Gökte dolunay vardı. Bütün gece yatakta dönüp durdum. Gün ışıyınca uykulu gözlerle sessizce kalktım. Giyindikten sonra Cemal’i aradım. Cemal uzun yıllar maden ocağında çalışmış, bu yüzden sağlığını kaybetmişti. Ağrıdan sızıdan geceleri hiç uyuyamıyordu.
“N’oldu?.. Sabah sabah yataktan mı düştün?”
Ona Gatenbröcker kahvesine gelmesini söyledim. Günlerden pazar olduğu için içerisi tenhaydı. Baktım, benden önce gelmiş, yer tutmuştu. Kahvemizi, peynirli ekmeklerimizi aldık; hesabı ben ödedim. Havadan sudan konuşarak kahvaltımızı yaptık.
“Mehmet, cuma günü seninle ortaklaşa lotto oynamıştık ya!ˮ
“Eee… Yine hava değil mi?ˮ
“Ne havası? Altı tutturduk altı!..ˮ
“Sahi mi?.. Desene yırttık!.. Ohhh beee!.. Nihayet şans bize de güldü. Bütün ağrılarım geçti. Bu parayla evin borcunu öderim. El borçlarını kapatırım. Altıma bir Mercedes çekerim. Oğlana, kıza birer ev alırım. Kendime Altınoluk’ta, deniz kenarında bir yazlık… Sonra…”
Ben de bu parayla okul, yurt yaptıracağımı, kütüphaneler açacağımı, vatanın bağımsızlığı için mücadele eden kuruluşlara, gazete ve dergilere destek olacağımı anlattım. Bunun için çok paraya ihtiyacım vardı.
“Sanki çok kıymetini bilecekler de… Sen bu kafayla gidersen elindeki parayı bir yıla varmadan bitirirsin.” dedi.
Cemal’in gözleri ışıl ışıl parlıyor, sevincinden yerinde duramıyordu. Büyük ikramiye dört milyon avroydu. Ona bir milyon avro vereceğimi söyleyince çok bozuldu:
“Demek öyle!.. Eline para geçince doğruluğu, arkadaşlığı unuttun değil mi? Yazıklar olsun sana!..”
Kahvelerimiz bitince Cemal kalktı, birer sütlü kahve getirdi. Ben kahvemi şekersiz içerim, o iki kesme şeker kattı:
“Madem bir milyon çok geldi, o zaman beş yüz bin vereyim.” dedim.
“Beş yüz mü? Ayıp ayıp!.. Bir de haktan hukuktan söz edersin.”
Sanki o kazansa bana haber verecekti.
“Hele hakkımı bir verme!.. O zaman görürsün!”
“Şuna bak. Zaten sana söyleyende kabahat!..”
Kahvelerimizi içtikten sonra küskün bir hâlde masadan kalktık.
***
Ertesi sabah erkenden telefonum çaldı. “Bugün kahvaltılar benden!ˮ dedi. Sütlü kahve, haşlanmış yumurta, tereyağı, bal ve sıcacık Brötchenler… Bir güzel karnımızı doyurduk. Lottoda kazandığımızı kimselere söylemeyecektik. Yoksa akrabalar, arkadaşlar başımıza üşüşür; parayı tırtıklayan bir daha yanımıza uğramazdı. Lotto milyonerleri bir iki yıl içinde ellerindeki bütün parayı harcadıkları gibi ele güne muhtaç hale geliyor; kimi işini kaybediyor, kimi yuvasını dağıtıyordu.
“Parayı eşit bölüşeceğiz, değil mi?”
“Dedim ya, sana beş yüz bin…”
Cemal’in yüzü kıpkırmızı oldu. Cebindeki kutudan çıkardığı tansiyon ilacını aldı. “Sen ne biçim arkadaşsın?ˮ diye beni azarladı. Emekli maaşıyla ay sonunu zor getiriyordu; beş yüz bin avro neyine yetmiyordu? O açgözlülük yaptıkça, ben de para miktarını azaltıyordum; sonunda elli bin euroya kadar indim.
***
Ertesi sabah yine aynı kafede buluştuk. Cemal inatçılık ediyor, yaptığım bütün önerileri reddediyordu. Ben de onun payını on bin avroya indiriverdim:
“Demek on bini de kabul etmiyorsun. Taş attın da kolun mu yoruldu? Üç dakikada kuponun yarısını doldurdun. Beş avro da para verdin, hepsi bu… Bak, kaç gündür aynı şeyi tartışıyoruz. Artık uzatma… Beş bine razı ol. Banka şuracıkta; istersen hesabımdan çekip hemen vereyim.”
Cemal suratını astı. Hoşça kal bile demeden masadan kalktı. Ben de elime kâğıt kalem alıp kafamda tasarladığım öyküyü yazmaya koyuldum.
