SAHNE – 1
KÖY ODASI-1
(Bir köy odası. Odada yaşlı nine ve iki torunu vardır. Arka fonda bir fon müziği çalar. Yaşlı nine torunları için yer sofrası hazırlamaktadır. İki torun bulundukları konumdaki rahatsızlıklarını belli edercesine somurtgan ve sıkılgan bir şekilde oturmaktadırlar. Bir mühdet sonra yaşlı nine sahneye girer.)
NENE: Gurban olurum ben size. Gurban olurum. Ne iyi ettinizde geldiniz yavrularım, kuzularım. Ne iyi ettinizde geldiniz. Sizi bana getiren arabanın tekerine ouyyy… yavrularımmmm. Siz benim oğlumun parcalarısınız. (Der ve torunlarına sarılıp koklar) Oyyy ne güzelde kokuyonuz. Babanızın kosusu var üzerinizde. (Tekrar sarılır ve koklar) Nasılda özlemişim yavrumun kokusunu. Kuzularımmm ne eyi ettinizde geldiniz.. Ahanda yüregim pır pır ediyor sevinçten.
KIZ TORUN: Oww yeahh benim yüreğim hiçte pır pır etmiyor sevinçten, nasıl bir yer burası my god mannnn
ERKEK TORUN: I dont care mannn. Ben burda bir günden fazla kalmam. Tuvaleti gördünmü? Tek bir deliğe tuvaletini yapıyon asağıda tavuklar yiyor. Bu grandma şimdi bize o tavuklardanmı kesiyor.
KIZ TORUN: Eeiigghhh!!! Shut up stupid. Zaten heryerde bok kokusu var. Her yer toz toprak. Arabadan buraya yürüyene kadar üstüm başım leş gibi oldu. Birde yolda inek sürüsünün geçmesini bekledik mahvoldum. Look at the state of me.
NENE: Gavur dilini anlamıyom yavrum. Gurban olim ben size yoksa canınız başka birşeymi istiyor? Size güzel bir tereyağlı püşürük yaptım oğlumda çok severdi. Sizde seversiniz dediydim. Hadi siz oturup yiyin güzel güzel bende ahıra inip inekleri sağayım. Size taze süt çalıp yoğurt yapayım. Hem birde mis gibi bir sütlaç yaparım ben kuzularıma. (Diyerek büklüm büklüm belini tuta tuta sahneden ayrılır.)
ERKEK TORUN: Did she say püşürük?
KIZ TORUN: Yeah
ERKEK TORUN: What’s püşürük?
KIZ TORUN: Got no idea…
ERKEK TORUN: Are you gonna eat this one
KIZ TORUN: Ben yemem sen yiyeceksen ye
ERKEY TORUN: Let’s get rid of it
KIZ TORUN: Ok
ERKEK TORUN: Bu püşürüktü değilmi?
KIZ TORUN: Evet
ERKEK TORUN: Nereye saklayalım bunu? Haa tamam buldum şuraya
(Der ve sandığın yanına gider)
ERKEK TORUN: Are we allowed to open this?
KIZ TORUN: Ne bilim aç işte
( Gider sandığı açar ve içinden bir deste zarf çıkartır)
ERKEK TORUN: (Dalga geçerek) Wowww Grandma got some love letters.
KIZ TORUN: You are kidding, Hahhhaa bulduk malzemeyi desene. Canımız sıkılmayacak burda.
ERKEK TORUN: (Mektuplardan birini alır önüne arkasına bakar) Aaaa babam göndermiş bu mektupları ya!!
KIZ TORUN: Aaaa oku oku!! Belkide bizi buralara niye gönderdiğinin cevabını buluruz.
ERKEK TORUN: (Okumaya başlar) Çok kıymetli ve değerli anacığım, bu bembeyaz sayfalı mektubuma başlamadan önce selam eder her iki ellerinden hürmetle öperim, cenabı allahtan iyi ve rahat olmanı canı gönülden dilerim… (Ve burdan sonra babanın sesiyle mektup devam eder)
Sende beni soracak olursan, bende allaha şükür iyiyim, rahatım, sağlığına duacıyım anacığım. Köyden o küçük valizim, kundaktaki bebeğim ve daha mürvetini bile göremediğin gelinin Fatma’yla ayrıldığım günden beri o gün gözlerinden akan yaşı unutamadım anacığım. Dağları, denizleri yolları aşıp gurbet ellere düşeli nice oldu. Uzun yollardan gelip kacak olarak İngiltere’ye girmek iltica etmek çok zor oldu. Bak sana birazcık anlatayım anacığım. Bizi İngiltere’ye getiricek olan şebekeyle İstanbul’da buluştuk… (Mektup burda biter sahne kararır ve “Şebeke ve İltica” sahnesi girer)
SAHNE – 2
ŞEBEKE VE İLTİCA
(Tır görünümlü bir dekor, etrafta koliler. Sahne 5 yolsu ve bir şebeke üyesi vardır.)
1.ŞEBEKECİ: (Telaşlı bir şekilde konuşarak) Arkadaşlar şimdi hiç ses yapmadan burda bir süre bekleyeceksiniz. Ben ne dersem onu yapın tamammı. Haaa bu arada kimse gelmezde. Eğer gelen olursa sakın korkmayın haaa.
1.YOLCU: Tamam gardaş biz sessizce otururuz.
ŞÜKRÜ: Abiii ben bi işeseydim
1.ŞEBEKECİ: Otur kardeşim otur. Sonra yaparsın. Şimdi diğer arkadaşlarda geldiği zaman hep birlikte yola çıkacağız haaa.
2.YOLCU: Kaç kişi daha gelecek?
1.ŞEBEKECİ: Ya işte onbeş kişi daha gelir.
1.YOLCU: Aslında ne kadar az kişi olursak o kadar iyi olur.
1.ŞEBEKECİ: Oldu… (Sinirlenir) Üç kişiye tırmı kaldırılır hemşerim. Bu işler kaç parayla dönüyor haberin varmı? Butun parayı bizmi yiyoruz sanıyorsunuz? Bunun şoförü var, polisi var, gümrüğü var, aracısı var, varda var anasını satim. Anlayacağın, bize hiç birşey kalmıyor. Ama olsun be, sevabı yeter bize hemşerim. Düşünsene yüzlerce kişiye Avrupa kapısını açıyoruz (Güler)
1.YOLCU: (Alay ederek) Valla cennetliksiniz, cami yaptırsanız bu kadar sevabı olmaz.
(Şebekeci’nin telefonu çalar)
2.ŞEBEKECİ: Tilki tilki duyuyormusun tilki.
1.ŞEBEKECİ: Tilki dinlemede
2.ŞEBEKECİ: Gelelimmi hazırmısınız tilki
1.ŞEBEKECİ: Abi ortalık sakin hemen tıra gelin
2.ŞEBEKECİ: Tamam birkaç dakika sonra ordayız
1.ŞEBEKECİ: Arkadaşlar birazdan çok kalabalık olacaksınız. Sakın ses yapmayın ha sakın.
ŞÜKRÜ: Abiii ben bi işeseydim
2.ŞEBEKECİ: Yav otur kardeşim sonra yaparsın dedikya
(Yolcular meraklı ve tedirgin bir şekilde beklerken. Bir mühdet sonra diğer yolcular içeriye tek tek girerler ve en son arakalarından şebeke üyesi girer. Herkes yerine oturduktan sonra 2. Sebekeci konusmaya baslar.)
2.ŞEBEKECİ: Arkadaşlar beni dinleyin bidakka.. (Bu arada H.K sahneye girer)
H.K: (Koşturak) Kaptan şebekeci bey, kaptan şebekeci bey beni unuttunuz.
1.ŞEBEKECİ: Gel bacım gel, maşallah maşallah (der ve elinden tutup tırın içine sokar)
2.ŞEBEKECİ: Bu kim lan?
H.K: Modacıyım canım. Ay cok heyecanlıyım sonunda ikoncan alacağım (Der ve Ali’nin kucağına oturur. Ali H.K’yi itekleyerek)
ALİ: Hop hop sen nerden çıktın lan
H.K: Merhaba canım ben H.K
ALİ: H.K’da ne la?
H.K: Yani Hamdullah Kuki. Tıpkı D&G Dolce Gabana gibi
ALİ: Yürü git lan
H.K: Modacı olacağım, Modacı olacağım (der ve gider hocanın yanına oturur)
ALİ: Senin ne bok olduğun belli zaten, yürü lan
DİNDAR: Bununla yola çıkılmaz, işler ters gider allah muhafaza
1.ŞEBEKECİ: Yav arkadaşlar laf etmeyin adam parasını verdi. Gelecek…
H.K: Elbette hemde iki kişilik ödedim. Aylardır vize bekliyorum vermediler. Londra moda haftasına yetişmem lazım. (der ve gider hocanın yanına gidip göbeğini açıp) Hacı amca beni bir oku üflede sağ sağlim gidelim.
DİNDAR: Evladım napıyorsun? Çekil önümden
2.ŞEBEKECİ: Neyse kardeşim adam parasını vermiş yaa allah allah.., Neyse bakın beni dinleyin arkadaşlar. Allahın izniyle yarın sabaha karşı Dover limanında olacaksınız. Tır gemiden inip park ettikten sonra on dakika bekleyin ve sonra çadırı yırtıp gördüğünüz ilk polise yaklaşıp iltica ediyoruz deyin. Ama gurup halinde iltica etmeyin aynı araçta geldiginiz belli olmasın. Biz ailelerinizi arayıp nezaman ulaşacağınızı söyleriz. Şimdi gidiyorum. Ahmet arkadaşımız sizinle kalacak. (der ve 1.Şebekecinin elini sıkıp) Hadi Ahmet görim size, hadi koçum (der ve cikar)
1.ŞEBEKECİ: Arkadaşlar ben ne dersem onu yapacaksınız tamammı. Haaa şimdi birde sizi biraz kamufule etmek için koli felan yükleyecez. Yardım edersiniz artık.
ALİ: Yapma yaaa. Ulan paraları siz kazanın, kolileri biz taşıyalım. Varmı öyle yavma…
(1.Şebekeci koliyi Alinin kafasına atıp)
1.ŞEBEKECİ: Kıllık yapma hemşerim. Koliler ağır değil.
SUKRU: Abi ben bi işeseydim..
(Sebekeci koliyi Şükrü’ye atar)
1.ŞEBEKECİ: Sen otur otur sonra işersin…
SÜSLÜ: Ay ben kolileri felan taşıyamam ayol. Ne olduğu belirsiz kirli şeylerdir onlar.
1.ŞEBEKECİ: Hanımefendi size söylemedim zaten. Mazallah tırnaklarınıza birşey olur sonra.
(Koliler bittikten sonra.)
1.ŞEBEKECİ: Haa bide tuvalete gitmek yasak ikinci bir emre kadar. Sakın kimse biseyler yiyip içmesin sonra sıkıntı olur valla
EMİNE: (Kocasına bakıp laf sokarcasına) Biz sıkıntıya alıştık zati.
KOCA: Hanım sık dişini az kaldı yarın kahvaltıyı Londra’da yapacagiz.
ALİ: (Gülerek) Ya ne demessin. Kalede Fransız şarabı içersiniz artık.
SÜSLÜ: Ayyy ne güzel, çok heyecanlıyım yaaa.
EMİNE: (Süslü’ye bakar) Salak.
DİNDAR: Tövbe tövbe ne şarabı yavrularım. Gavur memleketine geldik diye gavur olmadık ya. Haşaa, Bismillah
ALİ: (Şebekeci’ye dönüp gülerek) Hemşerim o sudan emmiye verde zemzem niyetine içsin…
1.ŞEBEKECİ: Yok kardeşim. Kimse şimdi su mu içmesin. Biz o suyu çok susadığımız zaman içeceğiz, sakın kimse kullanmasın o suyu şimdi…
EMİNE: Niye? Su çok mu pahalı? O kadar para verdik size alla alla. Bir koli mı su aldınız?
1.ŞEBEKECİ: Bu tır su mu taşıyor abla. O kadar suyu nereye sokacaz. Hem sizi, hem suyu ben nereye sokim ben allah allah.
ALİ: (Alaycı bir şekilde) Arkadaslar, arkadaslar!! Ben tam 8 aydır deniyorum Avrupa’ya gitmeyi. Tam 7 kez yakalanmışlığım var. Her şebekecide aynı bunun dediği gibi derdi. Hem belki tır yola çıktığında polis bizi enselerde, o suyada ihtiyacımız kalmaz…
2.YOLCU: Yav hemşerim ağzını hayra aç…
ALİ: Sen bilmezsin bacım. Ben bu yolların sürekli yolcularındanım. Niye??
2.YOLCU: Niye
ALİ: (Şebekeciyi gösterek) Aha bu şerefsizlerin yüzünden.
1.ŞEBEKECİ: Lafını bil hemşerim. Doğru adamlarla gitmezsin sonrada bizi suçlarsın.
ALİ: Lan yürü git. Sanki önümüze seçenekler koyuyorsunuzda, bende gidiyom gidiyom en kötüsünü seçiyorum. Ulan hepiniz aynısınız işte.
EMİNE: (Çığlık atar) Ben size söyledim kötü bişey olacak diye. Baksana adam 7 kere yakalanmış. Sattık yatağı yorganı, bıraktık çoluğu çocuğu düştük yollara. Yanarımda ona yanarım. Nerden vardım sana, Nerden vardım sana. (der ve kocasının kafasına kafasına vurur)
SÜSLÜ: Ay ben sanmam yakalanacağımızı. Öyle bişey olsaydı nişanlım beni yollara düşürmezdi. (Şebekeci’ye dönüp) Burda daha rahat oturacak biryer varmı?
ALİ: Olmazmı var tabi kraliçem. Bu yataklı tırdır….
EMİNE: Bu salakla yolmu çekilir ya…
1.ŞEBEKECİ: Yav hemşerim seni dinleyenin hayatta ümidi kalmaz. Sus biraz. (Süslü’ye döner ve sakince) Hanımefendi tır diyoruz değilmi…(Bağırarak) Otur oturdugun yerde.
