Geminin ahşapları bir koro gibi gıcırdıyordu. Bu geminin içerisinde uyumak imkansızdı ve İmbo’nun da uyumak gibi bir derdi yoktu. Genç yerli çocuk ince bir kemik parçasını kırmadan bileklerine bağlı kilidin içerisinde döndürmeye çalışıyordu. Ve kemik parçası aynı hayatı gibi kırıldı. İmbo’nun en büyük şanssızlığı belki de 1807 yılından önce Dünya’ya gelmiş olmasıydı.
Haydar ismini kendisi seçmemişti. Dedesinden ona miras kalan tek şey bu isimdi. Dedesinin ismini taşısın derlerken miras olarak isimle birlikte kaderi de bıraktıklarını biliyordu ailesi. Haydar ailesinin üçüncü çocuğuydu. Abilerinden biri İstanbul’a çalışmaya gitmiş inşaatın on üçüncü katından düşerek ölmüştü. İnşaat sahipleri abisinin kendi hatasından düştüğünü, bir gün önce alkol aldığını ve akşamdan kalma olduğunu iddia ederek, bir doktora Haydar’ın köyünden arazi verip raporla da bunu ispatlayarak davadan sıyrılmışlar ve hiç tazminat ödemedikleri gibi inşaatta çalışan diğer insanların da korkmasını sağlamışlardı.
Haydar on üç yaşına geldiğinde babası artık okumasına gerek olmadığına karar vermiş ve onu köylerinde on üç parselden oluşan arsanın sahibine ırgat olarak vermişti. Yaşına göre güçlü bir çocuk olan Haydar kendisi için tek kuruş almadan bütün yevmiyesini babasına verirdi. Irgatlık da aynı ismi ve şansı gibi babadan oğula geçen bir mirastı Haydar’ın ailesinde. Ailenin tek erkek çocuğu kalmasının bütün yükünü omuzlarına yüklediği Haydar’ın da her çocuk gibi kırılacak hayalleri vardı. Mesela Haydar, köyde Osman diye bilinen bir saz ustasından ders almak istediğinde babası ‘’Çalgıcı mı olacan?’’ diye tokat attı ilk hayaline. Başka bir gün mahalle bakkalından aldığı lastik topu gören annesi ‘’Topçu mu olacan?’’ diye bıçağı batırdı hayaline. Böyle böyle Haydar hayali olmadan yaşamayı öğrendi. Hayal kurmakta neydi ki hem?
İmbo ayağındaki zincirlerle teknenin köprüsünden indirilip karaya ilk çıktığında dengesini kaybetti. Arkasından gelen Mondo, abisinin ölmeden önceki yakın arkadaşı onu kolundan tutarak destek oldu. Bir sürü insan limanda durmuş, tekneden inen bu ten rengi kendilerinden farklı olduğu için değersiz olduklarını düşündükleri çocukları izliyordu. İmbo belki ayakta kaldı ama ne bastığı yer anayurdunun toprakları kadar yumuşak ne de gökyüzü ana yurdu kadar berraktı.
Haydar on altı yaşında amcasının aracı olması ile İstanbul’da bir tekstil atölyesinde işe sokuldu. Bütün çocukları bir minibüse doluşturdular. Minibüsün şoförü evvela çıt istemiyorum dedi çocuklara. Haydar anne babasına el sallar gibi dışarı el salladı pencere kenarından ama ne anası vardı dışarıda ona el sallayan ne de babası. Aynı abisinin yaşında attı ilk adımını İstanbul’a. Hemen apar topar yaşayacakları yere götürdü adamlar, eşyalarınızı bırakın dediler. Gece olduğunda ilk uykusunu uyudu Haydar, aynı bu koca şehirde yan yana serilmiş yataklarda uyumaya başlayan yirmi yedi çocuk gibi. İlk kâbusunu da o gece gördü. Abisi yine düşüyordu on üçüncü kattan ama tam yarı yolda kendisi yer değiştiriyordu abisiyle. Bir düşündü Haydar, acaba abisi de kâbus görmüş müydü burada ilk gününde?
İmbo’yu kalacakları yere bıraktıklarında, gökyüzüne baktı. “Ne de az yıldız var?” diye düşündü. İlk gecesinde gördü o kâbusu. Abisinin köle tacirlerine kardeşini vermemek için çabalarken göğsüne saplanan palayı. İmbo, kâbusunda kendini abisinin göğsüne saplanan pala olarak gördü.
“Haydi uyanın.” Kaba saba adamın seslenmesi ile uyandı yirmi yedi çocuk aynı anda. Yirmi yedisi aynı anda kalktı yataklarından ve yirmi yedisi aynı peynir ekmeğe tamah etti. Yirmi yedi çocuk aynı anda çıktılar kaldıkları yerden ve yirmi yedi çocuk aynı anda işbaşı yaptılar.
Haydar ve İmbo birbirlerini iki yüz elli yıl farkla kaçıran, kaderleri ortak iki çocuktu belki de. Köleliği 1807 yılından itibaren kademeli olarak bitirdi güya Dünya. Peki dünyanın dönüşünü sağlayan kölelik bitti mi?
Bir cevap yazın