Japon yönetmen Hayao Miyazaki, yaptığı animeler ile adını tüm dünyaya duyurması yanı sıra anime türünün de tanınmasını sağlayan usta bir yönetmendir. Bugün, tüm dünyada milyonlarca hayranı ve takipçisi olan Miyazaki, animelerindeki hayal gücü ve muhteşem anlatımlar yanında verdiği hayat dersleriyle de birçok kişiye ilham olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Miyazaki’nin her filmi, sizi birbirinden farklı alternatif, büyülü dünyalara götürür. Birinde ruhlarla yan yana otururken bir diğerinde doğa için savaşırsınız. Her bir animesinde sizi fantastik bir gerçeklik düzleminde bir dünya bekler.
Bu anime ustasının zirve yapıtlarından biri, Türkçeye “Yürüyen Şato” (Howl’s Moving Casttle) ismi ile çevrilen animesidir. Bu anime, Diana Wynne Jones’un aynı adlı kitabından uyarlanmıştır ve klasik Miyazaki animeleri gibi sizi fantastik bir alternatif evrene götürür. Yürüyen Şato filminin, ustanın en çok sevdiği filmi olduğunu biliriz. Çünkü 2013 senesinde yapılan bir basın toplantısında en sevdiği filmi seçmesi istendiğinde yönetmen, Yürüyen Şato’yu seçmiştir.
Bu Stüdyo Ghibli animesi ilk defa, 2004 yılında 61.Venedik Film Festivali’nde gösterildi. Elde ettiği başarı ile dikkatleri üzerine topladı. Amerika’da Walt Disney Pictures tarafından dağıtımı yapılan film, o kadar büyük bir etki yaptı ki 78. Akademi Ödülleri’nde “En İyi Animasyon Film Adayı” oldu. Sonrasında başka ödüller de bu animenin başarısını süsledi.
Yazarının hayalinden çok daha ötelere taşınan Howl’s Moving Castle, Hayao Miyazaki’nin yönettiği ve Studio Ghibli’nin canlandırdığı en saygın filmlerden biri oldu. Kitap hali 2006 yılında prestijli Phoenix Ödülü’nü kazandı. Seyretmediyseniz bu 1,5 saatlik filmin sizi gerçekten kendine bağlayacağını söyleyebiliriz. İster 429 sayfalık kitap ister 1,5 saatlik anime sizi farklı bir dünyaya götürecektir, bundan emin olabilirsiniz.
Kendinden Daha Büyük Bir Hikâye
Yürüyen Şato, büyünün hâkim olduğu bir dünyada geçiyor. Bu dünyada hem büyü hem de fantastik teknoloji bir arada yer alır. Burası tramvayları, otomobil ve evleri ile ilk başta şirin bir dünya gibi gözükse de, savaşın hâkim olduğu bir yerdir.
Kahramanımız genç Sophie, şapka dükkânında çalışır. Göz alıcı ablasına göre hem görünüm hem de yaşayış olarak daha sadedir. Kız kardeşi Lettie’nin ise çevresi erkek hayranları ile çevrilidir. Sophie’nin bu sade ve basit hayatı, onu iki askerden kurtaran Howl ile kesiştiğinde tamamen değişir. Howl ile yaşadığı bu karşılaşma, genç Sophie’i Howl’un düşmanı olan Kötülükler Cadısı’nın (Witch of the Waste) ilgi odağı haline getirir. Kötülükler Cadısı’nın laneti ile 18 yaşındaki Sophie’nin görünümü, 90 yaşında bir kadına dönüşür. Sophie bu lanetini başkalarına söylemesi engellendiğinden, normal hale dönmek için yola düşer.
Bu yolda rast geldiği Şalgam Kafa ismini verdiği korkuluk, onu Howl’un şatosuna götürür. Bu fantastik yürüyen şatoda Sophie, kaleye güç veren büyülü ateş cini Calcifer ve Howl’un çırağı Markl ile tanışır. Şatonun yeni temizlikçisi olduğunu ve Calsifer tarafından işe alındığını söyleyerek, şatoda kalmaya ve seyahat etmeye başlar.
Bu sırada komşu devletin prensi ortadan kaybolduğu için başlayan savaşta, kral bütün büyücüleri göreve çağıtırır. Bu büyücüler arasında Howl’da vardır. Ancak Howl, bu çağrılara kulak tıkar. Eski hocası ve Kraliyet Büyücüsü Madam Suliman ile görüşmeye gitmesi için Sophie’yi kandıran Howl ve Sophie’nin macerası da başlar. Genç ancak yaşlı görünümdeki Sophie, Madam Suliman’a karşı Howl’u korurken kendi lanetini de kaldırmak için mücadeleye başlar.
Film Mi Seyretmeli, Kitap Mı Okumalı?
Film ve kitap birbirinden oldukça farklı seyrediyor. Romanda yer almayan bazı örgüler animede yer alıyor. Bunun en bariz farkı, animede görülen Steampunk dünyasıdır. Kitapta ise dünya bu şekilde resmedilmez. Animede şehirler bir Avrupa şehrini andırır. Hem modern teknoloji vardır hem de Viktorya dönemi etkilerini görürsünüz. Miyazaki ve ekibi bu animasyona başlamadan önce Avrupa’da 12 gün geçirmiştir. Ziyaret edilen şehirlerden olan Alsace, Paris (Fransa) ve Heidelberg (Almanya) etkilerini filmde görürsünüz. Hatta filmde hem İngilizce, hem Almanca ve Fransızca kelimelere de rastlamak mümkündür.