DİNDAR: Yavrularım bunada şükredelim, sabırlı olalım, allah büyüktür. (der ve ayağa kalkıp şebekecinin yüzüne tükürür)
SÜSLÜ: Herşeyede amin diyemem amca.Nişanlım o kadar para ödedi.
ALİ: At fırtçanı Müşteri hizmetlerine kralicem. Hizmet hizmet değil ki…
SÜSLÜ: (Ali’ye ters ters bakar) Ukala…
ALİ: (Gülerek) Yav kraliçem, sen şimdi Londra’ya evlenmeye gidiyordun değilmi?
SÜSLÜ: Evet
ALİ: Yav şimdi orda ev hazır, araba hazır, koca hazır, oturumda hazır.
SÜSLÜ: Evet herşey hazır. Şebeke, düğün, ev, oturum hepsi içinde anlaşmalı gidiyorum. Ay bak gene heyecanlandım.
ALİ: Yav kraliçem bak söz, gidelim şu Londra’ya gelicem kız senin düğününe.
SÜSLÜ: Sen gelme istemem. (Diğer yolculara dönüp) Ama hepiniz davetlisiniz. Beklerim düğünüme. (Yolcular hep bir agizdan tabi tabi geliriz der)
1.SEBEKECI: Arkadaşlar şimdi yola çıkıyoruz. Hayırlı yolculuklar
(Tır sesi gelir ve sesler kesilir. Bir kaç saniye sonra ışıklar kararır ve tekrar yandığında yolcular bitkin bir haldedirler. Işıklar ikinci defa kararıp tekrar yandığında yolcuların hepsi sağa sola yıkılıp yatmış şekildedirler. Işıklar üçüncü defa karardığında yolcular kalkar ve toplu halde sahnede yerlerini alırlar.Işıklar tekrar yandığında yolcular heyacanla birbirlerine sarılıp sevinirler. Sonra hepsi bşrbirini itekleyerek bir adım öne geçip sırayla iltica ederler.)
1.YOLCU: Aleviyim, kürdüm Londra sana iltica ediyorum.
2.YOLCU: Baskı gördüm, yaşama şansım yok, dönme şansım yok, iltica ediyorum.
SÜSLÜ: Nişanlıma kavuşacağım nerde? Nerde? Geldimi? Burdamı?
DİNDAR: Cok şükür sağ sağlim geldik memur bey. Ben sizin gavur memleketinize sığınmak istiyorum.
ALİ: Ey taşına toprağına kurban olduğum Londra. Sükür kavuşturana. İltica ediyorum iltica.
EMİNE: Ben bilmem kocam anlatacak valla.
KOCA: Biz aleviyiz. Kürdüz, baskı gördük, zulüm gördük. İltica etmek istiyoruz memur bey.
3.YOLCU: Geldikmi? Geldiysek iltica ediyorum.
4.YOLCU: İltica ediyorum. Oturum istiyorum.
ŞÜKRÜ: (Sıkışmış büklüm büklümdür) Önce tuvalete sonrada size iltica ediyorum.
5.YOLCU: Öbürleri ne dediyse aynısı vallahada billahada….
H.K: Modacıyım. İkoncan olmak istiyorum. Londra’ya oturmak ayyy oturum istiyorum
JANDARMA: Edirne hudut kapısı Jandarma komutanlığı. Hala Türkiye’desiniz salaklar. Kaldırın ellerinizi.
(Herkes korkarak ellerini havaya kaldırır)
JANDARMA: Yürüyün lan hepiniz karakola.
(Herkes elleri havada sola dönüp yürüyerek sahneden çıkarlar. Işıklar kararır.)
SAHNE – 3
KÖY ODASI – 2
(Sahnede kız torun vardır mektubun bir bolumunu okur ve sonra mektup babanın sesiyle devam eder.)
Anacığım senin de başını ağrıtacağım ama napim senden başka da dertleşecek kimim var. Kimseyle oturup konuşamayacağımı anladım ve oturup sana bu mektubu yazmaya başladım.
Sankide sen yanımdaymışsın gibi, nasırlı ellerin ellerimde, gozlerime bakip sanki bana nasihatlar veririyormussun gibi. Silo Emmi’nin oğlu İbiş’e söyle sana bu mektubu kelime kelimesine güzelce okusun. Sende dinle, dinlede gör hele dünyanın ne biçim hallerine düştüğümüzü. Devlet burda iltica edenlere, işsizlere, birde kimsesizlere yardım ediyormuş parada veriyormuş aylık gibi bişem işte, DSS diye bir yer var oraya gidip yardım istiyorsun veriyorlarmış. Eee sıkıntı büyük anacigim. Dil yok diş yok tercüman lazım bu isler icin. Git dediler, orda bekle, karşına birisi çıkar sana yardim eder dediler. Sabah çıktım gittim. Bizim Kenfo Emmi’nin damadı Murtaza’yı gördüm. Yanında bir tercüman. Adıda Moho muymuş neymiş. İki kelime İngilizce biliyom diye yapmadığı artislik kalmadı adamın. Babam hep derdiya muhannete muhtaç olmayalım diye. Aha böylelerine muhtaç olduk anacığım. Tuzsuz tatsız bi adam. Ne bişey anladığı belli ne memura söylediklerimizi çevirdiği belli. Adamda bir hava var bir hava sananki Başbakan. (Mektup burda biter sahne kararır ve “D.S.S” sahnesi girer)
SAHNE – 4
D.S.S
(Sirada bekleyen Murtaza ile Tercumen arasinda konusma baslar.)
MURTAZA: Lo Maho. Oğlim nedisin? Bugün para alirmiyik ha?
TERCÜMAN: Vallah Murtaza eğer bize şurda oturan gari bakarsa, bugün burdan paramızi alıp giderik. Deminden beridir bakim bu kari dönüp dönüp sana bakii. Kuran hakki icin sana vurulmustur bu gari haaaa.
MURTAZA: Hangi gariyi diyin la sen
TERCÜMAN: Vallah aha orda oturan gözlükli gariyi diyem ha..
MURTAZA: Hele bakim hele bi.. Vallah güzel garidir ha.. Demakki oda erkeğin güzelinden anliyi haa… Baksana saa bakmiyi bana bakiyi..
TERCÜMAN: Hee valla demakkki anliyi…
(Bu arada memur masasında konustugu kisiye parasini verim gonderir. Bu kisi aldigi parayi murta ile mahoya gosterek onlerinden gecip gider)
MEMUR: Next please..
TERCÜMAN: Aha Murtaza sira bize gedi… Hemde o gari cagiri bizi haa..
MURTAZA: (Gulerek ellerini ovusturup) Uişşşş Desene paramızı alacağız bugün… Kos la kos
(Murtaza ve Tercuman gidip memur kadinin masasina otururlar)
TERCÜMAN: Hello bacim. My name is Maho. His name is Murtaza.
MURTAZA: Heee Murtaza
TERCÜMAN: How are you?
MEMUR: I am OK thanks, I am Julie Crambrook. How may I help you today?
TERCÜMAN: Diyorki hoş geldiniz sefa getirdiniz. Benim adım Julie Crambrook. Size nasıl yardımcı olabilirim diyor.
MURTAZA: Vallah her türlü yardımcı olabilirsen hanımefendi. Vallah açım, param yokdir…
TERCÜMAN: He is hungry. He doesn’t have money
MEMUR: What does he mean by that? Anyway, we have paid him couple of weeks ago. We will pay him after two weeks. Please tell him to come back after two weeks
MURTAZA: Ok.
TERCÜMAN: Murtaza diyor biz sana zaten ödeme yaptık. Git iki hafta sonra gel diyor. MURTAZA: La hani bu gari beni beğeniydi.
TERCÜMAN: Murtaza gari belki sana cilve yapiyidir
MURTAZA: Cilve yapiyi diyisin ha….
TERCÜMAN: He vallah cilve yapidir.
MURTAZA: Oglim önce parami versin cilveyi sonra yapsin. Bak eger parami vermiyecekse bana aha şu adam baksın. Vallah gecen o parami verdiydi. Sorun çıkarmadıydı.
TERCÜMAN: Hele dur bi sorim bakalim.
MURTAZA: Heee sor sor
TERCÜMAN: (Memura doner) Two weeks?
MEMUR: Yes. Two weeks
TERCÜMAN: Iki hafta diyiii.
MURTAZA: İki haftamı? Hele sor bakim senşu sivri sinek vızıltılı sesli garıya, iki hafta kendisi, cocukları, kocası bu parayla geçinebilirmi? Heee derse bende heee diyecem ha.
TERCÜMAN: He says you mosquito voice lady…. He say you live you family two weeks. We say ok and we go.
MURTAZA: Yes OK
MEMUR: This is verbal abuse…
MURTAZA: Ne dedi la..
TERCÜMAN: Murtaza, dediki bana küfür ediyorsunuz
MURTAZA: Ne? Ne dedinki la sen?
TERCÜMAN: Yav şu sivri sinek viziltisi dedikya. Ona alındı sanırsam
MURTAZA: Neeee? Gerizekalı hayvan onudamı çevirdin? (der ve Maho’nun omuzuna vurur)
TERCÜMAN: Yav sen bana demedinme herşeyi harfi harfine çevir diye . Bende çevirdim kardeşim allah allah.
MURTAZA: Aferin iyi bok yedin… (der ve Maho’nun kafasina vurur) Bak oglim söyle hanım efendiye bizim oralarda gelenektir haaa. Ezelden beridir bütün insan hareketlerini hayvanlara benzetiriz. Bak gösterim bak (der ve ayağa kalkar)
TERCÜMAN: Hele bi dur dur.
MEMUR: What is he saying?
TERCÜMAN: In our culture we call peoble animal name. You know lakap
MURTAZA: Heee lakap lakap
TERCÜMAN: For example. Hadi Murtaza
MEMUR: Hmmm interesting.
(Murtaza hayvanların taklitini yaparak anlatmaya başlar)
MURTAZA: Mesala bak aha boyle güçlü olana, güçlüye aslan derler ha aslan böyle… (Aslan gibi kükrer)
TERCÜMAN: Strong ones we call them lion
MURTAZA: Heee. Sonra bak böyle çalışkana inek derler ha inek inek. Böyle bak bak (İnek gibi Mö’ler)
TERCÜMAN: Hard working ones we call them cow
MURTAZA: Heee. Sonra bak bide böyle inatçıya keçi derler ha keçi keçi. Aha böyle… (Keçi gibi me’ler)
TERCÜMAN: Stubborn peoble we call them goat
MURTAZA: Sonra korkağa tavuk derler ha. Tavuk böyle böyle (Tavuk taklidi yapar)
TERCÜMAN: And the afraid one we call them chicken
MURTAZA: Hee. Ula bak deki, böyle iri, aha böyle iri olana varya ayı derler haa ayı.
TERCÜMAN: Big ones we call them ayı. For example (der ve Murtazayı gösterir)
MURTAZA: Heee for example..
MEMUR: Hmmm OK. They all have meanings to it now. Hmm but what does mosquito’s buzz means then?
TERCÜMAN: Murtaza, diyor anladım anlamasınada diyor. Sivri sinek vızıltısı ne demek onu anlamdım diyor bu karı.
MURTAZA: Ben senin ağzına sıçam. Söyle hanımefendiye bizim oralarda böyle güzel, narinane ve şairane seslere sivrisinek vızıltısı derler ha söyle.
TERCÜMAN: He say in Turkey, peoble with nice voice, we call them mosquito voice
MEMUR: Thank you very much, very kind of you. However, this doesn’t change your situation. You still need to wait for another two weeks. Ok?
MURTAZA: Okey
TERCÜMAN: Murtaza kalk kalk. (Murtazayi kaldir biraz yurur)
MURTAZA: Noldu la? Verimi parami?
TERCÜMAN: Bu karı sana para mara bişey vermez. Diyorki git iki hafta sonra gel diyor
MURTAZA: İki haftamı? Ula oğlim ben bu parayı çocuklara gönderiyem ula. Bu cocuklar ne yesin loo, taşmı yesin, toprakmı yesin hııı ne yesin ula…
TERCÜMAN: Bana ne gıziyin Murtaza.
MURTAZA: (Maho’nun omuzuna vurarak) Ula sana kızmayimde kime kızam la ben haaa. Kime kızam hııı. Bu çocuklar ne yesin haa? Ne yesin?
TERCÜMAN: Dur bi sorim bakim. He say what shall my kids eat? Stone, garden?
MEMUR: Sorry!! Is he investing a garden or something?
MURTAZA: Ne diyi la?
TERCÜMAN: Murtaza, Bu karı kafayı yemiş ha. Ben akım diyim o bokım anliyi. Wrong bacım wrong. Wrong understand wrong. He send money to Turkey. His kids eat food. Otherwise they eat stone, grass, garden. Understand?
MEMUR: Yes.. yes..
TERCÜMAN: (Murtazaya doner) Anladı la en sonunda
MURTAZA: Hee anladı la
MEMUR: What do they eat in the village?
MURTAZA: Ne diyi?
TERCÜMAN: Diyiki köyde ne yiyirdiniz diyi.
MURTAZA: (Murtaza tekrar memurun masasina dogru yurur) Valla ne yiyeceğizki hanım efendi. Vallah bulgur yiyik mulgur yiyik, ne yiyecok
TERCÜMAN: We eat rice, mice.
MEMUR: (Şaşkın bir halde) Rice, mice? Ghosh!! New China?
TERCÜMAN: Murtaza bu karı harbi kafayı yemiştir. Diyorki siz Çinli’misiniz.
MURTAZA: (Bir Maho’ya bakar bir tercümana bakar sonra tekrar Moho’ya dönüp) Ben senin İngilizcene sıçam emi la… Çin’li nerden çıktı oğlim (Der ve tekrar memura dönüp) No Çin’li!! No Çin’li!! Turkish!! Kurdish!! Turkish…
MEMUR: (Artık iyice yorulmuştur, yorgunluğu mimiklerine yansır.) Oooo OK. Forget about it. Look we have paid his money to only him to live. Not to send it to anyone else wheather it’s his babies or someone else, does not matter. So he has to wait for another two weeks. OK?
