Müzik hakkında araştırılması gereken daha çok şey vardır. Modern bilim, müziğin psikolojik etkileri konusunda henüz pek bir çalışma yapmamıştır. Ancak yine de, müziğin, yani sesin ve titreşimlerin bizi ruhen derin den etkilediği bilinen bir gerçektir. Ama “bizi gerçekten etkileyen bu kaynak nedir ve nereden gelmektedir?” diye soracak olursak, cevabımız: “Bu kaynak, hem sesin çıktığı hem de müziğin geldiği yerdir” şeklinde olacaktır.
Müziğin psikolojik bir etkiye sahip olduğu, hemen, herkes tarafından bilinir. Bazen, hiç görmediğiniz birisiyle telefonda konuşurken bile, o kişinin karakter yapısı hakkında oldukça isabetli bir fikir edinirsiniz. Duyarlı bir insan, sesten yola çıkarak, görüntüye gerek duymaksızın insanları tanıyabilme gücüne sahiptir. Ancak pek az kimse, sese hakettiği ilgiyi gösterir. Oysa psikolojik gelişimi yansıtan en önemli araç, ses ve müziktir.
Sanskritçe’de, hayat nefesine “Prana” adı verilmiştir. Bu görüşe göre nefes, ses ile özdeştir. İnsan hayatındaki canlı olan öğeleri arayacak olursak, ilk önce sesi ele almamız gerekir. Nefesi duyulabilir kılan, nefesin tınısı, yani sestir. Bu sebeple kişi, kendisini en açık olarak sadece konuşarak veya şarkı söy leyerek ifade edebilir. Diğer insanlar üzerinde gerekli etkiyi bırakacak tek şey de, yine insan sesidir. Bazen bir konu hakkında uzunca bir süre konuştuğunuz halde, dinleyenler üzerinde istediğiniz etkiyi bırakamadığınızı görürsünüz. Ardınızdan bir başkası çıkar ve sizin uzun bir süre içinde yapamadığınızı, birkaç kelimeyle yapıverir. Bu da, gerçek etkinin, kullandığınız kelimelerde gizli olma dığını gösterir. Çünkü gerçek etki, seste ve sesin ardındaki Prana’da gizlidir. Prana’nız ne kadar güçlüyse, dinleyenler üzerinde bıra kacağınız etki de, o kadar çok olur.
Aynı şey, keman çalan bir kişinin parmakları ya da flüt çalan bir kişinin dudakları için de geçerlidir. Bu kişiler. zihinlerinde oluşan etkiyi, parmak ve dudakları yoluyla çaldıkları enstrümana iletirler. Müzisyen son derece yetenekli bile olsa, parmak ya da dudaklarının ucunda, gerekli olan hayat enerjisini üretecek inancı yoksa, hiçbir müzikal başarı elde edemeyecektir. Bu sebeple, müzik yaparken en önemli öğeyi Prana teşkil eder. Zira çalınan parçaya hayatı Prana verecektir.
Hindistan’da Vina çalan bazı kimseler, dinleyenler üzerinde daha derin bir ruhsal etki yaratmak amacıyla, bazı kalıplaşmış melodi lere başvurmamayı tercih ederler. Yaptıkları, Vina’yı ellerine alıp, rastgele perdelere basmaktır. Böyle bir doğaçlamayla hayat bulan her bir nota, doğrudan dinleyenlerin ruhuna nüfuz eder ve onları tüm bedenleri ile Vina’ya bağlar. Kendisiyle uzlaşılması çok zor olan bir insan bile, Vina’nın sesini duyduğunda, bütün olumsuz duygularını bırakır ve bedenine tesir eden titreşimler sayesinde, içinde dostluk duyguları canlanır. Bu sebeple Hindistan’da Vina çalanlara, müzisyen den mez. Onların gerçek ismi, Vina büyucusüdür. Çünkü yaptıkları müziğin çok güzel büyüsü vardır.
