Güneşin sıcaklığını yüzümde hissederek gözlerimi açtım. Denizin mırıltısıyla, şarkı söyleyen kuşlara eşlik ettiği sahilde yatmaya devam ettim. Doğanın tüm güzelliğiyle içime işlemesine, huzurun tüm vücudumu sarmasına izin verdim. Sibel’le birlikte uzun zamandır istediğimiz, işler yüzünden sürekli ertelemek zorunda kaldığım tatile çıkmıştık. Uzaktan Sibel’in şen kahkahaları geliyordu. Karımın güzel gülüşüyle herkesi etkisi altına alan bir yapısı vardı. Yanımızda oturan yaşlı çiftle koyu bir sohbete dalmışlardı, birkaç hafta içinde kucağımıza alacağımız kızımızdan bahsediyorlardı. Doğa ile baş başa kalmak ikimize de çok iyi gelmişti. Mutluluğun somut bir hal alarak damarlarıma karıştığını hissediyordum. Kızımızla birlikte mutluluğumuzun daha da artacağını düşündükçe bedenimin içine sığamıyordum.
Karımın yaklaşan sesiyle artık gitme vaktinin geldiğini anlamıştım. Yavaşça yerimden kalktım, eşyaları topladım, onun ağır adımlarına uyarak, evimize doğru yürüdük. Daha önceden planladığım gibi hafif bir şeyler yedikten sonra bahçeye çıktık. Balayımızı geçirdiğimiz bu evin bizim hayatımızda çok özel bir yeri vardı. Doğumdan önce onu buraya getirerek Sibel’e sürpriz yapmak istemiştim, İkimizde çok heyecanlıydık, kızımızla birlikte yeni bir hayata adım atacaktık. En güzel günlerimizi geçirdiğimiz bu ev yeni başlangıçlar yapmak, ilişkimizi daha da güçlendirmek için en doğru yerdi.
Çeşit çeşit ağaçların olduğu bahçede, gecenin sessizliğinde, dalgaların sesini dinlerken gelecek hayallerimizden bahsettik. Sohbetimize zaman zaman cır cır böcekleri, zaman zaman da ağaçların hışırtısı eşlik etti. Bütün gece orada oturup sadece onu dinlemek, sesinin verdiği huzuru içime çekmek istiyordum. Uyumanın düşüncesi bile beni korkutuyordu. Sibel’i dinlerken hissettiğim o huzur yavaş yavaş yerini anlam veremediğim bir hüzne bırakmaya başladı. Neden mutsuz hissediyordum? En güzel anılarımı yaşadığım, en mutlu olduğum yerde, en sevdiğimle birlikteydim. Ruhum tüm düşüncelerimi yalanlarcasına acı acı çığlık atmaya başlamışken, karımın sesi gittikçe uzaklaşıyor, yerini tanımadığım yabancı seslere bırakıyordu.
Uzaktan gelen seslerle gözlerimi açmaya çalıştım ama yapamadım. Bedenimdeki hiçbir eklemi oynatamıyordum. Sibel’e seslenmeye çalıştım ama sesim çıkmadı. Sibel neredeydi? Neler oluyordu böyle? Bilinçaltım beni korumak istercesine düşünmeme izin vermiyordu. Neyi düşünmemeliydim? Hatırlamamam gereken neydi? Bir an önce buradan kalkmalı ve neler olduğunu anlamalıydım. Kendimi zorladıkça bedenim daha da güçsüzleşiyordu, kafamın içindeki ses gittikçe artıyordu, etrafımda bir koşuşturmaca hissediyor, tüm gücümle çırpınıyordum ama değişen hiçbir şey olmuyordu. Sibel’e odaklanmalı ve bir an önce onu bulmalıydım. Sibel’i düşündükçe ses yavaşlamaya başladı, o beni hep sakinleştirirdi. Vücudum da gevşemeye başlamıştı artık hatırlanacak bir şey yoktu sadece Sibel vardı.
Odanın kapısını hafif aralık bırakan Ayşe hemşire koridorda bekleyen arkadaşına doğru yürüdü. İki arkadaş ellerindeki çaylarla bahçeye doğru yürüdüler.