MURTAZA: OK
(Tam bu sırada başka bir memurdan parasını almış olan adam Murtaza’ya parayı göstererek geçer. Murtaza ve Maho adama bakarken bu arada Mahoda memurun söylediklerini tercüme eder)
TERCÜMAN: Murtaza karı diyorki biz sana veriyoz parayı. Çocuklarına göndermen için değil. Git diyor iki hafta sonra gel diyor. Murtaza adamda parayı aldı gidiyor ha..
(Murtaza sinirli bi şekilde memura döner)
MURTAZA: Dümbük karı… Soyuna nalet girsin emi… Senin D.S.S’inede, sanada… Hıı anladin sen onu hıı anladin.. (der ve memurun masasındaki belgelerini alıp ayağa kalkar ve Maho’ya dönüp). De hadi kalk gidek.
TERCÜMAN: Daha konuşidik..
MURTAZA: Daha konuşimiş. Parayı alamadıktan sonra daha konuşsan nolur la gavur dili konusan hayvan.
TERCÜMAN: Bana ne kızinnn Murtaza…
MURTAZA: Ula sana kızmayımda kime kızam ha…
MEMUR: So whats all these about? Why he is shouting?
TERCÜMAN: Vallahi I don’t know. He pissed off you, me. You no luck you
MEMUR: (Şaşkın ve sinirlidir) We all done for him today. Otherwise this department will be turning in something else. Mosquito’s buzz, lion, chicken, cow, garden investment, rice mice, China and luck. (der ve sinirli bir şekilde dosyalarını toparlar ve çıkar. Murtaza arkasindan yurur)
MURTAZA: Bu sivrisinek neye böyle kızdı, analamadımki…
TERCÜMAN: Murtaza, sana kızdı, bana kızdı, sivrisineklere kızdı gitti.
MURTAZA: Hele bak sen şu sivrisineğe, garibanları sömürenlerden aldığı güçle bana ahkam kesiyo gancık
TERCÜMAN: Murtaza bunuda çevirimmi?
MURTAZA: Bende senin sıfatına sıçammı. (der ve elindeki kağıtları havaya atıp Mahoyu kovalamaya başlar)
SAHNE – 5
KÖY ODASI – 3
(Sahnede Erkek torun vardir mektubun bir bolumunu okur ve sonra mektup babanın sesiyle devam eder.)
Benim canim anam sana daha önceki mektuplarımdada yazdığım gibi devlet burda yardım parası veriyor ama yetmiyor. Derdimiz davamız para biriktirip memleketimize geri dönmektir be anam.
Burada herkes harıl harıl gece gündüz kaçak kocek fabrikalarda çalışıyor anacigim. Iyide para kazanıyorlar. Bizim oralılar, çevre köylüler falan hepsi fabrikalarda çalışıyorlar. Sagolsun emmioğlu bana ve Fatma’ya da burda bir iş buldu. Çocuğuda bakıcıya verdik, bizde başladık çalışmaya. Sabah azıklarımızı alıp gidiyoruz gece yarilari geliyoruz eve. Çaremiz mi var anacigim gavur memleketinde. Gurbet ellerde yarın birgün bizi kovarlar diye korkuyoruz bir yandanda son kuvvet çalış ha calis. Geçen Fatma işten erken çıkıp çocuğu almaya gitmiş. Bakıcı kapıyı açmış, Fatma iceriye girmis, saga sola bakmış, çocuk yok. Birde bakmis cocuk emziğini tuvalete sürüp sürüp ağzına koyuyor. İçimiz eridi be anacigim amma ne yapalim yırtık büyük yamalık küçük. Geçen günde ben üşütmüşmüyüm neyim bi halsizlik bi dermansızlık vardı üstümde. O gün yataktan kalkamadım, işede gidemedim. Şans mı dersin kadermi dersin o günde fabrikayı vergiciler ve polisler başmış. Bizim arkadaşlar, bütün işçiler perişan olmuşlar. (Mektup burda biter sahne kararır ve “Fabrika” sahnesi girer)
SAHNE – 6
FABRİKA
HASAN: Temizlikçi. Çalışma izni yok
SULTAN: Finisher. Çalışma izni yok
AYŞE: Finisher. Çalışma izni var
HATİCE: Finisher. Çalışma izni yok
AYNUR: Finisher. Çalışma izni yok
RAMAZAN: Makinacı. En eskilerden çalışma izni var
HALİL: Makinacı. Yeni gelmiş. Çalışma izni yok. Biraz saf
MUSTAFA: Makinacı. Çalışma izni yok
MEHMET: Makinacı. Çalışma izni yok
MİKE: Ütücü. Zenci. Çalışma izni var
LEYLA: Kalite kontrolcü. Kıbrıslı kadın. Çalışma izni var
ALİ: İlikçi. Çalışma izni yok
MANAGER: Manager. Çalışma izni var
ZAFER: Kesimci. Çalışma izni var
HÜSEYİN: Kesimci. Çalışma izni yok. Oturum bekliyor. Evlenmek için kız bakıyor
POLİS: Polis. İngiliz
TAXCI: Taxcı kadın. İngiliz
TERCÜMAN: Kıbrıslı adam.
(Sahne açılır. Ortada 4 makinacı, 4 finisherci, 2 ütücü (birisi zenci), 1 kalite kontrolcü, 1 ilikçi, 2 kesimci ve etrafta oyun oynayan iki çocuk vardır. Herkes işini yapmakta ve aynı zamanda sessiz bir şekilde konuşmaktadırlar. Sahne 10-20 saniye böyle devam ettikten sonra sahnenin bir tarafından temizlikçi yerleri süpürüp aynı zamanda türkü söyleyerek sahneye girer. Temizlikçi bir mühdet türkü söyledikten sonra konuşmalar başlar.)
HASAN: Makaram sarı bağlar lo… Kız söyler gelin ağlar… Niye ben ölmüş müyem lo… Asyam karalar bağlar… Löperde löperde… Zülfün yüzüne perde… Devriyeler sardı da bizi… Meğer kaderim böyle… Makaramda ipliğim lo… Asyam benim kekliğim… Hiç aklımdan çıkmıyor lo… Tenhalarda gezdiğim… Löperde löperde… Zülfün yüzüne perde… Devriyeler sardı da bizi… Meğer kaderim böyle
SULTAN: Offf yeter artık be. Canıma yetti. Sabahtan akşama kadar fabrikada çalıştığım yetmiyomuş gibi bide şunun zırıltısını dinle.
AYŞE: Hee kız bacım doğru söylüyon valla. Şarkı söylemiyo, sanki eşek gibi anırıyo. (Kadınlar gülüşürler)
SULTAN: (Bağırarak) Yav Hasan bi sus. Sabahdan akşama kadar senimi dinleyecez. Susta işini yap biraz. Şuraları süpür.
(Temizlikçi bu arada şarkı söyleyerek makinacıların yanına kadar gelmiştir. Makinacılardan birine yaklaşır)
HASAN: (Alay ederek) Veyyy. Hele şu sümüklü Sultan’a bak. Bu varya bu bizim köydeyken sabah akşam tezek taşırdı. Bir taraftanda burnunun sümüğü hiç eksik olmazdı. Şimdi buraya gelmiş burnu büyümüş. Yaptığım işi beğenmiyo. Allah belanı versin senin lan. (Makinacılar gülüşürler)
SULTAN: Hele bana laf söyleyene bak. Sanki kendi çok adamdı. (Herkez gülüşmeye devam eder.)
RAMAZAN: (Gülerek) Ama bak geldi buraya adam oldu. Artık para bile kazanıyo.
SULTAN: Amannnn. Adam olmuşta nolmuş ya? Ola ola süpürgeci olmuş başka ne olacakki. Bak onu bile doğru düzgün yapamıyo. Her yer iplik saplık içinde.
HASAN: De allah senin belanı versin be. Seninle uğraşamam ben. (Der ve ortalığı süpürerek sahneden çıkar.)
SULTAN: Noldu Hasan sert kayaya çarptın dimi. (Kahkaha atar)
AYŞE: Aman kız Sultan bırak su gerzeği. Hatice kız sen anlat hele şu Fatma’yla kocası niye kavga etmişler.
AYNUR: Niye kavga etmişler kız?
HATİCE: Kız şu bizim Fatma’nın kocası yokmu soysuz herif. Vecizini almıış götürmüş kumarhanelerde hepsini makinalara yatırmış. Eve gelmiş cebinde beş kuruş para yok. Aha zavallı Fatma’da napsın, kocasıyla aha böyle (Eliyle gösterek) yaka paça birbirine girmişler.
AYNUR: Kadıncağız haklı anam. Sabahtan akşama kadar çoluk çocuk yanınımızda fabrika köşelerinde çalışsın. O boyu devrilesicede götürsün kumarhanelere versin. Olacak işmi şimdi.
SULTAN: Öyle valla haklı karı.
AYŞE: Kız Sultan seninde kaynın gelmiş Türkiye’den hemi?
SULTAN: Hee gaynım geldi Türkiye’den. Aman gelmez olaydı be. Sabahtan akşama kadar yiyip içip yatıyo. Biz akşama kadar çalışıyoz yetiştiremiyoz ona..
AYNUR: Hiç bir işte çalışmıyormu?
SULTAN: Yok anam yok ne çalışması aksama kadar camış gibi yatıyo evde.
HATİCE: Eee niye getirdiniz ozaman kız?
SULTAN: Kız aha bu bizim boyu devrilesice herife söyledim o kadar ama dinletemedim. Götürdü şebekeye dünyanın parasını verdi dert sokasıca. Getirdik şimdi evde camış gibi yatıyo
(Sahne canlandırılır)
KAYIN: Yenge….
SULTAN: Ne var?
KAYIN: Karnım acıktı
SULTAN: Zıkkımın dibini ye.. (canlandırma sessizce devam eder. Kayın yere uzanır elinde kumanda televizyon izler)
SULTAN: Yav ben sabah kalkiyorum fabrikaya geliyorum. Aha abu çocuğu yanımda getiriyom buraya birgünde demiyoki yav bırak çocuğu evde, ben bakarım. Anca camış gibi yatıyo.
AYŞE: Kızlar bildiğiniz tenha biyerlerde bir telefon kulübesi varmı? Bizim köydeki akrabaları arayacağızda.
SULTAN: Kız var benim bildigim bi tenha telefon kulübesi. Biz daha gecen kaynımla gittik böyle bir liraları telledik, telledik, sabaha kadar muhtarınnan, köydeki herkeslerle teker teker konuştuk.
AYNUR: Kız Sultan niye haber vermiyon. Tenha biyerdemi bu kulübe?
(Telefon kulübesinde konusanların canlandırması yapılır)
SULTAN: Yav tenha olmasına tenhada da genede azcık dikkat etmek lazım. Dün gece kaynım az daha yakalanıyormus valla. Kaynım dün gene gitmiş bu kulübeye bir liraları telleyip telleyip konuşuyomuş öyle emmoğlularıyla felan. Böyle konişiken iki tane adam gelmiş yanına. Bizimkine ingilizce bişeyler demişler. Eee bizimkininde İngilizcesi felan yok ya adamlar sivil polis diye çok korkmuş soluğu evde aldı garibim.
AYNUR: Kz bizim hüssonun cebinde her çesit tel var yemin ederim. Bir liralari telletip telleyip bütün sülaleyi sıradan geçirip konuşuyo anacığım. Valla birgün yakalanırda İngilizce yok dil yok, diş yok, nasıl anlatacak diye korkup oturuyoz bizde.
SULTAN: Geçen bizim başımıza ne geldi dinleyin hele bi. Gülermisiniz ağlarmısınız.
HATİCE: Nolduki kız geçen günü?
SULTAN: Anam geçen apar topar beni telefona çağırdılar. Gittimki telefondaki kaynım partütüş olmuş.
(Canlandırma olur)
KAYIN: Yenge..
SULTAN: Eve adamlar geldi İngilizce konuşuyolar. Anlamıyom, napim? ne edim?
SULTAN: Yav onlar Counsel’dan gelmişlerdir. Yengem shophinge gitti de, evdeki fareleri göster.
AYNUR: Kız senin kaynın İngilizce bilmiyo nasıl anlatacak adamlara evde fare var diye.
SULTAN: (Gülerek) Heee bilmiyo İngilizce ama anlatmış valla. Dur bak anlatim nasıl anlattığını
HATİCE: Hele anlat hele…
SULTAN: Valla once etrafta böyle fare takliti yapmiş. Sonrada geçmiş televizyonun karşına.
(Canlandırma yapılır)
KAYIN: Tom, Jerry. Tom good, Jerry bad… Everywhere Jerry, everywhere Jerry…
ADAMLAR: (Kahkaha atar) Jerry, Jerry, Jerry (der ve bir mektup uzatip giderler.)
SULTAN: Yav adamlarda bizimkine mal mal bakıp gülmüşler sonrada bir mektup bırakıp çekmiş gitmişler. İş çıkışı gittim. Kapı kapı gezdimki mektubu okutayım diye. Bizde İngilizce milgilizce bişey yok. Neyse mektubu sonra okutturdukki meğer adamlar telefon şirketinden gelmişler.
(Ortacı kadınlar sessiz bir şekilde konuşmaya devam ederler. Makinacıların muhabbeti başlar.)
RAMAZAN: Halil düz dikmeye çalış önce düz dikişi öğren.
HALİL: Hee sen öle diyosan öle yapim abi. Nasıl şimdi iyimi?
MUSTAFA: Ulan herif dağda davar güdüyordu şimdi ceket dikecek. (Makinacıların hepsi gülüşür.)
MEHMET: (Gülerek) Eeee sende aynıydın.
MUSTAFA: Kardeşim ben bu işi İstanbul’a gittiğimde öğrendim.
MEHMET: (Gülerek) Teehhh sen İstanbul’da öğrenmişsin, bak adam bu işi Londra’da öğreniyor koçum.
RAMAZAN: Bak bu Mehmet köyde eşek bile süremezken burda araba sürüyor. (Gülerek) hahaaa hemde Londra’da…
MUSTAFA: (Gülerek) Yav onun eşeği bile yoktu. O anca tahtadan araba yapar onu sürerdi. (Bütün makinacılar kahkaha atarlar)
MUSTAFA: Halil sen iltica ettinmi?
