Camı açtı, yeri bir çarşaf gibi kaplayan karın üzerinde tek sıra halinde, telaşlı bir ayak izi görüyordu. Kar hala yağmasına rağmen iz hatlarından pek bir şey kaybetmemişti. Acaba nereye gidiyordu? Yaklaşık on adım sonra ayak izlerinin dengesizleştiğini fark etti. Demek ki bu denli geç saatte bu havada evinden çıkan kişi kaygan bir ayakkabı giymişti. Ayak izlerine bakılırsa bu bir çocuktu, ama bu saatte bir çocuğun dışarıda ne işi vardı. Adeta düşüncelerini bölmek isteyen bir havlama sesi işitti, bu ses açlık kokuyordu. Biraz sonra sesin sahibi de göründü, çöp tenekesinin yanına usulca yaklaştı. Tırnaklarını çıkardığı pençesini çöpün kenarında duran şişkin poşete geçiriverdi. Bu hareketi birkaç kez tekrarladıktan sonra ağzıyla poşetten çıkardığı, neredeyse donmak üzere olan ekmek parçasını dişlerinin arasında öğütmeye başladı. Köpeği izlemeyi bıraktı. Paketinden bir sigara çıkarıp dudaklarının arasına götürdü. Birkaç denemeden sonra çakmağından çıkan kısık ateşle dikkatlice sigarasını yaktı. İlk nefesi tutuşturmak için zayıf çektiği sigarasını birkaç uzun yudumla neredeyse yarılayacaktı. Sigara içerken genzi yansın isterdi ve hızlı bir biçimde çektiği nefeslerde tütünün yanarken çıkardığı sesi dinlemeye bayılırdı. Onu içerken ailesinden kimsenin odaya girmemesi için kapısını kilitlemişti. Annesi onu içtiği zaman her gördüğünde durmadan öğütler veriyor, içtiği sigaradan aldığı zevkten onu mahrum bırakıyordu. Babasından ise utanıyordu. Babası otuz yıldır sigara içmesine rağmen çocuğunun elinde sigarayı gördüğü zaman dünyanın en büyük günahını işliyormuş gibi bakıyordu ona. Hâlbuki sigara içmeyi babasından öğrenmiş henüz beş yaşındayken paketinden arakladığı sigaraları öksüre öksüre içerek kendini bağımlı kılmıştı.
Evdeki herkesin uyuduğunu bildiği halde her sigara içişinde kapıyı itinayla kilitler, çakmağı elinden geldiğince sessiz tutuşturur ve içmeye başlamadan önce hava nasıl olursa olsun mutlaka camı açardı. Kendince oynadığı bu kaçamak oyun ona çocukluğunu hatırlatırdı. Hiçbir şeyi dert etmeden saatlerce dışarıda top koşturduğu, misket çakıştırdığı, topaç yarıştırdığı günleri her hatırlayışı yüzünde kısa bir tebessüm açtırırdı. Çocukken daha çoğunun hayatının sonunun intiharla geldiği yazarları tanımamış, darağacına veya sürgüne giden insanlara hayranlık duymamış, ülke politikasına merak salmamıştı. Televizyonu her açtığında karşısına çıkan ölüm, ekonomi ve siyasi haberler karşısında bu kadar dert yanmamıştı. Çocukluk mutluluktu.
