Global dünyada futbol milyar dolarların konuşulduğu, harcamaların yapıldığı bir endüstri haline geldi. Dünyanın birçok yerinde, özellikle Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde içeriği kanunlarla yeterince belli olduğu için her sene, özellikle de transfer dönemlerinde spor kulüplerinden ve sporculardan hatırı sayılır rakamlar vergi olarak tahsil edilmektedir.
Bizim ülkemizde ise, özellikle futbol kulüplerinde şirketleşmeler oluşmuşsa da, kulüpler hâlâ dernekler kanunu ve tüzükleri çerçevesinde yönetilmekte olduğundan, kulüp ve sporculardan gerçek manada vergi tahsil edilemediği için, devlet her sene büyük zararlara uğramaktadır.
Mevcut durumla alâkalı geçmişte ve günümüzde devleti yöneten hükümetler, kanunlar çerçevesinde düzenlemeler yapamadıklarından devletin zararı katlanarak devam etmektedir. Şaşırtıcı olan ise, devletin kulüplere vergi ve spor tesisleri yapılabilmesi konusunda yardımlarda bulunmasına rağmen “futbolda” beklenen sportif başarıların gelmiyor olması.
Futbolda son yıllarda milli takımın elde ettiği başarısız sonuçlar, kulüp takımlarının ligde oynadıkları futbol ve Avrupa’da aldıkları başarısız neticeler nedeniyle, taraftarların maçları stadyumlarda seyretme isteği, derbi maçlar haricinde kaybolmuş vaziyette.
Futbol kulüplerinin, geçmişte olmayan sponsor ve yayın gelirleri gibi maddî imkânlara rağmen borç batağı sarmalından çıkamıyor olmaları endişe verici. Taraftarlarını stadyumlara çekmek için transfer döneminde yaptıkları yanlış ve tabiri caiz ise “hovardaca” harcamalar geçmişte olduğu gibi günümüzde de devam etmekte.
Şimdi, geçmişten bir örnek sunmak istiyorum.
1980–1981 sezonu taraftarların “Ali babası” efsanesi Ali Şen Fenerbahçe’nin başkanı, Fridel Rausc da teknik direktörüydü. Fenerbahçe yönetimi transferde, Türkiye liginin sezon içinde göze batan başarılı futbolcuların birçoğunu hatırı sayılır rakamlar ödeyerek kadrosuna kattı. Ligin başlamasına uzun bir süre olmasına, diğer kulüplerin form ve transferlerinin daha netlik kazanmamasına rağmen Fenerbahçe basın tarafından önümüzdeki sezonun “şampiyonu” olarak değerlendiriliyordu.
Fenerbahçe yurt dışındaki kamp çalışmalarını tamamlayıp Türkiye’ye döndü.13 Haziran Cumartesi günü de, İngiltere premier liginden Tottenham ile hazırlık maçı oynamak üzere Ali Sami Yen stadında taraftarlarının karşısına çıktı.
Güneşli güzel bir hava, futbol oynamaya müsait yemyeşil bir zemin… Otuz bin taraftar Fenerbahçe’nin yeni transferleri ile neler yapabileceğini izlemek üzere tribünleri doldurmuş, heyecan ve merakla sıcağa aldırış etmeden biran önce maçın başlamasını bekliyordu. Nihayet o an geldi ve maç başladı.
Fenerbahçe, hazırlık maçı olmasına rağmen saatler öncesinde stadı dolduran taraftarlarının görülmeye değer coşkusuyla daha maçın ilk dakikalarında, rakip takım ne olduğunu anlayamadan genç Müjdat Yetkiner’in golüyle 1–0 öne geçti. Fakat golden sonraki dakikalar gösterdi ki Fenerbahçeli futbolcular henüz birbirleri ile uyum sağlayamıyor, bariz pozisyon ve zamanlama hataları yapıyorlar. Rakip, alan daraltarak Fenerbahçe’yi kendi yarı sahasında oynamaya mecbur bırakıp daha baskılı ve güzel bir oyun ortaya koyuyor. Dakikalar ilerledikçe Tottenham, Fenerbahçeli savunma oyuncularının bireysel hatalarından da yararlanarak skoru lehine çevirmeye başladı. Ardı ardına yenen goller seyirciyi bir hayli kızdırdı.
Maç 3-1 Fenerbahçe aleyhine olduktan sonra, seyirci karşılaşma bitene kadar futbolcuların kulüpten aldıkları yüksek transfer paralarına gönderme yaparak “milyonluk eşekler” diye tezahüratta bulunup protesto etti.
Fenerbahçe’nin yeni sezon öncesi oynadığı hazırlık karşılaşmasındaki kötü oyunu neticeye de yansıdı ve Tottenham’a 5-1’lik skorla mağlûp oldu. Şampiyonluk parolası ile oluşturulan sözde rüya takım ilk maçında taraftarlarını büyük bir hayal kırıklığına uğratıp üzdü. Maç sonu taraftarlar yoğun bir şekilde futbolcuları protesto etti.
Yeni sezon açılıp fikstüre göre maçlar oynanmaya başladı ve yirmi dördüncü haftaya gelindiğinde Fenerbahçe dördüncü durumdaydı. Yönetim taraftarın baskısını da bahane ederek sabırsız davranıp Fridel Rauseh’un görevine son verdi. Sezon sonuna kadar takımı Enver Kâtip çalıştırdı. Maçlar oynanıp sezon bittiğinde teknik direktörlüğünü Özkan Sümer’in yaptığı Trabzon Spor 2 puanlı sistemde 39 puanla şampiyon oldu. Sezon öncesi rüya takım diye gösterilip şampiyon ilân edilen Fenerbahçe ise sezonu ancak onuncu sırada tamamlayabildi.
Eskiden taraftarlar başarısız olan takımlarını “milyonluk eşekler” diye protesto ederken, bugün gelinen noktada bu protestoların yerini küfürler, kavgalar, olaylarda yaralanan, münferit de olsa ölen insanlar aldı.
Geçmişte, hangi şehir olursa olsun deplasmana gittiğimizde ev sahibi takım taraftarları ile tribünleri yarı yarıya doldurup yan yana maç seyrederdik. Bugün ise o yıllardaki durum büyüklerin hafızalarında sadece güzel bir anı olarak yer almakta.
Günümüzde futboldaki başarının sadece şampiyonluğa endeksli olduğu ikinciliğin bile nerdeyse önemsiz sayıldığı bir süreçteyiz. Halbuki temelde futbolun da sporun diğer branşlarından biri olduğunu bilsek de gelinen noktada yarışmacı ruhun kaybolduğunu, yurt dışı müsabakalarda gerek milli takım, gerekse kulüp takımlarının elde ettikleri başarısız sonuçlar sonrası oluşan tabloların neticesinde taraftarların gönül verdikleri takımlarını ve tribünlerini deyim yerindeyse terk ettiklerini görüyoruz. Takımlar taraftarlarını çoğu zaman inanılmaz paralar harcayarak, çoğunlukla sonu hüsranla neticelenen yabancı oyuncu transferleri yaparak tribünlere çekmeye çalışıyorlar.
Toplum olarak farkındalıklarımızı geliştirip sporun birleştirici yanını ıskalamadan, alt yapılara daha gerçekçi yatırımlar yaparak sporcular yetiştirmek, eskiden olduğu gibi futbol dâhil bütün branşların müsabakaların birlikte yan yana izleyip, kaybedenin kazanan tarafı alkışladığı günleri görebilmek en büyük arzum…
Bir cevap yazın