Karanlık geceyi yararak yürüyorum. Yalnız başıma kaldığımdan bu yana hep bu saatlerde dışarı çıkıp kimseye görünmeden sokak lambalarının elinden tutarak ayakta kalıyorum. Senden sonra gündüzleri ölüp geceleri ruhumun gömülü olduğu soğuk bir beden olarak uyanıp kendimi bir mezarlığa benzettiğim sokaklara bırakıp kayboluyorum.
Bu gecede sonunu bile bile izlenen bir film gibi geçiyor önümden. Dakikalar saatlerin elinden tutmuş öldürdüğüm ruhumun cenaze törenine koşuyorlar. Sokak lambaları hazır ol da duruyor geçtiğim sokaklarda. Arka kapısından girdiğim evim aylardan beri çürümüş bir ceset gibi kokuyor. Eve girdiğimde bir kaç parça kimsesiz eşya, korku filmlerinden fırlamış bir yatak ve bir intihara şahitlik edebilecek tarzda tasarlanan bir sehpa hoş geldin diyor bana. He unutmadan çalmaya hasret ve benim için İsrafil’in surunu ifade eden ve çaldığı gün kıyametin kopacağına inandığım babadan kalma bir telefon.
Arada bir şeyler yazdığım defterim var birde. Yazıyorum dediysem başında bi iki mısradan ibaret asla bitmeyen bir şiir gibi…
Karanlığın arka odalarından sesleniyorum size
Güneşi ben öldürdüm…
Acı bir itiraf bu. İdama mahkûm edildiğimi biliyorum vicdan mahkemelerinde. Ama ne o sehpaya çıkabilecek cesaretim ne de beni taşıyabilecek bir ipim var.
Vicdanımın yasalarında bir açık bulup kurtulamıyorum. Ben o okyanusun en derinlerinen çaldığı mavileri gözlerine saklayan, dünyanın bütün gökkuşaklarını yetim bırakan o rengarenk düşlerin ,papatya kokulu kırlarının kraliçesini öldürdüm. Aldatmıştım onu. O masum saf tertemiz bahçelerinden çıkıp kirli bir şehrin kollarına bıraktım kendimi. O ise en masum hayallerinde gerçek bir kahraman sandı beni, aptal bin Don Kişot’u oynarken ben…
İntihar ancak ona olan bir eylemken helaldi
Ve ben ondan sonra haram olan bir dünyada nefes alıyordum…
Senelerce dönmedim köye. İçkiden kumardan kafamı kaldırıp bakamadım bir kere bile arkada bıraktıklarıma. Koca şehirde yazdığım iki üç kelime, bir kaç afili kafiye ile mutlu olacağımı sanıp yanıldım. Seneler sonra anladım ki şehir denilen yer aptal bir efsaneden ,yalancı cennetlerden ibaret .Ve ben eli iyi makas tutan bir bahçıvan değildim belliydi bir gün bu yalancı cennetlerin bahçelerinden, elime birkaç hatıra tutuşturup kovacakları ….
Yasak elmayı yiyeli çok oldu. Dünyaya düşmüş HZ. Adem gibi Havva’mı bulmaya doğduğum topraklara döndüm. Kokusuna hasret kaldığım bu topraklarda kardeşim dediğim adamlar bile bakmadı yüzüme her selamım camı avlusuna bırakılan bir yetim gibi kaldı. İşte o gün anladım arkamda bıraktıklarım beni çoktan musalla taşının soğukluğunda ölüme terk etmişti. Kimseye aldırmadım. Aklımda tüm günahlarımın kefaleti bir tövbe diye bildiğim Ayşem varken kimseye aldırmadım. Doğru ona koştum. Evinin etrafı yalnızlığın resmi gibi; sarmaşıklar kocaman duvarlarına bulaşmış, kaybedilen bir savaştan sonra ayakta kalan yıkık dökük bir kaleyi andırıyordu. Çok oldu dedi gideli çok oldu. Arkamı döndüğümde benle konuşan birinin varlığını hissetmenin mutluluğunun yanında, çok olan bir gitmişliğin üzüntüsüyle nereye dedim, nereye gitti hani hep beklerdi beni nereye gitti Ahmet Amca nereye !
Haykırışlarım çaresiz kalıyordu. Ahmet Amca susuyor ve ben yavaş yavaş tüketiyordum bütün umutlarımı. Bir kere ve belki de son kez konuşur gibi; bekledi dedi senin gibi bir adamı bile senelerce bekledi. “O sevdi seni, sen şerefini namusunu satarken o sen döneceksin diye senelerce bekledi.”
-peki, nereye gitti, nereye?
-öldü…
Sessizliğin çığlıklarını duydum o an. Ayşe’nin yere damlayan ve asla bir gökkuşağı büyütemediği gözyaşlarının gürültüsünü. Secde edilmeden kılınan o cenaze namazının arka saflarında gülüşen çocuklarının kıkırdamaları takıldı kulağıma. Hepsini öldüresim geldi. Kafamı yere koymuş hıçkıra hıçkıra ağlıyordum, kendime küfürler ediyordum. Mezarına gidecek cesaretim yoktu ve okuyacak bir Fatiha’m olmadı hiç o günden sonra. Kendime geldiğimde arkama bile bakmadan terk ettim burayı ve hiç uğramadım, babadan anadan ne kaldıysa sattım hepsini. Bir ev aldım cennet diye her şeyden vazgeçtiğim, cehennemim olan şehirde.
