“Ortaya saçılan ağızlar “
İnsanların yüzünde dikkatimi, daima gözlerden sonra ağızlar çeker.
Bazı ağızlar tükrük ve koku ile yüzümüze yüzümüze doğru yürürler.
Empati yoksunu bu yürüyüş çoğu zaman farkındalıkta içermez.
Konuyu iyice açalım.
Bazılarının nefret veya Öfke dolu bir şey anlatmadığı halde ağzından kötü söz fışkırır.
Ağzı kocaman kocaman yürür diğerine. Nefesii yürür, sözleri yürür. Kafanı çevirmek ve öyle dinlemek zorunda kalırsın.
Bu çeviriyi de anlamazlar. Uyarsan da anlamazlar.
Size bir sır; insan ağzını toparlayarak konuşabilir. Nasıl mı?
Bu sahnedede yine İki kişi olarak Tabiiki. Birisi anlatan diğeri dinleyen. Bunun adı empatidir. Empatik olmayan her şey zarar ziyan içerir. Ağzını, kokusunu ve tükrüğünü öyle bir yönet ki karşında sen varmışsın gibi ol. Sana nasıl davransın ağzının hali?
Şahsen ben her daim dişleri fırçalanmış, hoş kokan, tükrüksüz ve kendini toparlamış hatta gizleyen ve de yönetibilen ağız yapısına uyumlanmayı tercih ederim. Bunda köpekten beter koku alan reseptörlerimin etkisi elbette büyüktür. Kendi ağız ve ten kokusunu alabilen herkesin kokusunu alır. Kendini bilen diğerini bilir. Kişi kendinden bilir işi. Hele ki bu biliş aydınlanmaya hizmet ederse muhteşemdir.
İsmi lazım değil. Zamanında çalıştığım arkadaşlarımı gözlerimi kapatsalar ve bana sıra ile ağızlarını koklatsalar kesinlikle tanırım. Keşke tanımasaydım. İğrenç dediğinizi duyar gibiyim. Fakat ağzının içine kadar bana kendisini sunan bu zekalar elbette berbat derecede de kötü niyetliydiler. Sinsi, ayak kaydıran, dedikoducu, kötülükten zevk alan, durdurduğu yerde durduğunu ama aslında bomba gibi saçılmış olduğunun farkında olmayan zekalardı bunlar.
Zeka aynı zamanda bir tür empati yeteneğidir. Diğerinin yerine geçerek kendini görmektir. Çoklu zekalar çoklu empatiye hizmet ederler. Nasıl mı? Hızını alamaz, her şeyin yerine geçer. Suyun, güneşin, denizin, çiçeğin, toprağın, ölünün, böceğin. Gözün neyi görüyorsa hepsini olabildiğini düşün bakalım bir.
Dahası var; varlığın yokluğun tokluğun yerine de geçmek…
Bu kadar detaylı görmek elbette rahatsız edici bir lanettir. Belki de şairlerin, yazarların bu yüzden burnu bir cerraha benzer.
Bir cerrah işini yapar ve evine gider sürekli ameliyat halinde değildir
sonra derin bir boşluğa sahip olabilir fakat bir şair sürekli insanlar ve duygular üzerinde düşünür durur hele bir de karşısına sürekli ameliyat eder gibi bir kişiyi inceliyorsa işte o zaman gördükleri yüzünden yorgun düşebilir.
İnsanın pası kiri gelir ruhumuza yapışır. Çok insan tanımak bu yüzden gereksizdir. İlacını yaz gönder. Bu kişilerle Daha da fazla muhatap olacaksak aradığımız içsel ve dışsal temizliğe uyumlu olmalıdır.
Aksi halde aldığımız kokudan ve sıvılardan ona ulaşamayız.
Belki de Bizlerin cerrahtan bir farkı olmaması bu yüzdendir.ne dersiniz? Olabilir mi?
Dostoyevski boşuna dememiş “ her şeyi anlıyorum ve bu beni öldürecek.”
Bir cevap yazın