Kar hızını arttırmaya başlamıştı, sanki kendini ezip geçen çocuğun ayak izlerinden intikam alır gibiydi. Sağ elini dışarıya doğru uzatıp avucunu göğe doğru çevirdi. Dindar bir çevrede yaşamasına rağmen uzun zamandır avuçlarını gökyüzüne tutmadığını fark etti. Bu hareket tembel insanların hırçın bir okyanus karşısında sığındığı yıkık bir iskeleden farksızdı. Hiçbir sonuç elde edemeyeceklerini bile bile yerinde oturup ayalarını gökyüzüne açan ve istedikleri her şeyin önlerine düşmesini isteyen herkesten bıkmıştı. Zihninden bu düşünceler geçerken gittikçe hızlanan kar mükâfatını vermiş, avucunun içine kendinden birkaç tane bırakmıştı. Elini içeri çekip kar tanelerini incelemeye başlamış, fakat karlar bir anda erimişti. Ne kadar da çabuk olmuştu. Kendisiyle kar arasında bir benzerlik var mıydı acaba? Düşündü, insanlar da kar gibi birden bire ortaya çıkmışlardı. Karın toprağı bir çarşaf misali kaplaması gibi insanlar da yeryüzünde birikmişti, sonra birileri gelip onları küçük ayaklarıyla ezmişti. İntikam için çoğalmış, o kadar çoğalmışlardı ki yığılmaya, üst üste kat çıkmaya başlamışlardı. En sonunda bir elin, birkaçını aralarından seçip sayılarını azaltmasını beklemişlerdi, ama hayır insanlar kara benzeyemezdi. Kar çevreciydi bir kere düştüğü toprak parçasını bereketlendirirdi; insanlar ise gittikleri her yeri hunharca katledip kirletmeye başlarlardı. Ayrıca karın erimesi onun sonu değildi, sadece döngüdeki hali değişirdi ama insan öyle değildi; insan çürüyordu. Hayat bir çürümeden ibaretti; doğumla başlayan süreç toprakta ayrışmayla son buluyordu. Yaşarken bunu anlamak çok da zor değildi. Mesela henüz iki ay önce çürüdüğü için azı dişini çektirmişti, saçları seyrelmeye başlamış, elleri ve yüzü de eskisi kadar pürüzsüz değildi artık. Evet, çürüyordu, bedeni ona ihanet eder gibi yavaş yavaş çürüyordu. Sigaradan son bir nefes çekip camdan dışarıya fırlattı. Pencereyi kapatıp olduğu yere oturdu. Demin dizlerini ısıtan kalorifer şimdi aynı görevi sırtı için görüyordu. Başını hafifçe eğip ellerinin arasına aldı. Birkaç kez avuçlarıyla kulağını kapayıp açtı, bunu yaparken duyduğu uğultu hoşuna gidiyordu. Denizin kıyısında bulduğu kabukları kulağına dayarken çıkan sesin aynısıydı bu. Deniz kenarında bir şehirde yaşamasına rağmen çocukluğunda neredeyse hiç deniz kıyısına gitmemiş ve çevresindekilerin denizle ilgili palavralarının çoğuna inanmak zorunda kalmıştı. Deniz kabukları da o eski palavralardan biriydi. Sahile ilk gittiğinde bulduğu kabukları annesi kızar diye gizlice cebinde saklamış, eve gelince de kulağına dayayıvermişti. Kulağında duyduğu sesin denizden gelmediğine emin olduğu halde buna inanmak istememişti. Ellerini kulaklarından çektiğinde bir şey fısıldadı. “Çocukluk aptallıktır.” Bu düşünceye çocukken duyduğu her yalanı hatırladığında kendini daha çok kaptırırdı. Oysa sadece çocukluğunu düşündüğü zamanlarda gülümseyebiliyordu. Çevresindeki insanların yanında olur olmaz şeylere kopardığı sahte kahkahaları düşününce kısa anlı bu tebessümlerin onun tek mutluluk kaynağı olduğunu biliyordu. Bu kaynağı kendi elleriyle kurutmayacaktı.
Peki, her şey ne içindi? Arkadaşlar edinmek, bir statüye ulaşmak, sevmek, zengin olmak, sevişmek, güçlü olmak… Hepsi ne içindi, çürümek için mi? Sarayda ülkeyi yönetirken çürümekle dışarıda soğukta çürümeyi birbirinden ayıran şey neydi de insanlar yükselmeye bu kadar tapar olmuşlardı. Hatta ona göre üşüyerek çürümek daha iyiydi, çünkü soğuk çürümeyi geciktiren bir etkendi.
Yerinden doğruldu. Uyumak istiyordu. Işığa doğru hareketlenip düğmeye dokundu. Karanlıkta kalan odada elleriyle yoklayarak yatağını bulup içine girdi. Gözlerini tavana dikip karanlığı izlemeye başladı. Tavan üzerine çökecekmiş gibi hissediyordu. Her saniye, her an çürüyordu. Bu düşünceyle yaklaşık yarım saat yatağında dönüp durdu. Sonra aklında çürüme fikriyle uyuyakalacaktı ki siren sesini duydu.
Bir cevap yazın