?
Cansu ise kendisini karşılayan arkadaşlarını kucakladıktan sonra Anka kuşunu kıskandırırcasına Kapıdağı’na uçtu.
Bir cevap yazın