HALİL: Hee Mustafa abi iltica ettim. Bakalım şimdilik bir ev verecekler onu bekliyorum inşallah alırızda evimize yerleşiriz. Böyle akrabalarda kalmakla olmuyor. Onlarada ayıp oluyo.
MEHMET: Verirler kuzum verirler. Hemde eşek gibi verirler sen hiç merak etme.
MUSTAFA: Haaa bak bide sakın çalıştığını felan söylemeyesin. Sonra hem ev vermezler hemde belki oturumunu bile alamassın.
MEHMET: Akrabalarının evi nerde? Uzakmı buraya? Rahat gidip gelebiliyonmu?
HALİL: Yok abi uzak değil bir otobüsle gidip gelebiliyomda. Ama dün akşam ben yolu kaybettim. Evi bulamadım.
MUSTAFA: Niye lan noldu?
HALİL: Yav benim herzaman bu otobüse binip indiğim durağın orda üstünde geyik resmi olan bir dükkan vardı. İşte ben o geyik resmini görünce duraktan iniyodum. Hemen ikinci sokaktan dönünce bizim evde ikinci kapıydı. Geçen akşam o geyiği kaldırmış yerine aslan resmi koymuşlar şerefsizler. O geyik resmi olmayınca bende nerde ineceğimi şaşırdım.
(Makinacılar hep birlikte gülüşmeye başlarlar)
MUSTAFA: Lan Halil sende ne saf adammışsın ha..
MEHMET: Bak hele sen bizim Mustafa’ya. Sanki kendi ilk geldiğinde çok farklıydı. Anlatimmi lan senin saflıklarını?
MUSTAFA: Aman be Mehmet abi sende benimle dalga geçmesen olmuyo dimi.
MEHMET: Yok be kuzum insan sevdiğiyle dalga geçer bilmezmisin sen.
RAMAZAN: Duydunuzmu laaa. Bizim Mehmet paradan başka şeyleride seviyormuş. Bak insan bile seviyormuş. Bir yaşıma daha girdim valla. (Herkes güler)
MEHMET: Yav sanki siz parayı sevmiyorsunuz. Burayada zevk olsun diye geliyosunuz değilmi?
RAMAZAN: Heee zevk olsun diye geliyoz.. (Herkes kahkaha atar)
MEHMET: Yaaa ne demezsin buraya zevk için geliyormuş. Ulan bıraksalar seni, para kazanayım diye gece gündüz çalışırsın. Kazandığın parayıda bi gıdım bile harcaman valla.
RAMAZAN: Hee Mehmet hee. Çok konuşmada işini yap. Hadi hadi.
(Herkes sessizleşip işini yaparken. Bir mühdet sonra Hasan kendi kendine söylenerek tekrar sahneye girer.)
HASAN: Yav kardesim bu ne pisliktir yav. Tuvaletlere sıçıyolar sonrada temizlemiyorlar. Sürekli ben temizliyorum. Bıktım usandım artık yav. Ben köyümden buraya milletin bokunu temizlemeyemi geldim. Allah belanızı versin hepinizin
RAMAZAN: Ne o Hasan ne konuşuyon kendi kendine.
HASAN: Diyomki su taxcılar gelsede hepimizi alsa götürse bende kurtulsam.
(Herkes sessizleşip işini yaparken zenci ütücü Mike sahneye girer. Kendine ve fabrikada çalışanların siparişlerini almıştır.)
(Mike zenci gibi yuruyerek gelir Leyla’nın yanından geçerken leylaya siparisini verir)
LEYLA: Where have you been man? E be bu arapcık giddiydi siyara almaya. İki saat eddi geri gelsin.
MIKE: I have been chilling baby girl. What have you been up to?
LEYLA: Okey okey.. do some work man, do some work. Come on move.. move..
(Mike diğerlerine siparişlerini vererek Mehmet’in yanına doğru gider)
(Mike ortacı kadınların yanından geçerken)
AYNUR: Anam bu bi gıcık, bu bi gıcık
SULTAN: Offf kara çarpana geldi gene.
AYŞE: Kız anam bu kara çarpanada çok yılışık..
(Mike Sultana siparişini verdiğinde)
SULTAN: Yürü git allahını seversen.. Şuna bak don üste pantolon altta.
(Mike Mehmet’e siparişini verir)
MEHMET: Oğlum gündüz feneri senin eline yazdıkta verdik. This is wrong oğlum wrong. Go back and change this.
MIKE: Ok ok. Here is your cigarette. What is the big deal… Dont pis me off mate
MEHMET: Banamı pis diyo lan bu
MIKE: Peace and love mate peace and love
MEHMET: Tutmayın la beni tutmayın la (der ve Mike’in üstüne yürür, Mike kaçar)
(Radyonun sesi yükselir)
RADYO: Şimdide bir istek parçamızla devam ediyoruz
AYNUR: Kız susun susun bak şimdi benim istek parçam çalıcak.
RADYO: Şimdide bu istek parçamız Aynur hanımdan çok sevdiği kocası için geliyor Burhan Çaçan’dan “Kurşunlara gelesin” (şarkı çalmaya başlar)
SULTAN: Kız allah senin canını almasın emi. Gözü çıkmayasıca, gerizekalı. Kocan için isteye isteye bu şarkıyımı istedin.
AYNUR: Yürü git allahını seversen. Kocamın canı cehenneme. Ben akşama kadar fabrika köşelerinde calışim, didinim. İki kuruş para biriktirip köşeye atim oda götürüp kahvehanelerde kumar makinalarına versin (der ve ağlamaya başlar)
(İki kesimci aralarında konuşmaya başlarlar)
ZAFER: Lan Hüseyin oğlum noldu senin bu evlilik işi?
HÜSEYİN: Anamlar bizim köyde kız bakıyolar işte kısmet çıkarsa evleneceğiz. Daha oturumuda almadıkya bakalım hayırlısı.
ZAFER: Alırsın alır kafana takma herkes alıyor senmi alamıyacan. Bana bak la sizinkiler eğer sizin köyde kız bulamazlarsa bizim köyde kız cok valla. Alırız sana bitane.
HÜSEYİN: Bakalım işte anamlardan haber bekliyom ama sen genede bi baktır sizin köyde gardaş. Nolur nolmaz işi garantiye almak lazım.
ZAFER: (Gülerek) İşi garantiye almak lazım ha… Eeee tabi seninde abazalık kafaya vurdu tabi değilmi.
HÜSEYİN: (Gülerek) Öyle valla gardaş. Hem bide sadece o değil be gardaş insanın bir hayat arkadaşına ihtiyacı var. Evde sıcak yemeğini pişirecek, çamaşırını bulaşığını yıkayacak birine ithiyaç duyuyo insan. Bıktım valla hergün yemek yapıp bulaşık yıkamaktan.
ZAFER: Bana bak lan sen buraya geldin geleli hiç şey yaptınmı?
HÜSEYİN: Ne yaptım mı?
ZAFER: Şey oğlum şey işte anlasana.
HÜSEYİN: Haa şey diyon sen… Yok yapmadım valla.
ZAFER: Bak oğlum benim bildiğim biryer var seni oraya götüreyim mi?
HÜSEYİN: Nere orası abi. Bir anlat hele
ZAFER: Lan oğlum sana nasıl anlatim. Varya Allah seni inandırsın orda bir karılar var off anam off… Hepsi böyle ilik gibi, ilik, ilik….
HÜSEYIN: Bakıyolar abi bakıyolar
(Herkes bir anda döner Zafer’e doğru bakar. Sultan ayağa kalkıp.)
SULTAN: Tüüüü Allah belanı versin senin emi terbiyesiz. O çocuğuda kendin gibimi yapacan.
ZAFER: Ben ne dedim şimdi yav… Bak bunları böyle ilik gibi düz kesicen, tamammı? İlik gibi düz olacak dedim ne var bunda alla alla…
HASAN: Manager geliyo manager geliyo!!!
(Herkes sesli bir şekilde kendi arasında konuşmaya başlar. Bir mühdet sonra manager gelir)
MANAGER: Arkadaşlar.. arkadaşlar..
(Herkes işini yapıp kendi aralarında mırıldanmaya devam ederler)
MANAGER: Arkadaşlar bir dakika bir dakika susun durun dinleyin.
(Herkes işini yapıp kendi aralarında mırıldanmaya devam ederler)
MANAGER: (Bağırarak) Susun dedim be susun susun dinleyin lan..
(Herkes durur Manager’i dinlemeye başlar)
MANAGER: Bu ne ya? İşmi yapıyosunuz dedikodumu yapıyosunuz. Ben bu işi nasıl Pazartesi’ye kadar yetiştirecem kardesim.
(Herkes bir ağızdan “Yetişir yetişir merak etme sen” der)
MANAGER: Yetişmez yetişmez. Böyle çalışırsanız yetişmez. Bak söyleyim bundan sonra Pazartesi’ye kadar herkes saat 11’e kadar mesaiye kalıyor. Söylemedi demeyin.
SULTAN: Manager, manager ben hergün 12’ye kadarda çalışırım valla. Hiç sorun değil benim için.
MANAGER: Aferin bak herkes Sultan gibi olsun.
(Bir sessizlik olur herkes tuaf tuaf Sultana bakar.)
AYNUR: Yürü git yalaka sulti
SULTAN: Kız niye öyle diyon anam, benim çocuklarım var. Okula gidiyolar para lazım. Paramızı biriktirekki biran önce köyümüze dönecez. Hep burda kalacak halimiz yokya. Hem size ne istersem sabaha kadar çalışırım.
MANAGER: (Yanındaki Hasan’a döner.) Bak Hasan akşamları herkese ikişer tane lahmacun söylüyosun ha bak fazla yok ikişer tane.
MUSTAFA: Ayran yok mu ayran
MANAGER: Ayran yok. Su neyine yetmiyo.
MUSTAFA: Ayransız olurmu hiç
(Herkes işine dönüp işini yapmaya başlar. Manager sekreterin masasına gidip ona birşeyler anlatmaya başlar. Bu arada Ali zencinin yanına gider ve kulağına birşeyler söyler sonra Mike Manager’in yanına gider ve…)
MIKE: Manager, Manager..
MANAGER: Bir bu eksikti. Bu fabrikada bir bu eksikti. Ne var?
MIKE: I learnt some Turkish man.
MANAGER: Hah bir bu eksikti bunada Türkce öğrettinizya
MIKE: Sen çok yakışıklısın man
(Herkes alkışlar)
MIKE: Seni cok seviyorum.
(Herkes alkışlar)
MIKE: Sen çok götsün man
(Herkes bir alkışlar gibi olur ama şaşırıp dururlar. Sonra herkes birden işine döner)
MIKE: Sen çok götsün man
MANAGER: Lan seni parcalarım lan. Yürü git lan. (Mike’in üstüne yürür Mike kaçar) Kim öğretiyo bu lafları buna arkadaşlar kim öğretiyo…
SULTAN: Hep aha bu Hasan öğretiyo buna bu lafları.
HASAN: (Gülerek) Yok valla ben öğretmiyom. Aha bu Zafer öğretiyo valla..
ZAFER: Lan git oğlum ben nerden öğretiyom. Sen öğretiyon bütün küfürleri ona.
HASAN: (Gülerek) Yok valla bu sefer ben öğretmedim.
MANAGER: Susun lan susun. Elin zencisine küfür öğreteceğinize işinizi yapın biraz. (Orda yapılmış bitmek üzere olan işlerden birini eline alarak) Bu mu sizin yaptığınız iş bu ne biçim iş olmuş. Böylemi dikilir bunlar. Ben böylemi gösterdim size. Ne biçim iş yapıyorsunuz.
MEHMET: Bana ne kızıyon manager benim ne suçum var. Aha bu ütücü düzgün ütülemiyo. Hepsini yamuk yumuk ütülüyo. Bende napim anca bu kadar düzeltebiliyom.
SULTAN: Kız susun allah aşkına gitmeyin adamın üstüne. Adam Türkiye’de iki ünüversite bitirmiş. Aha kat kat kitap okumuş. Ama nedsin garibim sağ sol davasından kaçmış buraya gelmiş. Aha bizim gibi burada çalışıyo. Asıl işi yapamayan aha bu ütücüler.
ZAFER: (Yanındaki arkadaşına dönerek) Aha bak görüyonmu gardaş suç gene bizim üstümüze kaldı. Valla patron, biz işimizi gayet güzel yapıyoruz. Aha bunların hepsi sabahtan akşama kadar çene çalmaktan yamuk yumuk iş çıkartıyolar sonrada suçu hep bizim üstümüze atıyolar.
MANAGER: Tamam lan tamam kesin artık, işinizi yapın. Bakın bu işler böyle yamuk yumuk olup Pazartesi’ye kadar yetişmezse hepinizin haftalığını keserim söylemedi demeyin.
(Bir mühdet sonra Hasan koşarak içeri gelir.)
HASAN: Tax’cılar geliyo tax’cılar geliyo…
(Mehmet ve Sultan hemen kacip koybolurlar. Digerleri hep birlikte saga dodru kosarlar manager engel olur sola dogru kosarlar Hasan engel olur sonra herkes biyerlere oturur. Yasal olarak çalışanlar (Ayşe, Ramazan, Leyla, Zafer) işlerini yapmaya devam ederler. Yasal olmayarak çalışanlar (Hasan, Hatice, Aynur, Halil, Mustafa, Ali, Hüseyin) ise bir kısmı saklanmaya çalışır bir kısmı yasal çalışanların yanına gider oturur. Hasan pantolunu ve gömleğini çıkartır altında çizgili pijaması vardır ve hemen bir köşeye uzanıp uyuyormuş takliti yapar. Hatice, Aynur ve Hüseyin tezgahlarin arkalarinda biyerlere saklanirlar. Halil ustune bir bez ortup saklanmaya calisir. Mustafa ortada kalır ne yapacağını şaşırır bulduğu bir bez parcasını başına takıp Ayse’nin yanına oturur. Ali saklanacak biyer bulamaz ortalıkta sağa sola giderken Polisler ve Taxcı içeri girerler.)