***
Bu lotto yüzünden arkadaşlığımız bozulmak üzereydi. O gece sabahı zor ettim. Ertesi sabah ben onu aradım; konuyu bugün halledeceğimizi söyledim. Benden önce davranmış, kafedeki masamızı tutmuştu. Kahvaltı esnasında hiç konuşmadık.
“Cemal, sana on avro vereyim, bu işi kapatalım.” dedim.
“Vallahi kahveyi kafana dökerim ha!.. Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Bu kadar açgözlü olduğunu bilmezdim doğrusu. Hakkım olan iki milyondan on euroya kadar düştün ya… Helal olsun sana!”
“Yeter ya!.. Ne bağırıyorsun milletin içinde? Sana iyilik de yaramıyor! Ben elimden geleni yaptım… Bak son teklifimi yapıyorum; kupona yatırdığın beş euroyu vereyim de bari amortiyi kurtar.”
“Tamam! Tamam!.. Sen benden inatçı çıktın. Öyle olsun. Ver bir milyonu. Aşağısı asla kurtarmaz. Ama bu yaptığın çok çok ayıp!..”
“Demek amortiyi de kurtarmak istemiyorsun?”
“İstemiyorum tabii… Sen çocuk mu kandırıyorsun? Ya hep ya hiç!..ˮ
Ona önce kahvelerimizi tazelemesini, yanında birer susamlı kroson getirmesini söyledim. Cemal’in ısmarladığı kahveden bir yudum aldım, krosonu ısırdıktan sonra cüzdanımdan çıkardığım lotto kuponunu ona uzattım:
“Ben paylaştıramadım… Bir de seni görelim.”
Cemal’in yüzünü bir sevinç kapladı. Uzattığım kuponu âdeta elimden kaptı:
“Şimdi elime düştün!.. Ben sana gösteririm!..”
Gözlüğünü taktı. Üzerinde lotto sayıları olan bir kâğıdı kupondaki sayılarla karşılaştırmaya başladı. Bir süre sonra Cemal’in yüzündeki sevinç kayboluverdi. Kuponu buruşturup hırsla yere fırlattı.
“Ne yaptın Cemal? Dört milyonu yere attın!”
Yan masada oturan yaşlı bir Alman müşteri Cemal’e ilerideki çöp kutusunu işaret etti. Cemal, attığı kâğıdı yerden almak için eğilince beline bıçak gibi bir ağrı saplandı, bir süre kımıldayamadı. Kolundan tutup koltuğa oturmasına yardım ettim.
“Kabahat bende değil, sende!” dedim. “Bir milyonu alsaydın çoktan köşeyi dönmüştün. Aç gözlülüğün sonu budur işte…”
Cemal, acı acı güldü.
“Ohhh be!.. İşte bu akşam nihayet rahat bir uyku çekerim.ˮ
Günlerdir yaptığımız tartışmalar onu çok yormuştu. Aslında lottoda altıyı tutturmuştuk ama bu sayılar değişik karelerdeydi. Lottoda altı tutturmak, Almanya’da trende yolculuk yapan birinin, başkasının kaybettiği şemsiyenin sahibini bulmak için Berlin telefon rehberinden herhangi bir numarayı aramasına benziyordu. İşte biz bunu denemiştik.
“Cemal,ˮ dedim. “Sen bana yıllar önce Balıkesir’deki tarlanızda bir küp altın bulduğunu anlatmış, bana da bir miktar vereceğini söylemiştin ya…”
“Haaa!.. O mu?.. Şakaydı yav. Altını kim kaybetmiş ki biz bulalım? Allah kahretsin! Nasıl da tongaya düşürdün beni?”
İkimiz de gülme krizine tutulduk; o kadar sesli gülüyorduk ki gözümüzden yaşlar geliyor, midemize ağrılar giriyordu. Halimizi gören diğer müşteriler de gülmeye başladılar. Hafta boyunca birlikte kahvaltılar yapmış, gerilimli günler geçirmiştik. Herkes gibi biz de ara sıra lotto oynayarak hayaller satın alıyor; Nasrettin Hoca’nın göle yoğurt çalması gibi, ‘Ya tutarsa!’ diyorduk.
Cemal’e, geçen yaz tatilinde sınıf arkadaşım öğretmen Mehmet Bağcı’yla lottocudaki karşılaşmamızı anlattım. Rahmetli, benim lotto oynadığımı görünce şaşkınlık içinde, “Sen neden oynuyorsun?” diye sormuştu.
“Ben de milyoner olmak istiyorum. Fazla para göz çıkarmaz…” yanıtını vermiştim.
“Sen zaten lottoyu tuturmuş, Almanya’ya gitmişsin. Daha ne lottosu? Allah bize acısın…” demişti.
İkimizin de keyfine diyecek yoktu. Sırtımızdan ağır bir yük kalkmıştı. Birlikte yürüyüşe çıktık. Yakındaki parkta boş duran salıncakları görünce oturduk, kahkahalar atarak sallanmaya başladık. Lotto tuttursaydık bu keyfi, bu neşeyi nerede bulacaktık?
Bir cevap yazın