İyi misin diye soruyor. İyiyim dedim. Gitti.
Hastane çıkışı apar topar buraya getirdi büyük oğlan. Siz uzaktasınız ben bakarım anama
demiş Mehmet’le Ayşe’ye. Gelin; yesin içsin yatsın ama peşinde dolanamam, bağda
bahçede evde bir sürü işim var oturacaksa otursun oturduğu yerde demiş. Oturuyorum.
Kapı, na şurada amma…
Asmalarım üzüm vermiş. Halime’nin küçük kızı dediydi geçmiş olsuna geldiğinde şehirde.
İçim pır pır ettiydi de iyileşiverdim sandıydım.
Geçen gece Ali Rıza’ya asmalarıma bir baksan, arada su versen dedim. Oturdum. Oturdu o
da o gün bugün. Sabahları pencereden evime bakıyorum kadar uzun süre bakıyorum ki
kendimi evin içinde buluyorum hep. Köşke çıkıyorum. Pembeli mavili minderime oturup,
köyün irili ufaklı evlerine, damlarına serilen tarhanalarına, yokuşu ağır ağır ama güleç yüzle
çıkan dili tatlı komşularıma, ötelerinde heybetle duran dağlarına bakıyorum. Dalları köşke
doğru uzanan ellerinle diktiğin erik ağacımıza…
Köy aynı köy ya, yol başka, ev başka.
Bu sene kış çetin olacakmış. Kar çok yağacakmış. Akar mı damım? Kürümek gerek…
Günlerdir canımı acıta acıta ruhuma bir sancı giriyor. Dünyada bir çıkıntı gibi duruyorum.
Kocadım mı nedir? Kocadım. Ya da ben nazlı, huysuz bir şey oldum bu ara…
Camların önünde çiçekler ölüyor kurtaramıyorum. “Ellerin dokunduğun her şeye can verir
kadın.” derdin, amma… dokunamıyorum.
Duvarda fotoğrafın kaldı. Gidin getirin diyemiyorum. Çatlamıştır toprağın nicedir, yaban
otlar sarmıştır ne seni ne kendimi kurtaramıyorum. Sen orada boylu boyunca yatıyorsun.
Ben burada öylece oturuyorum.
Camın önünde günden güne solan menekşe gibi hissediyorum kendimi. Hiçbir şey
yapmadan öylece oturup kendini göstermek için yaşayan ama bir türlü çiçek açamayan.
Arada bir gelip toprağımı deşeliyorlar ama kimsenin aklına yerimi değiştirmek gelmiyor.
Geceleri uyuyamıyorum. Ezan sesi dinerken kapanıyor gözlerim. Uyanamıyorum.
Kafamı yastığa koyduğum vakit seni görsem diyorum, belki bir başka uyanırım o sabah.
Artık horozun değil gelinin sesine uyanıyorum. Kahvaltıyı kaçırmışım yine. Çok
uyuyormuşum. Başım eğik, susuyorum. Aynaya baktım. İlk defa kendimi gördüm bu sabah.
Öylece kalakaldım. Zamanın hızı sızı olup yerleşmiş yüzüme. Ne kadar ak dolmuş saçlarıma.
Bu kadar ak varken ruhumda neden bu kara?
Yıllardır giyilmeyen, giyilmeyecek ama atılamayan bir palto gibi duruyorum sanki askıda.
Sık sık unutmaya başladım artık insanların adını. Mutsuzum. Mutsuzlaştıkça
huysuzlaşıyorum.
Gitmem gerek. Unutmadan evin yolunu…
Gelin çıkıyor eşikten. Bir ulaştım mıydı yukarı mahalleye, dinlene dinlene çıkarım bizim
evin yokuşu. Asmalarımı sularım. Erik ağacıma bir kez daha bakarım…
Öperim duvardan alıverip resmini.
Geliveririm yanına
Bir cevap yazın