Ömer’ciğim,” Ay Işığında Gelen Mektup “adlı ilk yazımı yazma vesilem, ilham kaynağım..Sezer’ciğim de benim evimi ikinci evi diye tanımlayacak kadar yakınım.. Onlar, yorucu , zor hayatımdan sonra emekli olup sığındığım ,Bozdağların eteğindeki yeni huzur yuvamdaki ilk dostlarım benim..
“Sevgi, huzur, dua ve şükür tılsımıyla açılsın yürekler,2011 Aşk’ın yılı olsun inşallah ” dediğim 2011 yılında, Aşk uğruna göze aldıklarım, yaptıklarım nedeniyle evimde tek başıma, neredeyse kimseyle görüşmeden yaşamıştım.. On beş günde bir halk kütüphanesine gidip üç kitap alıyordum, bütün gün, gece sadece ibadet, zikir ve okumayla meşgul oluyordum.. Sadece akşamüzerleri bir saat bahçemi sulamaya çıkıyordum…
İşte öyle bir akşam üzeri, çok ama çok yağmur yüklü bir bulut gibi dolu ve sevgiye muhtaçken , Ömer’cik ile Sezer’cik de evin önünde bisikletlerini sürüyorlardı.. Ömer’cik az sonra bisikletini apartmanın içine çekti; ben “noldu Ömer’cik, eve mi gidiyorsun, erken değil mi henüz ?” dedim.. O ise, o maviş ,boncuk gözlerini gözlerime dikip, boynunu mahcupça büküp,” hayır, eve gitmiyorum, şey , ben sizi izlemek istiyorum da..” dedi.. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atmaya başladı sevinçten, bisikletini sürmektense beni izlemeyi tercih ediyordu, hortumu tutmadığım kolumla aniden sıkıca sarıldım belinden, kendime çekip, hem ağlar, hem de sevinçten çağlar bir ses tonuyla ” sen Şöhret teyzeni çok mu seviyorsun?” dedim..” Evet, çok seviyorum” dedi..
Ömre bedel , sevgi enerjisi dolu sıcacık sarılmanın ardından Sezer’cikle beraber bahçe duvarının üzerine oturup beni izlediler..” Şöhret teyzecim, sizin eşiniz, çocuklarınız, kimseniz yok mu, siz çalışmıyorsunuz da, faturalarınızı kim ödüyor, nasıl geçiniyorsunuz? “ gibi sorularla devam eden sohbetlerini ettiler benimle.. Yüzümde hüzünlü tebessümlerle cevapladım meraklı sorularını.. Ne söylesem beni bildikleri hiç bir kategoriye sokamıyorlardı besbelli..
O akşam evime mutlu mutlu girdim, her zaman ki gibi Ay ışığında balkonumda laptopumun başına geçtiğimde düşündüğüm şey sevginin kaynağı idi.. Bu iki tatlı çocuğun bana olan sevgisi nereden geliyordu, ben onları neden bu kadar çok seviyordum.. Sahi biz sevgiyi aramızda alıp veriyorduk, kullanıyorduk da bu sevgi nereden geliyordu? Tabii ki Rab’bimizden… Her şeyin kaynağı olduğu gibi sevginin kaynağı da O’ydu.. İhtiyaç içindeki kuluna ,yine başka bir kulu aracılığıyla ulaşıyordu hemen..
Ben yıllarca ,her gün, işten eve döndüğümde hemen heyecanla posta kutularına bakardım ,bilmediğim bir yerden, kişiden mektup beklerdim geleceğinden çok emin gibi.. O mektup o gece geldi işte. Ay ışığında…
“Sevgili Şöhret; Bu sana ilk mektubum, biliyorum gözlerinin posta kutularında olduğunu, çok bekledin biliyorum..” diye başlıyordu..
Sevgili Şöhret; Bu sana ilk mektubum. Biliyorum yıllardır gözlerinin posta kutularında olduğunu, postacıları gözetlediğini, çok bekledin biliyorum. Sen de biliyordun aslında benim de heran seni gözetlediğimi. Sana sık sık, başka başka kişiler, olaylarla mesajlar gönderdim aslında, bazen fark ettin, aldın mesajı, bazen de hiç anlamadın aptal aptal bakındın neler oluyor diye. Sorduğun her soruyu bendim cevaplayan. Hatta sana o maniyi söyleyen de bendim aslında, hani sarı saçlı, yeşil gözlü, küçücük bir kızken, öğle saatlerinde güzellik uykundan uyandığında, mahsusçuktan ağlayarak, nazlı nazlı gözlerini ovuşturarak anneciğine koşarken, anneciğinin sevgiyle kollarını açarak sana söylediği, o çok sevdiğin, sevindiğin, hiç unutmadığın mani:
Aman bu gelen kimin kızı,
Yanakları kırmızı,
Gerdanında beni var,
Sandım seher yıldızı!