Gerçek müzikal bir ruh, kendisini müziğin sonsuz aleminde kaybeden ruhtur. Tipki kelimelerin arasında kaybolan bir şair ya da dünya nimetlerinin kör ettiği (yani, ondan başka bir şey düşünemeyen) dünyevi bir insan gibi. İlahi olana yönelmiş bir ruh ise, kendisini Tanrı inancı içinde kaybetmiş olandır. Eğer Beethoven veya Wagner gibi müzik dehâları, değerlerini günümüze kadar koruyabilen müzik hazineleri bırakabilmişlerse, bunu, bestelerindeki notalar arasında kaybolmuş olmalarına borçludurlar. Kişi, ancak kendisinden geçip, kaybolduğu takdirde, ürettiği ile bir bütünlük oluşturur. Mükemmelliğin anahtarı, kendini aşmakta saklıdır.
Müzik dinlemenin birçok farklı yolu vardır. Eğer bir kimse müziği sadece teknik açıdan değerlendiriyorsa, teknik olarak mükemmel düzeydeki parçaların haricinde hiçbir şey ona zevk vermez. Ruhsallık açısı ise, müzik dinlemenin bir başka yolunu oluşturur. Kendisini müziğe kaptıran ruhsal ağırlıklı (spiritüel) kişiler, müziğin teknik yönüyle ilgilenmeye pek gerek duymazlar. Zaten kişinin ruhsal anlamda kendinden geçebilmesi için Çalınan müziğin, teknik açıdan kaliteli olması gerekir. Gerçi Tibet’teki Lama adı verilen kişilerin, konsantre olabilmek için, müzik niyetine çıngıraklı yılanların pek de melodik olmayan seslerini kullandıkları bilinmektedir. Ama yine de kaliteli müzik, kişinin gerçeğin başka boyutları üzerinde yoğunlaşmasını kolaylaştırır. Lama’lar, söz konusu Çıngırak sesinin yaydığı titreşimleri kullanarak, fiziksel ālemi aşabilmektedir. Kısaca insan ruhunun mutlu kılınabilmesi ve geliştirilebilmesi için, müzikten daha yararlı hiçbir şey yoktur.
Şüphesiz, müziğin yaratacağı etki, kişinin ruhsal gelişmişlik düzeyine bağlıdır. Sultan Ekber’ın sarayında müzisyen olarak bulunan yüce Tansen hakkında anlatılan bir hikâye vardır. Buna göre Sultan, Tansen’e şöyle bir soru yöneltir:
-Söyle bana, üstâd, hocan kim?
-Sultanım, hocam büyük bir müzisyendir. Aslında ona müzisyen demem, büyük bir haksızlıktır. Çünkü o, müzisyenlikten öte bir mertebededir. Hocama, “müzik” demem daha doğrudur.Peki, onun müziğini duyabilir miyim? Belki, ama onu huzurunuza çağırmayı asla düşünmemelisiniz.
-Öyleyse ben de, onun bulunduğu yere giderim.
-Fakat onun gururu, bir Sultan’a şarkı söylemek zorunda olduğunu hissettiğinde isyan edebilir.
-O zaman ben de, senin hizmetçin kılığına girerek, onu dinlerim.
-Bu mümkün olabilir.
Bunun üzerine, Sultan Ekber ile Tansen, Himalayalar’ın dumanlı tepelerine doğru yola koyulurlar. Aradıkları hoca, Himalayalar’da, duvarlarında müzik yankılanan bir mağarada, sonsuzlukla etkileşim halinde ve doğayla İçiçe yaşamaktadır. Buraya vardıklarında, Tansen at sırtında, hizmetçisi kılığındaki Sultan Ekber ise yayadır. Mağaradan çıkan hoca, Sultan’ın alçakgönüllü davrandığını anlar ve zamanı geldiğinde şarkısını söyler. Söylediği şarkı, tümüyle psikolojik bir etki taşımaktadır. Ormandaki ağaçlar ve bitkiler, bu evrensel tınıdan etkilenmişçesine, titremektedirler. Tansen ile Sultan Ekber de bu etkiye daha fazla karşı koyamayarak, barış ve huzur içinde transa geçerler. Gözlerini açıp, uyan- dıklarında ise, müziğin efendisinin yanlarından ayrıldığını görürler. Bunun üzerine sultan sorar.
-Çok garip, üstad nereye gitmiş olabilir?