****
Bu sabah başka olacak gibi. Ölüm sahnesinin en aranan jönü benim sanki. Dilsiz suflörlerle çalışmaktan bıktım artık. Sabahın köründe beni uyandıran saatim de yaşlanmaya başladı. Perdeler kapalı, ev karanlık diye gece oldu sanıyor zavallı. Geliyorum işte Sokrat’a uzatılan zehiri içmeye geliyorum. Benden sonraki plotanlar için feda ediyorum kendimi. Soğuk bir güneşin afra tafrası da hiç çekilmiyor yahu. Karanlıksa hep aynı. İlk defa aldatıyorum onu; kapıdan çıkıp beni bekleyen güneşin ellerinden tutarken. Koşar adım sığınıyorum eski dost denizin kıyısına. Rüzgârından geçilmiyor bugün. İçimden haykırmayı unuttuğum bir ses kulaklarımı sağar edercesine bağırmaya başlıyor. Ayşe ölmedi! Katlimi vacip kılan bütün geçmişime inat mutluluğun tahtasına, eli ilk defa tebeşir tutan bir çocuk saflığıyla Ayşe ölmediki yazıyorum. Hem görmedim ki mezarını. Âmâ neden yalan söylesin ki Ahmet Amca. Onada cevabı vardı içimde büyüttüğüm umudun. Ahmet Amca’nın bir oğlu vardı oda seviyordu ayşeyi. Kesin ondan bana böyle bir yalan söyledi. Umudumu kesip düşmeyeyim diye peşine. Hem görmedim ki mezarını…
Denizin gözünün içine bakarak bir hoşçakal bıraktım dalgalarının avuçlarına. Oturduğum banktan kalkıp. Yalnızlık saltanatını kimsesiz bir tinerciye devredip hayata çekildim yavaştan. Pembe panjurlu sokaklardan geçip Arnavut kaldırımlarını üzerine basmadan yolun ortasından yürüdüm. Müslüman olan bir toplumun bize emanetinin üzerinde yürüyemem öle besmele çekmeden.
*****
Bahçemin kapısını araladığımda sağ ve sol omzuma baktım. Çünkü bana yakın olan ve beni terk etmeyen iki melek vardı kanımca, onlarda yerli yerindeydi. Kapımda bir bavul ve az ötesinde ayakta bekleyen melek tanımın bütün sözlüklerdeki karşılığı bana gülümsüyordu. Koşup sarılmak istedim. Ya yoksa, hayallerimde ete kemiğe bürünmüş bir pişmanlıksa karşımdaki. Sonraki 2 3 saati asla hatırlamayacağım. Uyandığımda geride kalan hayatımın kalbimdeki izdüşümü kanlı canlı başucumda o bulutları andıran parmaklarıyla saçlarımın arasında dolaşıyordu.
Öldüğünü inandıramadığım yanım şimdi zafer sarhoşluğu içindeydi. Günlerce eğlendi kalbimin zamanında kan kusturduğum, soykırım yaptığım topraklarında. Sabahları daha bir sevecen doğuyordu güneş. Hayatla arama çektiğim parmaklıkları, yani perdelerimi kırıp giriyordu sevdamızın mahremine. Arkada bıraktığım o günler şimdi sözlerini unuttuğum ve nefret ettiğim birer şarkı gibiler.
******
Sonbaharın istila ettiği bir şehirde evlenmek haram mı? Evden çıkıp yavaş yavaş yürüyoruz. Köşeden bir taksi çevirip Bakırköy diyorum, Bakırköy Evlendirme Dairesi…Yol boyunca taksicinin iyi misin abi sorularına cevap vermekten bıktım. İneceğim yere kadar nikâh memuruna diyeceğim evet dâhil, bütün evetleri iyi olduğuma inandırmak için kullandım. Yavaş yavaş yürümeye başladık Ayşe’yle. İki hayatın bir kalbe sığması olayının patentini alçaktık birazdan. Yürüdüm yürüdüm yürüdüm…
*******
Hep yalnız yürümüşüm oysa. Bana bu saçma sapan gömleği giydiren psikiyatrlar öyle dedi bana. Hep yalnız yürümüşüm. Ayşe var diyorum, yıkıcı yoklar kusuyorlar suratıma. Birer şırıngaya bağlı artık Ayşe’nin ömrü. Her akinetonda biraz daha çıldırıyorum ama narodol kabul ettiriyor bana Ayşe’nin olmayışını. Aradan geçen saatler olmayan bir şeyi özletir mi bilmem ama özlüyorum işte. Ayşe yi özlüyorum. İstediğiniz ilacı vurun bana. Hangi şırınga çekebilir onu içimden. Ayşe şimdi beyaz giymiş katillerin yaptığı bir soykırımın ortasında kalmış ufak bir kiz çocuğu gibi sadece ağlıyor, hıçkırıkları yankılanıyor duvarlarımda. Gözyaşları sel oluyor kalbimin varoş mahallerinde. Âmâ bilmiyor o kefenlerini üzerlerinde taşıyan katiller. Ayşe’yi onların dokunamayacağı topraklara gönderdim kalbimin techir kanunun gereğince. Bağımsızlığımın son kalan sevdasını vermeyeceğim o kan kokan şırıngalarına…. Bir yok oluşun romanı yazılıyor yeteneksiz yazarların kalemlerinde…
*narodol: Şizofreni tedavilerinde kullanılan ve sakinleştirici etkiye sahip ilaçtır. Fazla alındığında ise kişinin kitlenmesine yol açabilir. Bazı durumlarda kişi adının bile söyleyemez
*akineton: Şizofreni tedavilerinde kullanılan, hareket bozukluklarının kasılmaların tedavisi için kullanılan ilaç, normal bir insanın akıl sağlığını bozucu etkiler yaratabilir. Aynı zamanda narodol ile beraber kullanılıp onu yumuşatıcı bir etkiye sahiptir
Bir cevap yazın