(Manager gider kapıyı açmaya, önce iki polis içeri girer sonra Manager, Taxcı ve Tercüman içeri girerler)
TAXCI: Hello, we are from the tax office. Who is in charge here?
TERCÜMAN: Biz tax ofisinden geldik. Kimdir sorumlu buracıkta?
MANAGER: Buyrun hoş gelmişsiniz gardaş. Ben managerim. Benim sorumlu.
TERCÜMAN: He says he is in charge.
TAXCI: Okay good. Ask him how many people are working here?
TAXCI: Burda kaç gişi işlersiniz?
MANAGER: Benimle birlikte altı kişi çalışıyor gardaş.
TERCÜMAN: Six people, including him
TAXCI: There are more then six people here. What are all these people doing here?
TERCÜMAN: E burda 6’dan fazla gişi var. Napallar bunnar hepsi buraşda?
MANAGER: Haaa onlarmı? Yav onlar burda çalışanların akrabaları, arkadaşları. Öylesine onları ziyarete gelmişler,
TERCÜMAN: They all are friends or family members of the other six, and they’re all visiting.
TAXCI: Okay. Let’s go to talk to them. (Der ve ayakta kalıp saklanamayan Ali’nin yanına gider)
TERCÜMAN: Ok şimdi da gidip herkesinan teker teker gonuşmak ister.
MANAGER: Yav benimle konuşuyorya. Onlara ne gerek var benimle konuşsun.
TAXCI: Are you working here?
TERCÜMAN: Sen burda mı işlen?
ALİ: Yok ben burda çalışmıyorum
TERCÜMAN: No… He is not working here
TAXCI: So what is he doing here?
TERCÜMAN: Madem da burda işlemen, ne işin var buracıkta?
ALİ: Benmi? Benmi napıyorum?
TERCÜMAN: Evet sen.
ALİ: Ben, ben, ben yani?
TERCÜMAN: Ha be ha! Sen ya ben?
ALİ: Ben, ben yani, ben, ben napıyorum burda? Ben yani ha ben
TERCÜMAN: Evet be sör! Sen be sör, sen!
ALİ: Şimdi ben yani, ben, ben, ben napıyorum burda? Ben, ben ha?
TAXCI: What is he saying?
TERCÜMAN: Nothing… Obviously nothing… He just keeps saying, me haaa is it me, me, me …
TAXCI: Okay. (Polislere dönerek) Take him please!
(Polisler Ali’yi alırlar. Manager araya girer.)
MANAGER: Yav gardaş o biraz saftır. Ben konuşayım onun yerine olmazmı?
TAXCI: What is he saying?
TERCÜMAN: He says that guy is a bit naive and he wants to talk on behalf of him, if it’s alright with you.
TAXCI: No…
TERCÜMAN: Memur gadın olmaz der.
TAXCI: (Taxcı kadın Zafer’in yanına gidip kartına bakar. Taxcı geri döndüğünde yerde yatan Hasan’nı görür. Hasan’a yaklaştıklarında Hasan birden osurur. Tercüman tekrar Hasan’ın yanına gelip Hasan’ı dürterek uyandırmaya çalışır. Hasan birden uyanır ayağa kalkar gözlerini ufalar ve…)
HASAN: Noluyor? Neresi burası? Nerdeyim ben?
TAXCI: Ask him what is he doing here?
TERCÜMAN: Sen napan buracıkta?
HASAN: Ne bilim gardaş. Neresi burası? Ben bilmiyorumki neresi burası?
TERCÜMAN: Burası factory’dir be! Bilmen?
HASAN: Ne? İş yerimi burası? Kimin iş yeri? Benim ne işim var burda?
TERCÜMAN: Aha ben da aynısinı saa sorarım be bay! Napan buracıkda?
HASAN: Haaa ben şimdi anladım. Bacım ben uyur gezerim. Uykumda hep böyle kalkıyom sonrada çıkıyom dışarı hep böyle biyerlerde uyuya kalıyom. Demekki bu seferde buraya gelip uyumuşum. Kusura bakmayın, ahan da ben gidiyom.
TAXCI: What is he saying?
TERCÜMAN: He says he is a sleepwalker.
TAXCI: What? (Şaşkın bir ifadeyle)
TERCÜMAN: Yeah… A sleepwalker (Gülerek) He says that everday he wakes up somewhere else.
(Polis Hasan’ı yakalar)
TAXCI: Ohh my god… This is senseless… Anyway let’s talk to others.
(Leyla ve Ayse’nin olduğu yere doğru gider. İkisinin kartına bakar sonra Ayşe’nin yanında oturan Mustafa’yı görür ve Tercüman’a Mustafa’yı işaret eder)
TERCÜMAN: Eee sen napan burda hanimefendi?
MUSTAFA: Aha ben bunun kumasıyım. Buraya geldimki beraber alışverişe gidelim diye.
TERCÜMAN: She says she is her kuma. She is waiting for her to go shophing together.
TAXCI: What is kuma?
TERCÜMAN: Bu kuma da nedir be amma?
MUSTAFA: Kuma kuma demek işte
TAXCI: What?
MUSTAFA: Vat diyo yav. Vat değil bacım kuma kuma.
TERCÜMAN: Ok be yav! Amma kuma ne demekdir?
MUSTAFA: Kuma şey demek işte. Yani buda bende aynı adamın karısıyız.
TERCÜMAN: Yok yau! Eyi be!
MUSTAFA: Yani benim herif hem bunun herifi, hemde benim herifim oluyo. Hem buna şey ediyo hem bana şey ediyo.
TERCÜMAN: Ok ok annadım annadım.
TAXCI: What is she saying?
TERCÜMAN: They both are wives of the same man. He sleeps with both of them
TAXCI: (Şasırarak) Together? On the same bed?
TERCÜMAN: Ma hep beraber ayni yatakda yatırsınız?
MUSTAFA: Yok kız aynı yatakta olurmu. Ayrı odalarda kalıyoz. Bir gece onunla, beş gece benimle yatıyo, bir gecede dinleniyo aslanım işte.
TERCÜMAN: They sleep in sparate rooms. The guy sleeps with her five nights and with her one night and he rests the other night.
TAXCI: That’s ridiculous.
(Tercüman ve Taxcı biraz ilerleyip Ramazan’ın kartına bakıp sonra sessizce kendi aralarında konuşmaya başlarken polis memuruda Mustafa’nın yanına oturur. Yanına outran polis memurundan habersiz olan Mustafa başındakı örtüyü çıkartıp solundaki polis memuruna döner. Ve tabi polis memuruna yakalanır. Polis memuru Mustafa’yı alıp götürür. Taxcı Hüseyin’i görür ve…)
TAXCI: (Tercüman’a dönerek) Ask him what is he doing here?
TERCÜMAN: Naparsın be buracıkta sen?
HÜSEYİN: Benmi?
TERCÜMAN: Sen ya ben?
HÜSEYİN: Yav napacam gardaş. Şey yapıyordum işte.
TERCÜMAN: Ne yapardın be?
HÜSEYİN: Şey işte yaw alla alla
TERCÜMAN: Ma nedir be senin gonuşduğun? Annamadım.
HÜSEYİN: Balık tutuyorum.
TERCÜMAN: Balık dutan? Ma ne balığı be amma?
HÜSEYİN: Allah neyi kısmet ederse attık oltayı işte.
TERCÜMAN: Nedir be amma söylediğin?
HÜSEYİN: Oltayı böyle kaldırıyon atıyon işte.
TERCÜMAN: Ma git at gendini dust bine. Sen kafayı yedin!
HÜSEYİN: Yok balığı tutarsam onu pişirip yiyecem.
TERCÜMAN: Fucking hellll (Upppss der taxcıya bakar)
TAXCI: What’s wrong with you? You just used f word. What did he tell you?
TERCÜMAN: He is telling me that he is fishing here?
TAXCI: What?
TERCÜMAN: Yeah he is fishing
MANAGER: Gardaş bu bizim buraların delisidir. Boyle gelir oltayi atip balik tuttugunu zanneder. Eee delidir diye bizde bisey dememiz.
TAXCI: So what is he saying?
TERCÜMAN: He’s saying that the guy is mad. He comes here to fish everyday because he is mad.
TAXCI: Ok. That is understandable. Anyway..
TERCÜMAN: Understandable? (Menager’e dönerek) Ha bu memur garıda bunun gibim kafayı yemiştir saa söyleyim!
(Taxcı gitmek üzeredir tam Manager’in yanında durur.)
TAXCI: Is there anyone else that we haven’t spoken yet?
TERCÜMAN: Gonuşmadığımız biri galdı mı be bay?
MANAGER: Yok kalmadı.
RAMAZAN: Yok gardaş başka kimse yok hepimiz bu kadarız işte. Burda gördüklerin. Başka kimse yok.
(Halil kutuların arkasından kafasını uzatır.)
HALİL: Ayıp oluyo ama Ramazan abi. Beni adam yerine koymuyonmu?
TAXCI: Who is he?
TERCÜMAN: Hani da başgası yoğdu be bay?
RAMAZAN: Aslında yok gardaş. Çünkü bu adam değil mal bu mal. O yüzden adam yerine koymadık. Zaten adam olsaydı olduğu yerde durur sesini çıkarmazdı. İşte mal bu. Adam degil yani.
HALİL: Ayıp oluyo ama Ramazan abi?
RAMAZAN: Lan sus gerizekalı almayım seni ayaklarımın altına. (der ve Halil’in üstüne yürür. Halil kaçar ama polis yakalar. Halil tekrar Ramazan’a dönüp)
HALIL: Beni bi adam yerine koysan nolur sanki..
(Bu arada Mike tekrar girer içeri.)
MIKE: Ohh my god she is beautiful.
TAXCI: Are you working here?
(Mike menagere bakar. Menager yalvaran gözlerle ona bakar. Sakın birşey söyleme dercesine)
MIKE: Yeah baby I work here. Like everybody else
TAXCI: What?
TERCÜMAN: Peehh E be bu arap hepsinizin da buraşta işlediğinizi söyler ama…
(Bir anda kaçak çalışanlarun hepsi saklandıklari yerden çıkar ve hepbir ağızdan “Abooww” der ve kaçışmaya başlarlar. Sahne ışıkları söner.)
SAHNE – 7
KÖY ODASI – 4
(Sahnede Kız torun vardır mektubun bir bölümünü okur ve sonra mektup babanın sesiyle devam eder.)
Anacığım yıllarca bir dönem kaçak bir dönem devletin izni ile çalışıp iyi kötü paramızı kazandık. Allaha şükür az çok bir kenara para ayirmayida başardık.
Ama son zamanlarda fabrikalar tek tek kapanmaya başladı. Çalışanların hepsi işsiz kaldı. Bir köşede az çok parası olanlar iyi kötü bi dükkan açıp başına geçtiler. Buradaki arkadaşların çoğu kendilerine, lokanta, supermarket, kebabçı dükkanı yada off licence yani tekel bayii gibi bişey ondan açtılar. Bende az çok birikmiş paramla bir off licence açayım diye düşündüm, önüne gecer çalıştırırım dedim. Hem çocuklarda büyüdü anacığım onlarda yardım ederler dedim. Bizim emmoğlu Ahmet’de burda yakındır bize oda bir off licence açmış. Bende dedimki yanına gideyim hem hal hatır sorar hemde işi ögrenirim. Aman anacığım varmaz olaydım. Emmoğlunun hali perişan. İngilizce yok müşteriler aksi. Oda cocuklarına güvenmiş açmış, onlarda ne uğramışlar ne sormuşlar. Adamcağız kalmış bir başına. Yani anacığım anlayacan ekmek aslanın midesinde. Gel görki sonunda ben cesaret edemedim oda hiç tavsiye etmedi. Başladı bana başından gecenleri bir bir anlatmaya… (Mektup burda biter sahne kararır ve “Off Licence” sahnesi girer)
SAHNE – 8
OFF LICENCE
(Sahne açılır. Çırak sahnede malları tezgaha dizmektedir. Bu arada çişi gelmiştir çok sıkışmıştır kıvranmaktadır. Sonra dayanamayıp masanın üstündeki boş Lucazade şisesini alıp tezgahın arkasına geçer ve şisenin içine çişini yapar. Tam bu sırada patron elinde bir kasa malla içeriye girer. Çırak telaşla ayağa kalkar)
ÇIRAK: Hah geldinmi abi?
PATRON: Yok daha gelmedim yoldayım. Görmüyonmu geldiğimi salak herif. Hem sen napıyodun lan tezgahın arkasında
ÇIRAK: Ne yapacamki abi. Tezgahın altındaki malları düzenliyordum.
PATRON: İyi iyi aferin çalış. Ama bak gözün kapıda olsun ha. Gelen müşteriyi kaçırma. Ben şu malları depoya bırakim hemen geliyom (der ve sahnenin arkasına geçer)
ÇIRAK: Tamam abi
(Patron sahneden çıktıktan hemen sonra müşteri gelir)
MÜŞTERİ-1: Hiya… Can I have Mr Muscle please?
ÇIRAK: Sorry.
MÜŞTERİ-1: Mr Muscle.
ÇIRAK: One minute.
ÇIRAK: (Patrona seslenerek.) Abi!!
PATRON: Hıııı
ÇIRAK: Bir karı geldi
PATRON: Nasıl karı lan..
ÇIRAK: Antep fıstığı gibi abi
PATRON: Yapma yav.. Eeee ne diyor?
ÇIRAK: Mıstır Mansıl diye birini soruyo.
PATRON: O kim lan?
ÇIRAK: Ne bilim abi.
PATRON: Haaa tamam tamam o dükkanın eski sahibi Indian’ı soruyodur lan
ÇIRAK: Gel gel..
PATRON: One minute de. Ben geliyom geliyom
ÇIRAK: (Müşteriye döner) One minute
(Patron içeri gelir)
PATRON: Bu mu lan fıstık
ÇIRAK: He abi bu..
PATRON: Hello.
MÜŞTERİ-1: Hello Mr Muscle please.
PATRON: Mıstır Mansıl no here
MÜŞTERİ-1: What?
PATRON: No here no here Mıstır Mansıl no here, I am here Süleyman Züftüoğlu
MÜŞTERİ-1: Oh my god.
