Erkek ve kadın dar bir sokakta gölgelerini adımlayarak yürüyorlardı. Kadının gölgesi ince ve kısa, erkeğin gölgesi kalın ve uzundu. El ele tutuşmuşlardı ve parmaklarında tatlı bir dokunuş vardı. Sıcak yaz akşamının geç bir vaktinde etraf karanlıktı. Kadının sol kolu yaralıydı, dirseğinde henüz kanayan ince bir kesik vardı. Kaldırım taşlarına kırmızı damlalar bırakarak ilerliyorlardı. Köşede duran sokak lambasına doğru adımları yavaşladı. Işık huzmesinin altında durdular. Aydınlıkta kadının siyah saçları, beyaz teni ve ince beline giydiği yeşil elbisesi göründü. Erkek kadının sol tarafına geçip cebinden uzunca bir ip çıkardı. Kadının iki kolunu aldı, sokak lambasının direğine bağlamaya başladı. Kadın sesini çıkarmadı. Emin ellerdeydi. Bir oyun oynamaya karar vermişlerdi. Erkek düğüm işini hallettikten sonra cebinden sustalı bir bıçak çıkardı. Kadının gözleri bir sır görmüş gibi büyüdü. Ama sen ne yapıyorsun? dedi hayretle. Bir anlaşma yaptık! Anlaşmamızda bu yoktu! Erkek yanıt vermedi. Ustalıkla bıçağını biliyordu. Başı eğikti ve bu işi yaparken gölgesi kısalmıştı. Kadının yanakları pembeleşmiş, yüzü endişeyle gerilmişti. Bunu yaptığına inanamıyorum! dedi. Gözlerini erkeğin ellerine dikmişti. Sanki son anda; Şaka yaptım! demesini, bıçağın oyuncak olduğunu söylemesini bekler gibiydi. Kulaklarını hapseden ateşli uğultu sokağa kesik kesik yayılan çelik sesleri ile karışıyordu. Yay gibi gerdiği kollarını sağa sola çarpmaya başladı. Yapamazsın! diye bağırdı tekrar. Erkeğin sinsi sessizliği sürüyordu. Kadının düşünceleri karışık bir yumak gibiydi. Dudakları kımıldanıp mıhlanıyordu. Diyecek farklı bir söz, bağıracak bir küfür bulmaya çalışıyor, dilinin ucuna gelen tüm hakaretleri öfkeyle yutuyordu. Gözleri kocaman açılmıştı. Kasılan boyun damarları derisinin yüzüne çıkmış, teni yeşil-kırmızı bir renk almıştı. Alet yeterince keskinleştikten sonra erkek, kadının kolunu tuttu, sivri uçlu çeliği dirsekte hâli hazır açık yaraya güçlü bir hamleyle sapladı. Kadın nefes nefese bağırdı. Çok acıtıyorsun! Erkek sakindi; Hayır, dedi. Soğuk bakışlarını, kadının gözlerinin içine dikti ve; Sen dayanıklısın! dedi bıyık altından gülerek. Ben daha çok ses çıkarmanı istiyorum!
Kadın ne yaptıysa yaralı kolunu kurtaramadı. Ruhu erkeğin elindeydi sanki sivrilip kaçamadı. Karanlık ve geçen vakit çığlıkları yuttu. Erkek yarayı deşmeye devam etti. Ne hikmetse açık açık cinayete teşebbüs ettiği halde başı dikti. Gururlu ve dirayetli bir duruşu vardı. Sanki kadın tüm bunları hak etmişti. Ya da erkeğin bunu yapmak için haklı mı haklı nedenleri vardı. Bir süre sonra kadın acıya dayanamayıp yere yığıldı. Erkek ağır gövdesiyle kadının üzerine eğilip, sürtünmeye başladı. Vücudu kadına sürtündükçe ısındı, ısındıkça yandı. Kısık gözleri kıvılcımlar saçtı. Kadının bedeni yere uzanmış, ezilmiş, çaresiz ve kapana kısılmış bir hayvan gibi hareketsiz duruyordu. Başını koyduğu beton zeminden ruhsuz ruhsuz sokak lambasının ışığına bakıyordu. Erkek ıslak, kaygan ve dar kuyunun içinde hazdan inleyerek; İşte bu! dedi, çokça et, biraz da hayal ettiğimsin! Bu sözleriyle kadının kalbine indi, göğüs boşluğuna açtığı deliği deşe deşe büyüttü. Kanlı elleriyle kadının göğüslerini avuçluyor, zevkli çığlıklar atıyordu. Kadının titreyen bedeni git gide inceldi ve âdeta asfalt zeminle bütünleşerek eridi. Vücudundan sızan kan, sokağın gri yüzünü boyadı. Gece sessiz bir sütliman gibi yavaş yavaş aydınlanmıştı. Kadın tükenmeye yakın delik deşik boğazından kızgın bir hırr sesi çıkardı ve edepsiz bir küfür salladı. İşte bu, erkeğin hiç mi hiç hoşuna gitmedi. Kadının düşmanca bakışlarından gözlerini kaçırdı. Huzursuz huzursuz gerindi. Ayağa kalkıp bıçağını havaya kaldırdı. Vurdu kafasına, gövdesinden ayrılan kadın öldü.
Bir cevap yazın