
Siren sesleri eşliğinde yirmi dört saatin iki saati alabildiğim uykumdan uyandım. Bazen kendimden utanıyordum iki saat uyuduğum için iki saat…Herkesin evi başına yıkılmışken, hâlâ bazı kayıplar olmasına rağmen ve yirmi iki saat enkaz altındakileri kurtarmaya çalışmama rağmen iki saat uyuduğum için insanlığımdan utanıyordum. Uyku uyumak insanlığın gereğiydi ama yine de o iki saat içinde düşüncelerim susmuyordu. İnsanlar enkaz altındayken sen burada ‘’ihtiyaç’’ adı altında uyuyorsun diye. Bütün bu düşüncelerimi bir kenara bırakıp yerdeki moloz yığınının içinden kalktım, ekipmanlarımı giydim ve işime koyuldum. Şu anda aradığım enkazın içinde insan var mı bilmiyorum ama içimden bir ses orayı aramamı söylüyor. Başladığım bu aramada onuncu saat sonunda mektup tarzında bir kâğıt parçası buluyorum. İşimiz insan kurtarmak iken böyle şeyleri kurcalamayı doğru bulmadığım için bu kâğıt parçasını alıp bir kenara atmaya yelteniyorum. Tam atacakken üstünde ‘’Oğlum Murat’a…’’ yazısını görünce duraklıyorum. Üstünde ismim yazmıyor olsa bu kadar ilgimi çekmeyecek olan bu kâğıdı o anki hislerimi dinleyerek ve yine kurtarılmayı bekleyen onca insanı aldatıyormuş gibi hissederek açıyorum ve okumaya başlıyorum.
“Oğlum Murat’a…
Bunları söylediğim için belki de bana çok kızacaksın belki de benden nefret edeceksin ama bu gerçeği senden bu kadar uzun süre sakladıktan sonra bir de hiç söylememek bana yakışmaz oğlum, beni affet. Sözlerime senden uzun süredir sakladığım o gerçekle giriş yapmak istiyorum; ben, senin ve annenin bildiğinin aksine katıldığım o savaşta cesedi bulunamadığı için cenazesi bile yapılamamış o şehit baba değilim. Ben o savaşta sakat kalmış gazi babayım. Şu an çok şaşkınsın ya da birinin sana şaka yaptığını düşünüyorsun belki de fakat hayır oğlum, bunu sana pilot olmak istediğin için her hafta sonu elinden gelen imkânlarla seni müzelere götüren, seninle birlikte her fırsat bulduğunda kâğıt uçak yapıp yarıştıran, her hafta sonu seninle uçak belgeselleri izleyen o babayım. Asıl konumuza geri dönecek olursak neden size bunu yaptığıma sizden bu gerçeği yıllarca sakladığıma gelecek olursak en başından anlatmam gerektiğini düşünüyorum. O çetin savaşa gittiğim gün en az vatanı kurtarmak kadar istediğim bir şey daha vardı; hayat yoldaşım annenin ve senin o son kez kokladığımda bunumda kalan o kokunuzu bir kere de olsa bir daha alabilmek…Bunun için belki de her şeyimi vermeye hazırdım. Bu düşünceler eşliğinde topyekûn, herkesin canını hiçe sayarak girdiği o savaşın içinde buluverdim kendimi. Her şey yolunda gibiydi, malzeme ve ekipman yokluğuna rağmen milletimizin fedakarlığı sayesinde kazanıyor gibiydik. Her şey bu kadar güzel giderken ayağımın dibine atılan bir bombayla dünyam başıma yıkılmıştı, sonrasını da hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda iki hemşire başımda kanayan yerlerimi sarıyordu. Fakat bombanın etkisiyle bir kolumu kaybetmiştim ve bacaklarımı hissetmiyordum. Hemşireler tamamen köydeki gönüllülerden oluştuğu için bana herhangi bir şekilde yardımcı olamadılar ve o an çaresiz bir şekilde size ne olacağını düşünmeye başladım fakat elimden bir şey gelmiyordu artık. Bu halde savaşamayacağım için beni bu şekilde İstanbul’da bir hastaneye gönderdiler. Doktorlar artık bana hiç yürüyemeyeceğimi, üstelik bir kolumu da kesmeleri gerektiğini söylemişlerdi. O an asla kendimi düşünmedim aklımda sadece kokusu burnumda tüten hamile eşim Berna ve sen vardınız. Bu düşüncelerin arasında boğulurken ben, doktorum sözlerine şöyle devam etti; fakat bacaklarınızı yeniden eskisi gibi olmasa da biraz daha onları aktifleştirebilecek bir fizik tedavimiz var. Lakin oldukça maliyetli. Ücreti sorduğumda aldığım cevap karşısında dünyam bir daha başıma yıkıldı. Durumumuz bildiğin gibi iyi değildi ve elimde sadece senin okuman, ülkemize katkı sağlaman için biriktirdiğim bir para vardı. Fakat hayır, ben bunu bu tedavi için kullanırsam hem seni okutamaz hem de kardeşinin bakımında ve okutmasında zorlanırdım. O an aklıma bir fikir gelmişti. Şehit ailelerine bağlanan bir miktar para vardı ve üstelik devlet o ailelere sahip çıkıyordu. Evet oğlum, sen okuyup kardeşinde okuturdun, ben buna her şeyden çok inanıyordum. Bunun üzerine tedaviyi reddettim illegal yollarla bir arkadaşım aracılığıyla kimliğimi değiştirdim ve Hatay’a yerleşip kendimi şehit gibi göstererek tamamen hayatınızdan çıktım. Fakat siz benim hep aklımda ve gönlümdeydiniz oğlum, bir huzur evinde bütün hayatımı sizin yanınızda olduğunuzu hayal ederek geçirdim. Bunları sana olan güvenimden ve annene hayat boyu kaldıramayacağı bir yük olmaktan koktuğum için yaptım. Bu mektup annene değil sana yazıldı çünkü annen bunu kaldırmazdı oğlum. Fakat sen benim dert ortağım, sırdaşım, en yakın dostum ve en önemlisi aslan oğlum olarak beni anlayacaksındır. Umarım bu sana ulaştırmak nasip olur canım oğlum hepinizi ayrı ayrı öpüyorum beni affet…’’
Bunları okurken gözüm dolmuş, elim ayağım boşalmış, uzun süre kendime gelememiştim. Gönüllü olarak geldiğim bu çalışmada bulduğum mektuptaki Murat bendim, özel savaş uçaklarında babası ve ülkesi için pilotluk yapan o Murat bendim. Babama onun söylediğinin aksine en ufak bir öfke, nefret beslememiştim içimde fakat bizden bunu sakladığı için, bizi onsuz bıraktığı için bir burukluk vardı ama onu da anlıyordum. Babamla ve onun pilot oğlu olmaktan bir kere daha gurur duymuştum.
Kirpi Edebiyat ve Düşün Dergisi olarak öyküsü için Hacı Sabancı Anadolu Lisesi Yaratıcı Yazarlık Kulübü Öğrencilerinden 9F Sınıfı Berra ZORBA‘a teşekkür ederiz.