PATRON: No… no… Süleyman Züftüoğlu
MÜŞTERİ-1: Fuck sake mann (Der ve el işareti yapıp gider)
PATRON: Göt baş ayrı yerde oynuyo. Ulan bu İngilizler’de ne tuhaf insanlar anlamadım valla.
(Çırak şaşkın şaşkın bakar, malzemeleri düzeltmeye devam eder. Patron çırağın işediği Lucazede şişesini görür.)
PATRON: Ne lan bu? Ucuz bir şey içseydinya oğlum.
ÇIRAK: Canım çekti abi ya. Zaten aldım iki gündür susadıkça yudum yudum içiyorum.
PATRON: Neyse neyse. İç arada bir ama işinide ihmal etme oğlum. Müşterilere gözün gibi bakman lazım. Hep yüzün gülecek. (Çırağa bir tokat atıp) pişmiş kelle gibi değil lan adam gibi
ÇIRAK: Tamam abi.
PATRON: Bunların hepsi birer yürüyen paradır. Adam belleme bunları.
ÇIRAK: Nasıl yani abi?
PATRON: Nasılı varmı oğlum. Onlar yürüyen para. Kimi ellilik, kimi yirmilik, kimi onluk, kimi beşlik. Şu çocuklarda bozuk para. Onlarıda hiç sevmem ama olsun genede para onlarıda sevmek lazım.
ÇIRAK: Aha bak işte 22’lik geliyor abi.
PATRON: Aferin. Kaptın işi çakal
ÇIRAK: Sayende abi
(Sarhoş Müşteri gelir)
PATRON: Hello
MÜŞTERİ-2: Hello, can I have case of Stella please?
PATRON: Hadi oğlum fırla, bir kasa Stella kap getir. 22 pounds please…
(Çırak koşar biraları getirmek icin. Müşteri parayı verir ve para üstünü alır. Bu arada çırak biraları getirir.)
ÇIRAK: Geldim abi geldim
(Müşteri çok sarhoştur. Çırak onu kapıya kadar götürür)
PATRON: Dikkat et düşer ölür mölür ha. Sonra paralar gider. Paradır oğlum o para
(Patron’nun yüzü gülmektedir. Sevinçten ellerini ovar.)
PATRON: Demedimdi sana bunları adam belleme diye. Bunların hepsi para. Para olarak görecen bunları.
ÇIRAK: (Mırıldanarak arkasını döner) Adama bak ya bu nasıl birşeydir böyle.
PATRON: Noluyor lan ne konuşuyon kendi kendine.
ÇIRAK: Yok bişey abi… Kendi kendime getirmeye çalışıyorum.
PATRON: Nasıl yani?
ÇIRAK: Şey abi yani kendi kendime diyorumki; bak olum sen Londra’dasın kendine gel
PATRON: Heee lan… Olur öyle şeyler oğlum bende ilk geldiğimde öyleydim.
ÇIRAK: Hadi ya… Ozaman normal bunlar benimde geçirmem lazım desene.
PATRON: Daha dur… Neler olacak inanamayacaksın.
ÇIRAK: Ne gibi abi?
PATRON: (Gülerek) Ne gibisi varmı oğlum. Gel otur anlatim. Ben Türkiye’deyken ekmek parası bile bulamazdım. İki yakam bir araya bir türlü gelmezdi. Babamda öyleymiş. Bizde genetikmidir nedir, sülalece iki yakamız bir araya hiç gelmemiş. Neyse… derken bir yurtdışı sevdası başladı bende. Eee tabi duyuyorum milletin keyfi yerinde yurtdışında. Sonra bende kendime dedimki; oğlum Sülo kalk düş yollara. Sonra elde avuçta ne var ne yok sattım, şebekeye verdim. İşte sonra düştüm yollara az gittim uz gittim, böyle rezil rüsva halde dere tepe düz gittim. Ama sonunda Londra’ya vardım. Çok şükür şeytanın bacağını kırdık. Sülaledeki uğursuzlukta gitti. Artık iki yakamızda bir araya gelir oldu.
ÇIRAK: Eeee abi…
PATRON: Eeesi sen. İşte bunları arada bende düşünürüm. Ulan çulsuz bu senmisin derim kendi kendime. İşte ozaman bende senin gibi kendimi silleler dururum.
ÇIRAK: Hadi ya…
PATRON: Yaaa… İşte o dağlardan çık dil bilme, diş bilme, dünyanın en gözde şehrine gel. Üstüne bide tut dükkan aç buralarda. Hiç olacak şeymi derim bazen kendi kendime.
ÇIRAK: Vay be abi…
PATRON: Ulan birde durmuş beni dinliyon. Dizsene şu kasaları, kolileri aynı zamanda. (Çırak kolileri dizmeye başlar) Neyse tosun seninde olur bir gün.
ÇIRAK: Valla abi sen o durumdan buraya gelmişsen olmaz diye birşey yok. Ama ben diyomki önce bir okula gidip dil öğrensem. Haa abi nediyon?
PATRON: Ne öğrenecen, ne öğrenecen?
ÇIRAK: İngilizce abi
PATRON: Lan salak biraz aklını kullan. İngilizce öğrensen nolacak. Yarın seni gönderseler nedecen? Bak oğlum çalışacan paranı biriktirecen. Sonra benim gibi açacan bir dükkan. Yanındada İngilizce bilen birini çalıştırırsın.
ÇIRAK: Doğru diyon valla abi.
(İçeri bir müşteri girer. Birkac tane 1 penny’lik 3 tane şeker alıp 3 penny verip gider.)
PATRON: (Sinirli bir halde) Ulan bu iş yerine 70 bin lira para saydım. Penny penny nasıl bitecek. Başlarım lan ben bu işe…
(Başka bir müşteri gelir içeri)
MÜŞTERİ-3: Do you have any baked beans?
(Patron müşterinin ne sorduğunu anlamamıştır)
PATRON: (Eliyle göstererek) You look… You look…
(Müşteri kendisi bakmak için gider. Bu arada başka bir müşteri gelir)
ÇIRAK: You look
MÜŞTERİ-4: Do you have tooth brush mate?
PATRON: You look… You look…
ÇIRAK: You look..
MÜŞTERİ-5: Can I have a battery please?
PATRON: You look… You look…
MÜŞTERİ-5: (Çıraığın yanına gider) Can I have a battery please?
ÇIRAK: You look… You look…
PATRON: (kendi kendine) Ulan İngilizce bilen oğlum var ama Zibidi birgün gelip yardim etmez bana. Yav bu gavurların dilini anlamayınca zoruma gidiyo valla yav.
(Bu müşteride kendisi bakmak için gider. Bu arada bir Rahip gelir içeri.)
RAHİP: Got bless you. Jesus loves you. My son can I have change please?
PATRON: (Yine eliyle işaret ederek) You look emmi… You look…
RAHİP: Can I have change please?
PATRON: Emmi bas git belamısın ya.You look dedikya… yürü git.
RAHİP: My son change please?
(Patron iyice sinirlenip arkadaki şarap şisesini kapıp havaya kaldırır. Rahip korkar geri geri çekilir.)
PATRON: Yürü git lan yürü git
(Rahip kaçarak uzaklaşır)
ÇIRAK: Sakin ol abi
(Şişeyi severek ve dışını eliyle silerek yerine koyarken derki.)
PATRON: Ulan az kaldı pahalı içkiyi kıracaktık şu şerefsizin yüzünden.
RAHİP: (Tekrar geri gelip ceketini acarak) My son you look…
ÇIRAK: Yaşındanda utanmıyo
PATRON: Oğlum onu bunu bırakta biran önce şu İngilizce’yi öğrenmeye bak
ÇIRAK: Öğrenecem abi öğrenecem. (Gülerek) You look abi you look…
PATRON: (Çırak’ın üstüne doğru yürüyerek) Bak hele şu eşek herife o da benimle dalga geçiyor.
(Bu arada bir bayan müşteri içeri girer.)
MÜŞTERİ-6: Hi darling. How are you?
PATRON: Hello you fly today?
MÜŞTERİ-6: Yes darling. I’ll flight tonight.
PATRON: Uf ne yağlı müşteriydi bu ha.
MÜŞTERİ-6: Can you take it for us please? (Çırağa fotoğraf makinası verir.)
PATRON: Ne istiyor bu ?
ÇIRAK: Fotoğraf makinasını gösteriyor abi fotoğraf çektirmek istiyor seninle galiba. Hasta bu kadın sana bence.
PATRON: Yes yes of course.
PATRON: (Keyiflenmiştir. Lucazede şişesi elindedir) Acayip susadım şundan bi yudum içiyim. (İçer, yüzü gözü buruşur) Bu ne lan?
ÇIRAK: Ürik asit abi
PATRON: One lan
ÇIRAK: Sidik abi sidik
(Patron tam çırağın üstüne yürürken müşteri kolundan yakalar)
MÜŞTERİ-6: Take it please.
ÇIRAK: Bozma abi kare müthiş.
PATRON: Ulan bu karı gitsin ben sana göstericem kareyi.
(sahne ışıkları kararır.)
SAHNE – 9
KÖY ODASI – 5
(Sahnede Erkek torun vardir mektubun bir bolumunu okur ve sonra mektup babanın sesiyle devam eder.)
Anacığım memleketimizden, toprağımızdan kopup buralara geleli kaç yıl oldu, bu sana yazdığım kaçıncı mektup artık sayamaz oldum.
Yıllar geçtikçe memleket hasreti büyüyor yüreğimizde anacığım. Köyümüzün havasını, suyunu, tozunu toprağını bile özledim anacığım. En çokta neyi özledim bilirmisin, senin o pişirdiğin püşürüğü özledim. İnan kokusu hala burnumda durur. Neyse anacığım, sadece bizler değiliz burda özlem çeken. Burda herkes memleket özlemi icinde yanıp tutuşuyor. Bir çoğumuzun oturumu yok. Oturumu olanda zaten direk soluğu memlekette alıyor. Gelirkende memlekette özlemini çektiği ne varsa getiriyo buraya. İnan anacığım ne çok özenirim onlara. İnşallah bende oturumumu alırsam ilk işim köyüme gelmek seni görmek olacaktır anacığım. Geçenlerde Fatma’nın arkadaşı Aylin oturumunu alır almaz memleketine tatile gitmiş. Kocasının günü dolmadığı için garibim tek başına kalmış. Bu Aylin memleketten dönüşte uçakta getirebileceği kadar malzemeyi koymuş valizine. Napsın kadıncağız kocasının özlemi içinde olduğu şeyleri getirip onu mutlu etmek istemiş. Ama gel görki havaalanında yaşadıkları burda milletin ağzına sakız oldu. Hele bi anlatayımda bakalım gülermisin ağlarmısın…. (Mektup burda biter sahne kararır ve “Havaalanı” sahnesi girer)
SAHNE – 10
HAVAALANI
(Sahneye önce havaalanında uçak iniş kalkış sesleri gelir. Sonra sahne ışıkları yandığında sahnede valizlerini çekerek giden yolcular ve iki tanede valizleri kontrol eden memur vardır. Valiz kontrol memuru valiziyle oradan geçmekte olan Aylin’i ve valiz kontrolu icin durdurmak ister.)
MEMUR-1: Could you stop please. Hello.. could you stop please
(Aylin ile arkadaşı duymazdan gelip geçmeye çalışırlar. Memur yanındaki diğer memura işaret edip durdurmasını söyler. Diğer memur Ayli’nin önünü keser ve)
MEMUR-2: Could you stop please
AYLİN: Sorry! Nolduki?
MEMUR-1: Come over this side please.
AYLİN: Pasaport geçirdik tamam pasaport geçti.
MEMUR-2: (Ayli’nin elinden valizi alıp masaya koyar) We need to check your luggage for random check.
AYLİN: Pasaport var geçtik nolduki??
MEMUR-1: Can I have your passport please
AYLİN: (Aylin pasaportu verir) Anam şimdi bunlar sorun çıkartmasın
ARKADAŞ: Kız dur çaktırma
MEMUR-1: Alright yeah that is fine. Here you go (der pasaportu Aylin’e verir)
AYLİN: Hııhh tamam pasaport tamam. Indefinit’te var. Hadi gidek (der ve valizi almaya çalışır)
MEMUR-1: Stop please (der valizi açar ve içindekileri control etmeye başlar.)
AYLİN: Kız içinde bişey yok yok anam. Köyden öyle yiyecek miyecek bişeyler getirdim işte. Kocamın oturumu yokta
MEMUR: (Memur kutunun birini çıkartır) What is this?
(der inceler ve yanındaki memura verir o da alır biraz inceler sonra yerine kor)
AYLİN: (Memurun omuzuna dokunarak) Salça o salça. Bizim köylerde bostanlarda domatesler böyle taze taze kurutulur salsası yapılır biliyonmu. Çok lezzetlidir
MEMUR-1: Could you please stop touching me
AYLİN: Ne?
MEMUR-1: You not touch me ok?
AYLİN: English no… Bak biz onu yemeklerde… (Yanindaki arkadasina donup) Ne derlerdi kız?
ARKADAS: Kız sanki sende bilmiyon ha. Ne derlerdi yemeğin salçalısı kadının kalçalısı..
AYLİN: Hee doğru söylüyon valla. Biliyodumda bir araya getiremedim işte. (Memura dönüp) Kız duydunmu bak ne dedi
(Bu arada memur başka bir kutuyu çıkartıp bakar)
MEMUR: What is this one?
AYLİN: Haaa o tereyağı tereyağı. Bizim oralarda taze sütün üzerine çekilir.. Bak sanada biraz verim götür böyle taze taze sabah kocana şöyle tereyağıyla bir yumurta kır…
MEMUR-1: I said don’t touch me
AYLIN: (Memurun omuzuna dokunarak) Ben seni sevdim sevdim. Çok iyi çok güzel bir kadınsın sen yaaa. Sen çok datlı bi kadınsın anladın??
(Memur başka bir kutuyu çıkartır koklar. Kokusu kotüdür memurun yüzü buruşur)
MEMUR: So what is this then?