-Sultanım, onu bu mağarada bir daha görmemiz imkânsız. Çünkü onu dinleyen bir kimse, hayatı pahasına bile olsa, mutlaka bir kez daha dinlemek ister. Bu nedenle o da, bulunduğu yerden uzaklaşır. Aslında onun müziği, hayattaki her şeyden daha değerlidir.
Saraya döndükten bir süre sonra Sultan, hocanın şarkılarında hangi makamı kullandığını merak eder ve bunu Tansen’e sorar. Tansen de, makamın adını söyleyerek, şarkının aynısını seslendirir. Sultan şarkıyı dinledikten sonra, şöyle söyler:
Evet, bu aynı şarkı ama, aynı ruh halini ve etkiyi yaratamıyor.
-Sultanım, bunun sebebi çok açık. Ben şarkımı bir Sultan’ın huzurunda söyledim. Müziğin efendisi ise, şarkılarını Tanrı’nın huzurunda söyledi. İşte aradaki farkın sebebi bu kadar açık.
Günümüzdeki büyük teknik gelişmeleri düşünürsek; müziğin, şiirin ve sanatın psikolojik etki bakımından pek gelişemeyeceğini anlarız. Radyo, plak ve teypler, sanki bu gelişmeyi engelliyor gibidirler. Bunun nedeni, insanlığın mekanik bir gelişim süreci için de olmasıdır. Mekaniklik ise, insanlığın ruhsal açıdan gelişmesini engelleyen bir etkendir.
Eğer bir müzisyen, yaptığı müziği savunmak niyetinde ise, uyum ve değişim kurallarına dikkat etmelidir. Rusya’da Skriyabinih hocası olan, büyük müzisyen Taneyief ile tanışma fırsatım olmuştu. Ona Debussy’nin müziği hakkında ne düşündüğünü sordum. Söyle cevap verdi: “Kesinlikle anlamıyorum!” Belki de tekdüzeliğe öylesine alışmışız ki, geniş bakış açılarını bir türlü yakalayamı yoruz. Özgürlük anlayışının özellikle gerekli olduğu sanatta tekdüzelik, yaratıcılığa her zaman büyük bir engel oluşturmaktadır. Bu nedenle ressam ve müzisyenlerin çoğu, eser lerinin gerekli ilgiden yoksun kaldığından şikayet ederler. Bunların istedikleri şey, kendilerini büyük ruhlar yerine, büyük kalabalıkların takip etmesidir. Ancak çoğunluğun kültür düzeyi yeterince ileri olmadığından, insanların yaygın beğenisini kazanan şey lerin çoğu da, aslında değersizdir. Gerçekten “güzel” olan şeyler, pek az insan tarafından anlaşılır. Zaten bu tür güzellikleri üretebilecek kapasitedeki sanatçıların sayısı da, oldukça azdır. İşte bu nedenle, halkın beğenisini kazanabilme dürtüsü, kişisel yaratıcılığa açıkça gem vurmaktadır. Bu olumsuz gelişmeleri önleyebilmek için, günümüzde yapılması gereken, çocuklara müziğin sahip olduğu psikolojik etkileri göstermektir. Ancak bu çalışma, uzun vadeli bir çabayı gerektirir. Bu nedenle çocuklar, bir müzik eğitimi görürken, sadece notaların değerini değil, müziğin ardındaki sırrı da anlamaya çalışmalıdırlar.
Bu, dış etkiler ve sanatın sunuluş biçimi olmak üzere, bir bakıma iki yüzü olan bir sorundur. Dış etkilerin, müziği bazen olumsuz yönde etkilediği bilinir. Örneğin müzik anlayışı gelişmiş, sempatik ve dost canlısı insanların önünde müzik yapmak ile beş yüz kişilik bir kitle önünde müzik yapmak arasında büyük farklar vardır. Aslında insanlar da, bir müzik enstrümanı gibidirler. Eğer iyi bir müzik yapıyorsanız, onlar da size en iyi şekilde eşlik edeceklerdir. Böyle bir оrttamda sanatınızın doruklarına ulaşmanız daha da kolaylaşacaktır. Böylesi bir sonuç, Doğu’da “Mukti” veya “Nirvana”, Hristiyan- lık’da ise “selâmet” denilen, ruhun özgürlüğe kavuşması fenomeninden başka bir şey değildir.