“Zavallı adam! Karısı Sibel’in ölümünden sonra toparlayamadı. Olaydan kısa bir süre sonra kalp krizi geçirdi o günden beri böyle hareketsiz yatıyor. Her gün aynı saatlerde kalp ritmi artıyor, ilaç vermeden de sakinleşmiyor. Doktorlarda tam anlam veremediler, beyin hatırlamamak için mücadele ettiği için uyanamıyormuş. Şimdilik ilaçla yapay komada kalmaya devam ediyor. Daha ne kadar böyle kalacağı da belli değil.” derken üzüntüyle çayından bir yudum aldı Ayşe. Arkadaşı hastanede yeni çalışmaya başladığı için onların hikayesini bilmiyordu. Ayşe ise günlerce etkisinden kurtulamamıştı. Sibel, güler yüzüyle, sıcakkanlılığıyla hastanede herkese sevdirmişti kendini. Kocasının ona olan düşkünlüğü, sevgileri de çok konuşulmuştu. Adam karısının “of” demesine dayanamazken buna nasıl dayanacaktı.
Arkadaşının meraklı bakışlarla beklediğini gören Ayşe konuşmasına devam etti. “Sibel yıllardır buraya muayene için gelirdi. Özel bir kadındı gerçekten zamanla hepimiz tanıdık, sevdik onu. Her zaman karı koca gelirlerdi, birbirlerine bakışları, sevgileri de başkaydı. Hepimiz kıskanırdık onların aşklarını, birbirleriyle uyumlarını. Ben yoğun bakıma geçtiğimden beri de uzaktan selamlaşırdık. O gün acile hamile bir kadın getirdiklerini, durumunun çok kötü olduğunu, müdahaleden sonra da yoğun bakıma getireceklerini söylediler. Sibel olabileceği aklıma bile gelmemişti. Bir gün onu orada görebileceğim. Kocası da kısa bir süre sonra geldi, adam bitmişti. Sürekli “ben onu neden eve bırakmadım” deyip, durdu. Karısının başından bir an bile ayrılmadı, umutla bekledi. Sibel üç gün dayanabildi, bebeği de onu da kurtaramadılar.” Göz yaşları yavaş yavaş yüzünden akarken burnunu çekti Ayşe. Yıllardır hemşirelik yapıyordu, neler görmüştü, neler yaşamıştı, mesleğini yaparken dirayetli olması gerektiğini de bilir, ona göre davranırdı. Ama bu olay çok ağır gelmişti ona etkisinden hala kurtulamamıştı.
“Sibel, o gün kocası ile kontrole gelmiş. Sonrasında ev yakın olduğu için yürümek istemiş, adamcağızda işine dönmüş. Sokakta yürürken, bir kurşun ciğerine isabet etmiş. Polis serseri kurşun olduğunu düşünüyordu. Aradan aylar geçti ama kimseyi yakalayamadılar. Yani senin anlayacağın Sibel’de karnında ki yavrusu da kör bir kurşuna gittiler.” Anlattıklarının etkisinden çıkmak ister gibi başını sallayan Ayşe, arkadaşı ile birlikte hastaneye doğru yürümeye başladı.
Aslında Ayşe’nin kendinde anlatacak gücü bulamadığı başka bir şey daha vardı. Sonradan Sibel’in doktorundan öğrendiğine göre kocası Sibel’i tatile götürmek için doktordan izin istemişti. Deniz kıyısında bir ev kiraladığını, akşam yola çıkacak şekilde her şeyi ayarladığını söylemişti. Muayenede sorun olmadığı için doktorda izin vermişti. Sırf birilerinin keyfi için ateşlediği bir silahtan çıkan bir kurşun yüzünden tüm hayaller, umutlar ve güzel bir aile yok olmuştu.
Ayşe, işinin başına dönmeden önce hastaya bakmak için odaya girdi. Adam, yüzüne yayılan bir gülümseme ile huzur içinde uyuyordu. İlacın etkisi geçene, gerçeği hatırlamaya başlayana kadar böyle uyuyacaktı.