AYLİN: Şey kokusu pistir onun. Turşu o turşu. Bol sarmısaklı. Onu biz yemeklerin yanında yeriz. O olmadan hayatta yemeklerin tadı damağımızda kalmaz. Verimmi biraz. Verimmi? Aha yarısını verim kocana götür
MEMUR: Are you gonna stop touching me?
AYLIN: Ne?
MEMUR: Don’t touch me please ok?
AYLIN: Engilish no… Anladın? Pasport var, indefinite var, dada ne istiyonuz anam. Hadi, hadi (der ve valizi almaya çalışır)
MEMUR-1: Please stop
ARKADAŞ: Meymenetsizz… Abowww
AYLİN: Surata… hele surata… Dur kız dur bir dakka. Dur anam dur birşey yok Başka birşey yok, başka birşey yok
(Bu aradada valizi kapatıp almaya çalışır. Memur-1 engel olur)
AYLİN: Bak… surata hele… meymenetsiz… biz sizin şekerli fasulyelerinize birşey diyormuyuz. Hııı? Biz sizin sosiclerinize birşey diyormuyuz? Surata bak hele… Hele şunun suratına bak…
MEMUR-2: Speak engilish please
MEMUR-1: Yes speak English please
(Bu arada Aylin valizi kapatmaya çalışır memur açmaya çalışır. İyice sinirlenmiştir)
AYLİN: Birşey diyecem önce… Bitirmedim daha durun hele… Bak biz sizin English breakfast’larınıza birşey diyormuyuz. Onları yiyorsunuz ama.. Bunlarda bizim yiyeceklermiz. Hadi yürü kız (der valizi almaya çalışır)
MEMUR-1: (Sinirli bir şekilde) No.. no… you have to stop (der valizi tekrardan açar)
ARKADAŞ: Gıyyy anam ne çirkef çıktı gıızz
AYLİN: Azgın anam azgın
(Memur-1 valizden tezeği çıkartır koklar. Aylin ve arkadaşı bir ağızdan “dur kız dur” diye bağırır)
AYLİN: Dur kız anam tezek o tezek. İnek boku o inek boku yenmez. İnek boku o. Kocamın oturumu yok. Tezekte pişen kömmenin tadı bi başka oluyo dediydi. Bizim oralarda tezekte pişen kömmenin tadına doyum olmaz. Bahçede güzel bir sobada ateş yakacam, onlada şöyle güzel bi kömme yapacam kocama süpriz yapacam (memura döner) Senin kocan yokmu. Sen süpriz yapmayı sevmenmi hııı? Niye anlamıyonki
MEMUR-2: Ok ignore them. Just open the next one
(Memur-1 valizin içine bakmaya başlar)
AYLIN: (Pasaportunu çantasına kor) Pasaportumu cantama koyimde. Yoksa bunuda alırlar şimdi. (Dönüp memuru görür) Aha bulacak şimdi bak bulacak
(Memur-1 valizi kurcalarken kelleyi bulur. Çığlık atarak kellenin kulaklarından tutarak valizden çıkartır)
MEMUR: (Çığlık atarak) What is this?
AYLİN: Kelle o kelle (Diyerek kendi kafasını gösterir.)
MEMUR: (Çığlık atarak) Kelly’s head? (der kelleyi firlatır bayılır. Memur-2 tutar onu ve sahneden çıkartır)
AYLİN: Hee kelle anam Kelle. (der hızlıca valizini toparlayıp sahneden çıkarlar.)
(Işılar söner)
SAHNE – 11
KÖY ODASI – 6
(Sahnede Kız torun vardır mektubun bir bölümünü okur ve sonra mektup babanın sesiyle devam eder.)
Anacığım bizler vatanımızdan, toprağımızdan koparılıp buralara kadar sürüldük. Bizi bu hallere düşüren sistem utansın.
Burada herkesin hayatı çok zor, allaha şükür az çok paramız pulumuz var ama bide nasıl çalıştığımızı sor anacığım. Yıllarca buralarda gece gündüz fabrikalarda, kebabcılarda, orda burda hiç bir işi yapmaktan gocunmadan çalışıp durduk. Bazen oldu memleket hasretinden içimiz yandı, canımız sıkıldı, moralimiz bozuldu ama yinede dünyanın en eğlenceli ve en şirin insanları olarak kalmayı başardık. Buradaki iş güç yoğunluğumuz bizleri öyle esir aldıki hısım, akraba, dost birbirimizi öyle görme şansımız bile olmuyordu. Birbirimizi ya derneklerde, ya cenazelerde yada düğünlerde görürdük. Geçenlerde burdaki arkadaşlardan birisinin oğlunun dügünü vardı. Bizde Fatma’yla beraber gittik düğüne. Orda kimler yoktuki. Düğün, denek, davul, zurna, bir eğlence, bir şenlik dur sanada anlatim anlacığım… (Mektup burda biter sahne kararır ve “Düğün” sahnesi girer)
SAHNE – 12
DÜĞÜN
(Sahne açılır. Sahnenin ortasında Kör Gülsüm ve Ferdan omuz omuza birbirlerine bakarlar sonra omuz omuza vurup biri sağa biri sola gider bu aradada arkada davetliler oynamaktadırlar. Bir mühdet sonra müzik kesilir ve davetliler arasında konuşmalar başlar.)
1.ADAM: Abi buraya gelirken farkettimde bu ülkede ne kadar çok tuvalet var ya. İnsan hiç perişan olmaz valla.
2.ADAM: Ne tuvaleti lan?
1.ADAM: Ne bilim abi heryerde To-Let yazıyoda.
2.ADAM: Haahahah… Ula oğlum onlar tuvalet değil, To-Let yani kiralık ev demek. (Masadaki herkes gülmeye başlar.)
1.KADIN: Yav geçenlerde annem Songül teyzeyle bir paket yollamış Türkiye’den. Bende gidim alim dedim. Woodgreen’e taşınmış. Eee bende Woodgreen Shopping Centre’in aha böyle tam ordasındayım. Diyomki Songül teyze adresi ver gelim. Ne derse beğenirsin nasıl adres tariff ediyo. Shopping Centre’i önüne al. Yav ben zaten ortasındayım. Sağ tarafa dönüyom Shopping Centre önüme geliyo. Sol tarafa dönüyorum gene önüme geliyor. Dedim kurban olim, kurban olim Songül teyze heç mi bi posta kodu bilmiyon heçmi bi böyle ünlü Tesco, Sainsburry yokmu dedim. Ne dese beğenirsin biliyormusun.
2.KADIN: Ne dedi?
1.KADIN: Kızım dedi dışarı çık, Woodgreen civarında gördüğün en güzel küpürlü ev benim evimdir dedi. Yav Woodgreen’in sokaklarında küpürlü ev aradım. Ayaklarıma karasular indi. Hele hallerimize küpürlü evle address tariff ediyoz.
2.ADAM: Eeee bacım bizde yaşadık aynı şeyi.
2.KADIN: Anam bizim Mustafa yaşına göre hiç gelişmiyor. 5 yaşında ama sankim daha 3 yaşında. Gülüzar’ın oğlunun yarısı nerdeyse. Anam nasıl bakmış oğlana tosun gibi masallah.
1.KADIN: Kız sen onu diyon. Geçenlerde beni GP’ye mahalle doktoruna tercümanlığa cağırdılar. Eee gidim dedim yazıktır günahtır. Anam çocuk sözde işdahsızmış. Abow çocuğu bir gördüm, 4 yaşında ama aha böyle tosun gibi 30 kilo (Gülüşürler)
3.KADIN: Kız sen hiç saat üç buçukta çocuklarını okuldan alan annelerle karşılaşıp kulak misafiri oldunmu. Anam hepsi aynı soruyu soruyor. “Yemek yedinmi?”, “Ne yedin?”, “Hepsini bitirdinmi?”, “Aferin sana yavrum”… Hiç bikeresinde duymadımki desin “Derslerin nasıl geçti”, “Öğretmen ne dedi”, “Okulun nasıl geçti” vallaha bizimkilerin bildiği ettiği çocuklarının aha şu gırtlağı..
1.KADIN: Eğitimi unutuyok. Eğitim uzman işi
(Muhabbet adamlara döner)
3.ADAM: Emmi senin iş ne?
4.ADAM: Benim işim ne olsun hep aynı gardaş. Müşteri gelir kapıdan girer girmez başlarım, Fish&Chips mate?, yes mate!, salt and vinegar?, open or close mate?, yes mate!, bye bye mate!
3.ADAM: Benim işimde kebab arkadaş. Yes please, kes please, kebab please, chilli souce, yes please, no please…
(Tekrar müziğin sesi yükselir ve bir mühdet sonra kısılır diğerlerinin konuşması başlar)
2.ADAM: Gardaş, bizim ilk geldiğimiz dönemlerin aynısını, hatta daha beterini şimdi Kosavalılar, zavallı Romayalılar yaşıyor. Geçen dükkana bir kadın geldi. Vız vız vızılayıp duruyor. Yazık bal iştermiş meğer, arı oldu çıktı karşıma. (Gülüşürler)
3.KADIN: Yazık…
2.ADAM: Daha beterini ben yapmıştım ilk geldiğimiz zamanlarda. Bir Off-licence’a girdim yumurta arıyorum. Aradım taradım yumurta yok. Arıyorum yok bulamıyorum. En sonunda adama gittim tavuk gibi gıdakladım adam yumurtaları getirdi. (Gülüşürler)
3.KADIN: Anlatma kendini niye anlatıyon kendini. Baskalarını örnek ver.
5.ADAM: Yav daha neler neler… Otobüse binip, üst katına çıkarkene ayakkabısını çıkartanamı bakan, üst kata adam çıkmış bakmışki soför yok geri aşağı inenemi bakan (Gülüşürler)
4.ADAM: Vay geri zekalı vay
3.ADAM: Emmi ben onu yaptım
(Hep birlikte hay allan senin der gibi el işareti yaparlar)
5.ADAM: Geçenlerde noldu biliyormusunuz? Bizimkiler tepeye gitmişler. Orda kebabları pişirmisler yemişler çoluk çocuk. Ondan sonra hanımlar dağılmışlar sağda solda kuzu kulağı toplamışlar. İngilizler bunları görünce ulan bunlar kendilerini zehirliyolar toplu intihar var diye ambulas çağırmamışlarmı. Polisler ambulanslar parka doluşmuşlar. (Gülüşürler)
(Tekrar müziğin sesi yükselir ve sonra anonscu anons yapar.)
ANONSCU: Evet sevgili davetliler birazdan gelin ve damadı solunumuza alacağız.
(Sarışın kadın sevgilisi ve tartıştığı kadının dioloğu başlar…)
SARIŞIN SEVGİLİ: (Yerinden sıçrayarak) Bu nee ayol… Avrupa’nın ortasında böylemi giriş yapılır. Nerdeyiz Maraş’tamı? Londra’mı?
3.KADIN: Ne o beğenemedinmi? Senin için senfonimi çalacaklardı.
SARIŞIN SEVGİLİ: (Gözünün ucuyla bakar) Ha hahayt… Hanımım senfonidende anlıyor hayret.
3.KADIN: (Yanındaki diğer kadına dönüp) Hele hele kalk kalk bacım bizde kuyruğa girek. (Elindeki mendili sarışın kadının yüzüne sallayarak masadan kalkar.)
SARIŞIN SEVGİLİ: (Yanındaki Sivas’lı sevgilisine) Hayatim bizim düğünümüzde sakin böyle bir giriş düşünmeyesin oldumu. Bembeyaz gelinliğimin içinde kuğular gibi senfoni orkestrası eşliğinde giriş yapıcaz.
SİVASLI SEVGİLİ: Anama atın eğerinde, şanlı, silahlı bir doğu masalı kıvamında düğün sözüm var. Vallahada yemini var. Yoksa seni istemez.
SARIŞIN SEVGİLİ: Ayol sen dalgamı geçiyorsun? Annem intihar eder.
SİVASLI SEVGİLİ: Valla o senin ananın bileceği iş. Benim anam böyle diyo.
ANONSCU: Haydi alkış alkış Gelinle damadı salona alıyoruz.
(Bu arada gelinin kaynanası, kayınbabası önde oynayarak, gelin ve damatta onların arkasından, sadıçlar ve diğerleride gelin ve damadın arkasından düğün pistine gelirler. Pistin ortasında damat geline 5’i bir yerde takar.)
ANONSCU: Evet sevgili misafirler damattan geline yüz görümlüğü 5’i bir yerde. Alkış istiyorum alkış…
(Damat 5’i biryerdeyi takarken düğün pistinin kenarında ayakta olan iki kadın muhabbete başlar)
2.KADIN: Anam böyle böbürlendiğine bakmayın. Düğün biter bitmez gelinin elinden alır onu. Büyük oğlunada böyle yapmıştı. Kesin bu onun 5’i biyerdesidir.
1.KADIN: Kesin kesin. Ondan alıp ona takıyolar. Ondan alıp ona takıyolar
ANONSCU: Şimdide ilk dansı yapması için gelinle damadı sahneye alıyoruz
(Gelin ve damat 15-20 saniye dans ettikten sonra yerlerine oturlar)
ANONSCU: Şimdi gelinle damadı yerlerine alıp herkesi halaya davet ediyoruz..
(Herkes halaya girer. Halay çekilirken arada halaybaşı kavgası yaşanır)
ANONSCU: Evet herkese teşekkür ediyoruz. Şimdi damadın ailesini sahneye alıyoruz. Müzik diyoruz.
(Böbürlene böbürlene kayanana, kayınbaba, eltiler, kayınlar ve gelinler sahneye gelir. Bu arada haraketli bir düğün müziği çalar. Kayınbaba dolarları atmaya başlar.)
KAYINBABA: (Oynayarak kaynanaya yaklaşır.) Kız Zöhre, bu Kör Gülsüm takı torbasını ben tutacam diyip duruyo. Bak bu gelinin anası gil altınları ortadan kaybedip, sonrada “Gülsüm kördü nedek” demesinler. Hem birde o kör gözle altınların sahte olup olmadığını nasıl farketsin.
KAYNANA: (Yavaştan yavaştan gerdan kırarak) Endişelenecek birşey yok herif sen rahat ol. Ben bizim Tilki Zeynep’i zımbaladım takı torbasına. O altının kaç ayar olduğunu iki metre ilerden anlar valla. Tilki Zeynep’in tuttuğu takı torbasında ne sahte para, nede sahte altın görülmemiştir. Haydi kıvır kıvır.