Dünya üzerinde, insana müzikten başka ruhen faydalı olabilecek hiçbir şey yoktur. Müzik, meditasyonla birlikte mükemmelliğe ulaşmanın en güzel yoludur. Ben sahsen, müziğin psikolojik etkileri sonucunda gelişen pek çok mucizeye şahit oldum. Ancak bu mucizeler, birbirleriyle uyumlu insanlardan oluşan topluluklarda gerçekleşebilmektedir. Bunun için beş ya da altı kişi, bir mehtap, bir şafak vakti veya “göz kamaştırıcı güzel bir kızıl günbatımı” yeterli olur. Çünkü doğa, müziğin etkisini tamamlar, yanı, bütünün öteki yüzüdür.
Bir opera sanatçısının ya da solo çalan bir kemancının, on bin kişilik bir kitleye hitap ettiğini varsayalım. Bu sanatçının, bütün izleyicilerin tek tek ruhlarına erişemeyeceği apaçık ortadadır. Sanatçının izleyene ulaşabilmesi, kendi yeteneğine bağlı olsa da, müzi ğin esas amacı olan Tanrısal boyuta erişmek olayının, konser sırasında hiçbir şekilde yeri ne getirilemeyeceği kesin gibidir. Müzik, ticari bir amaçla icra edildiği zaman, bütün değerini ve güzelliğini kaybeder. Bu nedenle Doğu’da, örneğin Hindistan aristokrasisinde, müziğin bir ticaret metası olmaması yönünde büyük gayretler sarfedilmiş ve bunda bir dereceye kadar da, başarılı olunmuştur. Burada müzisyenlere belirli bir ücret verilmiyor, ama onların her türlü isteği hemen karşıla nıyordu. Doğal olarak bu, karşılıklı bir iyi İlişkiye dayanıyordu. Müzisyenler, uyum ve güzellikten oluşan bir dünyada yaşayarak, sanatlarını en iyi şekilde icra etmek durumundaydılar. Kelimenin tam anlamıyla, borçları Sultan tarafından sanatları karşılı ğında ödenen birer kişiydiler. Bu müzisyenler, belirli bir programa bağlı kalmaksızın ve sadece sezgilerine güvenerek, sanatlarını icra ederlerdi. Böylece, müziğe başlamadan önce, izleyenlerle bir ruhsal etkileşim içine girerler ve gösteriyi, tam bir spiritüel şölen haline dönüştürürlerdi.
Müzik yoluyla ifade edilen evrensel manyetizmanın ardındaki sır, hayat ve canlılıktır. İnsanı çeken ve etkileyen, ayrıca her birimizin sırrına ermeye çalıştığımız şey de, hayattır. Bu nedenle, müzik eğitiminin temelinde hayat yatmalıdır. Psikolojinin dayanak noktası, düşünce, hayal gücü ve bedensel sağlıktır. Müziğin dayanak noktası ise, kendisini ses yoluyla dışa vuran, hayattır.
İnsanlık, devamlı bir arayış içindedir. Hangi yolla olursa olsun, ister müzik, ister renk ve isterse de kelimeler yoluyla, bu aranan şey, hayattır. Eğer dinlediğimiz müzik “yaşıyor” ise, tedavi edici bir özelliği var demektir. Müziğin tedavi edici özelliği, bilenler için hiç de yabancı olmayan bir konudur. Örneğin bir piyanoyu ya da bir kemanı çok seri parmak hareketleriyle çalan bir müzisyeni, hepi miz heycanlandırıcı ve etkileyici buluruz. Ancak bu, geçici olan bir etkidir. Çünkü gerçek müzik, yatıştırıcı özellik taşıyan müziktir. Bu özellik, sadece müziği seslendiren kişiye bağlı olmayıp, bestekârın ve alınan ilhamın da etkisini taşır. Müziğin psikolojik etkisini sezebilen bir dinleyici, dinlediği eserin hangi duygusal şartlar altında bestelenmiş olduğunu da anlar. Elbette insanlar için eğitim çok gereklidir, ancak asıl gerekli olan şey, bilinçtir. Bilinç, her sanat dalının ardında bulunan ve mistisizmin de özünü oluş turan ilāhī núra verilen addır.
Bir cevap yazın