O sığındığın sıcacık kucak benim kucağımdı, seni sevgiyle saran kollar benim kollarımdı. O sarı, sırma saçlarını okşayarak tarayan bendim, çok sevdiğin yakışıklı, iki numara abin değil; ağladığında boncuk gözyaşlarını silen de bendim, yufka yürekli, maviş gözlü dört numara abin değil. Hani hep aklına gelmeyen kötü şeyler olduğu için, hiç kötü bir şey olmasın, hiç kimse ölmesin diye, aklına hep kötü şeyler getirmeye çalıştığında, sana oyun oynayan, aldatanda bendim, hiç bir zaman başaramadın kötü şeylerin olmamasını, bütün kötülükleri aklına getiremezdin çünkü sevgili Şöhret! Senin tertemiz, küçücük zihnine sığmazdı bu dünyanın bütün kötülükleri.
Şimdi aklıma geldi sevgili şöhret, yaşadığın berbat hayatı, maruz kaldığın inanılmaz kötülükleri düşününce; yoksa sen de hani, “beni öyle büyüt ki Rabbim, cehennemi tek başıma doldurayım, başka hiç kimseye yer kalmasın “ diyen ulu peygamber gibi, tüm kötülükleri ben yaşayayım da başkasına kalmasın diye mi uğraştın bu kez de, aklına getirerek önleyemeyince? Ah sevgili şöhret ah! Başkalarına zarar vermeyeyim düşüncesiyle, yanlış kararlar, davranışlarla ve sevgin ve iyiliğinle yola getirebileceğini sandığın kötülere kendini tükettirmeseydin bir ömür boyu, kim bilir neleri başarırdın, daha ne kadar sevgi dolu olup tüm Dünya’ya yayardın sevgini, güzelliklerini!
Hani o dinlerken çok içlendiğin Fadime gelinin türküsündeki gibi, sen kötünün harcı değildin sevgili şöhret! küçüklükten meraklıydın, hazırdın okumaya, öğrenmeye, iyilik meleği olmaya.. Dahası izlediğin Leyla ile Mecnun ve hatta kadın evliya Rabia filmlerinden sonra ne çok yakışmıştın Fatma Girik’in oynadığı başrollere hayalinde. Börülce çiçeklerinin arasında tek başına düşünürken, Allah’ı görmeyi dilerken, neden göremezmişiz ki Allah’ımızı diye o küçücük kafanı yorarken, üzüm asmalarının arasında, Mecnun gibi güneşe bakarak “ Leyla Leyla !” diye provalar yaparak inlerken çok tatlıydın. Ne kadar da gönüllüydün Aşk uğruna acılar çekmeye daha o yaşında. Bir Mecnunun eksikti, çok geçmeden, daha on yaşında bulacaktın zaten onu da.
Hem de aynen senin gibi radyoya kulağını dayayıp büyük aşk hikâyelerini can kulağıyla dinleyen kumral saçlı, ela gözlü, elma yanaklı dağlı bir çocuk! Tek farkınız, sen Gediz ovasında, bağların arasında küçücük bir bağ evinde, abilerinin çaldığı bağlamaya, kaşıklara türküleriyle eşlik eden, kümes dolusu tavuklara, horozlara masallar anlatan, yemyeşil kırlarda kuzularını otlatan cıvıl cıvıl, tatlı bir küçük muhacir kızdın, o ise Bozdağların, o çok isteyip hiç göremediğin, elma ve kiraz ağaçlarını hayalinde canlandırdığın eşsiz yaylasında, bir koyun sürüsüne çobanlık eden masum, sessiz, hayalleri büyük, kendisi küçük bir Yörük oğlancık. Hiç birbirinizden haberiniz yoktu ama aynı yıldızları seyrediyordunuz geceleri, aynı büyük aşk hikayelerini dinliyordunuz radyodan büyük bir hevesle, içler geçirerek, ahlar çekerek daha o yaşınızda.
Bir cevap yazın