(Bu arada anonscu tekrar anons yapar.)
ANONSCU: Evet şimdide alkışlarla gelinin ailesini sahneye davet ediyoruz. Alkış istiyoruz alkış…
(Sahneye gelinin akrabaları çıkar ve oynamaya başlarlar.)
3.KADIN: Kız biraz önce erkeklerin yanında konuşamadık. Şimdi iyi oldu burda konusak bari. Nasılsın kız?
1.KADIN: İyiyim kız sen nasılsın?
3.KADIN: Nasıl olsun işte anca böyle düğünlerde bayramlarda karşılaşıyoz. Bizede geçen 1500 liralık tax bindirmişler ona canımız sıkıldı
1.KADIN: Anam üzüldüğün şeye bak. Post office’te böyle payment kart diye bişey çıkartıyosun. Böyle azcık azcık ödüyosun. Üzülme…
3.KADIN: Doğru söylüyon kız. Bizde öyle yapacağız. Nedcez yapacak bişey yok. Kız sizede ret gelmiş doğrumu?
1.KADIN: Anam hiç sorma. Ret geldi, üstüne üstlük mahkemedende ret geldi. Bütün yardımlarımızı böyle House in benefit’tir, DSS’dir Counsel’dır hepsini kestiler
3.KADIN: Abooww
1.KADIN: İşte öyle ortalarda sepsefil kaldık. Şu gördüğün kiyafetide Mark&Spancer’da gece 3,5 da kuyruga girip aldım. Fişinide evde saklıyom..
3.KADIN: Geri verecenmi?
1.KADIN: Tabi geri verecem
(Müziğin sesi yükselir. Bir kaç saniye sonra tekrar alçalır ve ikili kaldıkları yerden konuşmaya devam ederler)
3.KADIN: Abin gil nediyo kız? Yengen nasıl? Çocuklar? Çoktandır görmedim onlarıda. İyilermi bari?
1.KADIN: Kız hiç sorma anam. Abim çalıştığı yerde bi gavur karı bulmuş.
3.KADIN: Polanya’lımı kız yoksa?
1.KADIN: He kız Polanya’lı. Böyle küççük çirkin sarı bi karı.
3.KADIN: Eeee
1.KADIN: Neyse vurulmuş karıya. Aldı karıyı. Karıyla beraber yaşıyolar şimdi. Yengemde gurur meselesi yaptı, gitti babası gile. Çocuklarda böyle ortalıklarde ser sefil kaldılar.
3.KADIN: Uişşşş…
(Bu arada düğünden iyice sıkılmış olan sadıç sahnenin önüne doğru gelir. Sinirlidir)
ANONSCU: Sevgili misafirler birazdan takı merasimi başlayacaktır.
(Millet telaşlı telaşlı takı sırasına dizilirken. Sadıcın karısı sadıcın yanına gelir.)
SADIÇ KOCA: Gerizakalı. Senin sözüne kandım sadıç oldum. Cebimde kuruş para kalmadı hatta üstüne borç ettim bide. Neydi bu başıma gelenler? Gelinin evinde kapı kilitlemeden tutta, yolda arabanın önünü kesmeler, kardeşinin kırmızı kurdalesi, kuaförde lahmacunlar buda yetmiyormuş gibi düğün sonrası plan yapıp bara gidilecekmiş.
SADIÇ KADIN: Aman hayatım… Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik ses çıkarma. Yüzümüzün akıyla çıkalım bu geceden.
SADIÇ KOCA: Ulan çıkacak sesmi kaldı. Biraz daha zorlrsan soktuğunuz kazık ağzımdan çıkacak. Senin şu elbisene gelinlikten çok para verdik. Show yapacakmış, showuna sıçtığımın kemçık ağızlısı.
SADIÇ KADIN: Çaktırma takı başlıyor gülümse. (diyip kocasının kolundan tutup gelın ve damatın yanına götürür)
(Herkes takı merasimi için sıraya dizilmiştir. Anons edilir.)
ANONSCU: Sevgili misafirler takı merasimi başlamıştır. Pamuk eller ceblere diyoruz
(Herkes takı kuyruğundadır. Bu arada Kör Gülsüm ile Tilki Zeynep takı torbasının birer ucundan tutmuş çekişirler. Bu çekişmeyi gören kaynana kaşup gelir ve takı torbasının ipini Tilki Zeynep’in koluna iyice bağlar.)
KAYNANA: Gülsüm sen o gözlerle takı takanları iyi takip edemessin. Hadi teyze kurban sen geç un kurabiyelerini tut. Dikkat et çifter çifter almasınlar.
KÖR GÜLSÜM: Ama Zöhre teyze altın torbasını sen tutucan dediydi.
KAYNANA: Bobisi kurban aynı şey. Ha altın torbası ha kurabiyeler. Sen pastalara dikkat et yeter. (Kör gülsüm yürüyüp gider) Tehh soyga… altın torbasını sana tuttururmuyum ben. (Tek göğsünü yukarı ittirerek takı başına geçer.)
(Bu arada kaynana anonscu ile konuşmaya başlar)
KAYNANA: Aman anonscu bey oğlum dikkat et. Takı takanların üstüne basa basa de. Deki elli yerine yüz taktım demesinler yavrummm.
ANONSCU: Sevgili ablam sen hiç merak etme. Biz işimizi biliriz. Yıllardır anonscuyum ben, es gecermiyim heç.
KAYNANA: (Kayınbaba’ya eğilerek) Hahhh… Simdi zurnanın zırt dediği yere geldik herif. Bakalım, bugüne kadar taktıklarımızın dönüşümü olacak mı?
KAYINBABA: İnşallah iyi bir takı olurda herkes gibi bizde bir market açarız…
KAYNANA: Şeytan gelininden saf oğluma kalırsa tabi.
KAYINBABA: Zöhre gelinin şeytanlığı senin şeytanlığının yanında az gelir.
KAYNANA: (Hoşuna gider gibi) Uisshh… Bu aksam düğünden sonra düğünden
(Kaynana 1,5 metrelik zinciri ikiye katlayıp 2 metrelikmiş gibi gösterip, zinciri havada herkese göstererek gelinin boynuna takar.)
ANONSCU: Damadın annesi, gelinin kaynansından geline 2 metrelik, 24 ayar, 500 gram ağırlığında, arpa desenli zincirrrrr……
DAMAT: (Babasına eğilerek) Baba bu 1,5 metrelik değilmiydi?
KAYINBABA: Anan sündüre sündüre uzattı onu oğlum.
(Kaynana geline zinciri takar. Gider damada sarılıp)
KAYNANA: Yawrum beni bırakıp kimlerin kucağına gidiyon sen. Yavrum
DAMAT: Yav anne yapmaa yav
KAYNANA: Bayılıyom ben bayılıyom yardım edin bana
(kayana yere düşer yanındakiler yerden kaldırırlar)
ANONSCU: Damadın babasından 10 tek, 22 ayar, işçilikli, burma blezik.
(Bu ara takı merasimi devam eder. Anonscu sessiz bir şekilde takı merasimini anlatıyormuş gibi yapar. Bu arada takı merasiminin en arkasındaki iki kadın arasında konuşma başlar.)
1.KADIN: Kız anam su torba başı tutan bizim Tilki Zeynep değilmi?
2.KADIN: Kız kız kız hakketten o. Tühhh bizdeki şansı görüyonmu, 100 lirayı hep onluk yaptırmıştımki, 100 verip 200 verdi dedirticeğdim. Bu sayar anam valla…
1.KADIN: Saymasına gerek yok. Lakabı Tilki Zeynep, kosusundan kaç para olduğunu anlar valla.
2.KADIN: Dur ben herifi çağırıp 100 lira daha alim. Neme lazım rezil etmesin bizi.
1.KADIN: Anam geçen Alo’nun düğünündede bu duduk Ismail’i yakalamis. 50 yerine 100 soylettiriyomus. Adami boyle yerin dibine sokmus. Adam malamat olmus..
2.KADIN: Yok yok en iyisi ben 100 daha alim anam.
1.KADIN: Kız itiraf edim valla bende 22 ayarı 24 ayar dedirteceğdim. Torbaya atarım karışır dediydim ama hemen gidip çantamda yenisini getirim rezil olurum valla.
(Bu arada sahne tekrar takı merasimine döner. Adamın birisi takısını takmış damat ile gelini tebrik etmektedir. Bu arada Tilki Zeynep adamın taktığı parayı saymaktadır.)
ANONSCU: Süleyman Cimri beyden 300 lira. Alkış..
TİLKİ ZEYNEP: Süleyman emmi burda 300 yok. 50 lira eksik.
SÜLEYMAN: Yok kızım yanlışlık olmasın.
TİLKİ ZEYNEP: Yok valla ahada saydım 50 lira eksik
SÜLEYMAN: Abooo ben öbür düğüne fazla attım desene. Başka bir düğünden geliyomda.
TİLKİ ZEYNEP: Eeee ozaman yeniden anons edek 250 diye.
SÜLEYMAN: Yok yok kızım dur 50 daha verim alla alla.
(Adam söylenerek gider kurabiyeciden 2 kurabiye alır)
KÖR GÜLSÜM: Süleyman abi iki tane aldın. Herkese birer tane ver dediydi Zöhre bubi.
SÜLEYMAN: Eeee bu ne biçim düğün be… (der ve sinirli bi şekilde söylenerek çıkar sahneden)
(Bu arada takı merasimi biter toplu olarak kamera çekimine sıra gelmiştir.)
KAYNANA: Hele gelin hele gelin. Bu köye gidecek, memlekete gidecek, millet hep bizi izleyecek. Selam gönderin.
(Kaynana herkesi toplar sevdiklerini damadın yanına yerleştirir. Sevmediklerini arkalara itekler. Kendide en sonunda vesikalık resim çektirir gibi damadın yanında durup, altınları düzelterek konuşmaya başlar.)
KAYNANA: Çok değerli büyüklerim. Selam eder ellerinizden öperim. Çok şükür sağ iken oğlumun mürvetinide gördüm. Kız Hacce abla geçen sene köyün meydanında düğün ettiydin, hava attıydın çok masraf ettin diye. Aha bizi gör. Londra’nın en lüküs düğün salonunu 15 bin yok herif 25 bine tutduk. En birinci kameramanları 2 bine yok 10 bine kiraladık. Masaları viskilerle, Jony Walker’larla doldurduk. Kameracı yawrum göster. Herkeslerde bir güzel yedi içti. Kalanlarıda yarın İngiliz’in fakir fukarasına sevabına vereceğiz. E hadi eyvallah
(Herkes el sallar. Müzik tekrardan yükselir damat ve gelin sahnede biraz oynadıktan sonra önde damat ve gelin arkada misafirler oynayarak sahneden çıkarlar)
SAHNE – 13
KÖY ODASI – 7
(Tekrar köy odası sahnededir. Nine inekleri sağmış ve elinde bir kova sütle sahneye girer. Mektuplardan çokta etkilenmiş ve daha önceki davranışlarından dolayı pişman olmuş olan torunların ikiside ninenin elinden sütü almak için kalkarlar. Kız torun ninenin elinden sütü alır.)
KIZ TORUN: Nineciğim sen otur dinlen. Biz yaparız ne yapılacaksa
NENE: Oyyy gurban olurum ben size…. Zahmet almasın size yavrularım.
(Çocuklar nineye oturması için yardım ederler)
NENE: Kurban olurum ben size, Canınız sıkıldımı hıı?
ERKEK TORUN: (Mahçup bir ifadeyle) Neneciğim biz babamın sana gönderdiği mektupları okuduk.
NENE: Hee yavrum gurban olayım sanan. İyi etmişsiniz. Bende okuması olan kimi bulduysam bu mektupları okuttum. kimine bir zembil odun verdim, Kimine satil süt verdim, kimine yumurta verdim. Onları tek tek okuttum yavrum. Oğlumun başına gelenleri okudukçada aha şu gözümden akan yaş aktı sel oldu. (Der ve eşarbıyla gözünden akan yaşları siler.)
KIZ TORUN: Biz ne kadar rahat yaşamışız meğer nenem.
NENE: Uyyyy gurban olim ben sana kuzum (Erkek torunun sırtını ufalar) Sen niye öyle diyon kendini niye suçlu hissediyonki. Bak ne güzel gelmisisniz yanıma. Sizde zamanla herbirşeyi öğrenirsiniz, dünya döndükçe herkes herşeyi bilir, öğrenir, karşına olmadık işler çıkar, neler neler çıkar.
ERKEK TORUN: Utandım şimdi kendimden ninem.
NENE: Uyy niye utanıyon sen. Utanacak ne varki yavrum. Bak ne güzel babanz size buraya gönderdi, yanıma geldiniz. Aha bak beni ne kadar mutlu ettiniz. Kuzularım babanız burdan gitti gideli nice oldu. Onun diktiği fidanların hepsi büyüdü birer kavak oldu. Şu köyün her bir tarafinda yavrumun gölgesi izi var. Aha şu başımızdaki gözü kör olasıca hükümet kimini işkencelerden geçirdi, kimini mapus hanelere koydu, kimini yitirdik, kimini kaybetti, kiminide uzak yerlere sürgünlere gönderdi. Oğlumda bir yurtdışıdır dedi, gitme diyemedim. Başına bişey gelir diye korktum yavrumun kal diyemedim. Hepsinden beter hepsinden kötüde aha şu adı batasıca illet hastalık kanser olduğunu duydum duyalı ahanda bu dünya başıma zehir zindan oldu.
(Yavaşca kalkar bir kac adım atar sonra bastonuna basarak yere oturur ve başlar ağıt söylemeye)
AÇLIK YAMAN, HAVA SOGUK,
HAVADA DUMAN,
SÜRER YÜREGİMİN BİTMEZ ÇİLESİ,
AÇLIK KAPIDA EL KAPILARINDA,
UTANÇ,
EL KAPILARINDA ÖFKE,
ÖFKEMİZ YÜREGİMİZDE…
Bir cevap yazın