Kitapta olayların geçtiği kasaba Ingary olarak adlandırılır. Ancak Miyazaki filmindeki kasabaya bir isim vermemiştir. Kitap ile filmin ayrıldığı bir diğer nokta ise Sophie’nin iki küçük kız (Martha ve Lettie) kardeşi olmasıdır, ki kitabı okumayanlar için Martha ile ilgili sırrı burada açıklamak istemiyoruz.
Miyazaki’nin küçük ergen karakteri Markl, romanda Michael olarak adlandırılan, uzun boylu ve yakışıklı bir genç oluşu ayrılan bir diğer noktadır. Kitap ve filmde Calcifer’in tavırları benzer olmakla birlikte, kitapta daha şeytansı tanımlanır. Gözleri kırmızı alevler, saçları ise yeşil alevler şeklinde betimlenir.
Yapılan bir röportajda Jones, filmi seyrettiğinde en sevdiği sahnelerin kalenin parça parça düştüğü sahneler ile Calcifer’in kayan yıldız olduğu sahneler olduğunu da söylemiştir. Yazar, filmi farklı ve zengin olarak betimlerken, Calcifer’ın kitapta canlandırdığı gibi olmadığını ama harika olduğunu düşündüğünü de eklemiştir.
Kitap ve film arasındaki en büyük fark ise Howl ve Sophie’nin ilişkilerinde gözükür. Howl’un cazibesinden Sophie hemen etkilenir ancak kitapta bu daha farklı anlatır. Kitapta yazar Yürüyen Şato’yu ağır, uzun ve çirkin olarak nitelendirirken, Miyazaki’nin kalesi birbirinden uyumsuz parçalardan oluşmuş olmasına rağmen daha sevimli ve daha renkli olarak yansıtılır.
Diana Wynne Jones, Howl ve Sophie’nin hikâyesine bir kitabın yetmeyeceğini düşündüğünden, ilk hikâyeden 1 yıl sonra ikinci bir roman yazar. Howl’s Moving Castle 2’de Abdullah adında bir halı satıcısının bir prensesle tanışması ve âşık olması anlatılır. 2008 senesinde Jones yayınladığı üçüncü kitapta ise (Howl’s Moving Castle 3), uzayı ve zamanı bükebileceğini keşfeden Charmain Baker’ın öyküsünü anlatır.
Her bir Animede Derin Yaşam Dersleri
Miyazaki’nin her filminde olduğu gibi bu animasyonda da temel bazı hayat dersleri seyirciyi bekler. Bu filme baktığımızda birçok mesajın yanında en fazla aşkın ve sevginin gücünü ve bu gücün hayat üzerinde nasıl olumlu değişiklikler yapabileceğini görürsünüz.
Film, Sophie’nin laneti kaldırma yolculuğu çerçevesinde, savaş sırasındaki insanların yaşamlarını da ortaya serer. Film ilerledikçe savaşın kötü yüzü seyirciye daha çarpıcı şekilde yansıtılır. Ancak gene de Miyazaki, kimseyi iyi veya kötü olarak nitelemez. Aşkın, sevginin, büyünün, fantezi ve tarihin başarılı şekilde birleştirildiği bu dünyada, ayrım yoktur. Yani bizler ve onlar diye ötekileştirmeye tanık olmazsınız. Temelde aşkın gücünü anlatan bir film olsa da alt metinlerde insanların korkularını ve arzularını görmek mümkündür. Film süresince savaşın neler yapabileceğini, nasıl bir yıkıma neden olabileceğini birbirinden etkileyici sahnelerle görürsünüz. Savaş karşıtı olması bu animeyi daha farklı bir noktaya da taşır.
Usta yönetmen bu filme, size yaşlı olmanın kötü bir kader olmadığını gösterir. Mesela; Sophie bu kötü lanetle yaşlandığında bile “hala sağlıklısın ve bu kıyafetlerde sana çok yakışıyor” diye kendisini avutur. “Yaşlanmanın en iyi yanı, kaybedecek az şeyin olmasıdır” şeklinde kendini rahatlatır. Sophie, hayatındaki en büyük değişikliklere rağmen uyum sağlamaktan korkmaz.
Yürüyen Şato, hayal gücünüzün en derinlerinden sizi etkiler. Zamandan bağımsız her yaştan herkes için uygundur. Görüntüsü, konusu ve müzikleri ile hiç sıkılmadan seyredeceğiniz bu animasyon ile farklı bir dünyayı keşfederken aşkın ve sevginin gücünün dünyayı nasıl değiştirdiğine de tanıklık edersiniz.
Yürüyen Şato, her bir Miyazaki animesi gibi onun zekasının ve hayal gücünün yansımasını sunar. Film, hem çocuksudur hem de değildir. Hem sıradandır hem de sıra dışıdır. Yani özün sözü bu film ile Miyazaki size, kim olduğunuzu keşfetmenin, sorumluluk alarak kaderin üstesinden gelmenin büyülü yolculuğunu anlatır.
Hayao Miyazaki, Yürüyen Şato ile herkese yaşamı güzelleştiren bir hikâye sunar.
Bir cevap yazın